Hürriyet yazarı Ahmet Hakan 16 Ekim Pazartesi günü yazısında “Suruç Katliamı… Ankara Katliamı… Sanki sıradan işlermiş gibi algılandı. Alabildiğine yerel, alabildiğine dünyadan uzak… Bir mum yakanımız bile çıkmadı. Fakat ne hikmetse… Söz konusu Paris olunca… Fiyakalı kampanyalar, 'Pray for Paris' diye küresel haykırışlar, mum yakmalar, dünyayı ayağa kaldırmalar falan…” diye şikâyet ettikten sonra “Tamam kardeşim, tamam acıları yarıştırmayalım; yarıştırmamasına da… Bu denli adaletsiz, eşitsiz ve vicdansız bir yarış, kimsenin kanına dokunmuyorsa… Ne dokunacak?” diye soruyor.
Ahmet Hakan görünürdeki bu haklı yakınma ile Batı kamuoyunu suçlamakta. Türkiye halkına karşı adaletsiz, eşitsiz ve vicdansızca bir davranış içinde olduğunu ima etmekte. Oysa Ahmet Hakan yanılıyor. Bu ilgisizliğin nedeni Batı’nın duyarsızlığı değil.
Batı kamuoyu her hal ve koşulda terörist saldırılara karşı duyarlı olmuştur. Kamuoyunu oluşturan devlet büyükleri ve medyadır. Fransa Cumhurbaşkanı, Başbakanı, İçişleri Bakanı, emniyet yetkilileri hep bir ağızdan IŞİD’in Paris’te alçakça, vicdansızca ve korkakça büyük bir katliam yaptığını bütün dünyaya haykırarak duyurdular.
Yazılı ve görsel yayın organları tam bir uyum içinde Paris Katliamı’nı IŞİD’in yaptığını eldeki tüm bulguları anında yayarak dünya kamuoyunun vicdanına seslenebildiler. Ve kısa zamanda Avustralya’dan Kuzey Kutbu’na kadar bütün insanlık bu alçakça cinayeti duydu ve öğrendi. Böylece tüm insanlığın vicdanı harekete geçti ve evrensel bir tepki oluştu.
Ankara Katliamı'ndan hemen sonra Türk devlet büyükleri akıllara seza açıklamalar yapmakta yarışa girdiler. Bir sayın bakan bunu HDP’lilerin oylarını arttırmak için yaptıklarını söyledi. Bir diğeri PKK’yi suçladı. Sayın Cumhurbaşkanı bunun PKK, DHKP-C, Muhaberat ve IŞİD’in tek başlarına ya da birlikte yaptıkları bir eylem olduğunu açıkladı. Sayın Başbakan ise daha sofistike bir deyim kullanmayı tercih ederek Ankara Katliamı'nın terör örgütleri kokteyli tarafından yapılmış olabileceğini ifade etti.
Hiçbir Türk devlet büyüğü ilk anda katliam yerine gitmedi; mum yakmayı ya da bir buket çiçek koymayı düşünmedi. Sayın Başbakan, ancak üç gün sonra Avrupa Konseyi Parlamenterler Heyeti Başkanı Georges Gross’la birlikte katliamın yapıldığı alana gidebildi. Havuz medyası sonuna kadar koro halinde PKK’yi suçladı. Pek azı da aynı aymazlıkla katliamın ortak bir hareket olduğunu savundu.
Savcılıkça anında olaya ilişkin yayın yasağı getirildi. Ne Türkiye, ne de dünya kamuoyu katliamı kimlerin ve niçin yaptığını, yaşanan insani dramın içyüzünü öğrenemedi. Oysa Türkiye kamuoyu Ankara Katliamı'nın Diyarbakır, Suruç ve Antep katliamlarıyla olan benzerliğinden ötürü IŞİD tarafından yapıldığını sezinliyordu. Devlet büyüklerimiz ise güvenlik ve istihbarat örgütlerinin raporlarından Ankara Katliamı'nın da diğerleri gibi IŞİD tarafından yapıldığını kesinlikle biliyorlardı. Buna karşılık, katliam için faklı örgütlerin gösterilmesi ve olay hakkında gizlilik kararı alınması ister istemez gerçek faillerin korunmak istendiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım… Paris Katliamı karşısında Fransız devlet yetkilileri ile Fransız medyasının tutumlarını, Ankara Katliamı karşısında Türkiye’dekilerin tutumlarıyla mukayese ederek bir karar verelim. Bir tarafta yurt ve dünya kamuoyunu uyarmak ve maşeri vicdanı harekete getirme çabası, diğer tarafta ise sessizlik ve gerçek faili gizleyerek katliamı geçiştirme çabası…
Bu durumda dünya kamuoyunu Türkiye halkına karşı duyarsız davranmakla suçlamaya hakkımız var mı? Elbette hayır…(TZE/HK)