“Saldırıyı yapanların kimliğinde PKK yazıyor”, “Eylemi PKK, DAEŞ, Suriye, Rusya ortak planladı”, “DAEŞ’e karşı savaşan muhalifler Rusya’nın saldırılarının hedefi konumunda”, “ hedefte Ortadoğu’ya çekilmek istenen Türkiye var”, “HDP Ankara patlamasını kullanarak infial yaratmaya çalışıyor”
Bu cümleler Tayyip Erdoğan’a olan “aşkı” ile bilinen ATV’nin A Haber kanalında 14 Ekim akşamı yayınlanan Analiz programından. Siyasal analiz ve süreç okuması yapmanın en “kılıfına göre minareye bakan” hali olarak göze çarpan bu söylemleri, AKP’nin resmi yaklaşımı olarak okumamak için ise hiçbir gerekçe bulunmuyor. Zira bu muhtevayı büyük oranda Başbakan Davutoğlu’nun sözlerinde de görmek mümkün.
Bu yaklaşıma göre son rakamlara göre 100 kişinin katledildiği Ankara katliamını PKK’nin yapmış olma ihtimali neredeyse IŞİD’in yapmış olma ihtimalinden yüksek. “Kendini patlatmadan tutuklayamayacakları” canlı bombaların IŞİD bağlantıları neredeyse netleşmişken dahi AKP’ye göre hala ihtimaller “iki” örgütü gösteriyor. Ne hikmetse DNA incelemeleri bir tek IŞİD’çilerin aileleri ile yapılıyor ama patlamadan önce eylemsizlik ilan eden PKK ihtimaller listesinde hep yer alıyor.
Kurgunun gerçek bağlarının zayıf olmasından doğan yazma rahatlığı, iddia sahiplerini de bayağı fütursuz kılmış üstelik. İddiaya göre, neredeyse iki yıldır aktif çatışma halinde olan PYD ve IŞİD, sırf “büyüyen Türkiye”ye zarar vermek adına aynı masaya oturup eylem planlıyor, üstüne IŞİD’in savaş halinde olduğu Suriye ve Rusya da bu masada yer alıyor.
Patlamanın ardından ise, “IŞİD ile islami algıda 360 derece fark koyarak yeniden aynı çizgiye ulaşan” Davutoğlu ise başlıyor HDP’yi topa tutmaya.
Kan bağışı çağrıları, hastane önünde bekleyen ailelere yönelik battaniye getirme çağrıları ve taziye ziyaretleri “büyük kaos planı”nın bir parçası oluyor.
Öyle ki, başkentin göbeğinde bomba patlarken önlem alınmaması, istihbaratın yetersiz kalması güvenlik açığı sayılmıyor ama katliamla ilgili olarak yapılan yürüyüşler, İstanbul’da olduğu gibi Valiliği yasaklama kararı aldırtacak ölçüde güvenliği tehdit edici bulunabiliyor.
Saldırının ardından havuz medyasında boy gösteren yaklaşım, her ne kadar ciddiyetten yoksun bir hayalin ürünü olarak görünse de, AKP açısından stratejik bir anlam barındıran 1 Kasım seçimlerine giden yolda, kof bir hayal olmadığını ortaya koyuyor ve işlevsellik alanı açığa çıkıyor.
Ankara’da hedef Türkiye değil Kürtler!
Konuyu biraz daha açmadan önce, saldırıya dair birkaç değinide bulunmak gerekirse, Ankara’daki vahşi saldırının Ortadoğu’da süren savaş konsepti ve buna Türkiye’nin eklemlenme biçimi üzerinden anlam kazandığı görülecektir.
Zira, AKP’nin tırlar ile aktif katılım sağladığı Suriye savaşı Türkiye’yi; sadece savaşın fiziki bir parçası yapmamış, buna ek olarak Rojava Devrimi gibi Türkiye’yi iç politikada da ilgilendiren tetikleyicilerin de etkisiyle bölgede uçan kuşa dahi refleks geliştirir bir ülke konumuna getirdi.
Bu hali ile de, savaşın geldiği aşamada Rusya’nın başlattığı operasyonlar ile Suriye’ye müdahalesi ve ABD’nin eğit-donat’ı bitirerek Suriye’ye müdahale kurgusunu YPG üzerinden bina etme yönelimi, bir anda Türkiye’yi bölgede tekrar seyirci konumuna itti.
Gelinen aşamada IŞİD’e karşı etkin mücadeleyi yürüten güç olarak Kürtler, Ortadoğu’da ne oranda etkin rol alırsa, o oranda IŞİD’in hedefi konumuna geliyor. Ki bu da AKP’yi, Suriye’deki savaşa ve Esad rejimine yaklaşım meselesine ek olarak ikinci defa IŞİD ile aynı çizgide buluşturuyor.
Bu anlamda da saldırı IŞİD eliyle yapılırken, hedefinde IŞİD’e karşı etkin mücadeleyi sürdüren özneler ve onların mücadelesinin IŞİD’in lojistik kaynağı ve destekçisi olan Türkiye’de 1 Kasım ile birlikte daha fazla alan kazanması gerçekliği var. Yani patlamanın, IŞİD açısından Türkiye ile kurduğu bağ ve Suriye’deki güç ilişkileri göz önüne alındığında, Kobanê’de gerçekleşmesi ile Ankara’da gerçekleşmesi arasındaki fark oldukça siliktir. Zira, seçim sonuçlarına göre AKP’nin tek başına iktidar kurabilecek güçten yoksun olması, büyük oranda IŞİD’e de zarar verecektir.
Bombayı patlatanlar ile sessiz kalanlar...
Peki yeniden başa dönecek olursak, tüm bu sonuçlardan AKP’ye ne kalmaktadır? Özellikle 7 Haziran seçimleri ile birlikte AKP’nin yaşadığı iktidar sarsıntısı 1 Kasım’a doğru daha da derinleşmişken, katliamı yapan IŞİD’in Türkiye siyasetine yönelik hedeflerinin AKP’nin arzularına uzak düşmediğini görmemek elde değildir. Bu nedenledir ki, sorumluluk tartışması açıldığında “geçici hükümet” olduğu aklına gelen AKP, patlama sonuçları üzerinden en geniş propagandayı yapan parti konumundadır.
Barış sürecini “buzdolabına kaldırdığı” günden beridir operasyonlara hız veren ve her sokağa çıkma yasağı ilan ederek girdiği yerden sivil ölümleri ve kitlesel tutuklamalar ile çıkan AKP’nin hayal gücünde PKK ile IŞİD’i “aynı masada” görerek yarattığı algı, toplumsal kamplaşmayı körükleyerek kendi tabanında radikalize bir ortam yaratmak ve hem içte, hem de dışta başı belada olduğu kürt muhalefetine ve demokrasi güçlerine karşı bir kamp örgütleme algısıdır. Bunun yararttığı kamplaşma ortamı, 1 Kasım açısından AKP’nin anahtarı olmaktadır.
Ankara’daki patlamaya göz yuman, faciayı ise tutabileceği yerden tutarak muhalefeti kendi etrafına çağırıp; gelmeyenleri ise düşman kampa iten bu aklın 1 Kasım seçimleri ve “yüce” başkanlık özlemleri için yarattıkları toplumsal gerçeklik; tam da Konya’daki maçta ya da sosyal medyadaki tepkilerde görülebileceği gibi “birbirinin acısına dahi saygısı olmayan”, duvarlara “Türk’ün gücünü göreceksiniz” yazan ve 100 insanın ölümü ile sonuçlanam bir katliamda “Neden Türk bayrağı yoktur” sorusunu akıllara zerk eden bir toplumsal kamplaşma ortamıdır.
Bu ortam, “teröre karşı seferberlik” çağrılarının üst perdeden dillendirildiği bir dönemde AKP’nin iktidar arayışında her hareketi yapabileceği bir zemin sunuyor. Ki, Ankara patlamasının; eylem yapanlar açısından tamamlayıcı adımı AKP’den gelmiş ve tıpkı Suruç patlamasının ardından IŞİD’e karşı diye başlatılan operasyonlarda 300’e yakın sosyalist-yurtsever insanın gözaltına alınması gibi, “IŞİD ve PKK bağlantılı” denilerek 10 kişi gözaltına alındı.
Toparlarsak eğer, saldırıdan sonra doğan politik ortamın en çok AKP’ye siyasal manevra salahiyeti kazandırdığı görülecektir. Toplumsal muhalefetin üzerine Demokles kılıcı salan Suruç, Amed ve son olarak Ankara patlamalarının, IŞİD ile ortak düşmana vuran AKP’nin “siyasal istikrar ve başkanlık sistemi yolunda tek başına iktidara devam” yönelimine artı katılım sağladığı da burada ortaya çıkmaktadır. Böyle bakılacak olursa, “Patlamada ihmal var mı” sorusuna cevap da açığa çıkmıştır. (İU/HK)