Adana’dan dokuz8 haber merkezinin beş günlük yurttaş haberciliği eğitimine katılmak için Ankara’ya gittim. Eğitimin son günü atölye kapsamında barış, özgürlük ve demokrasi mitinginden görüntü çekecektik. Daha sonra bunları kurgulayıp yayınlayacaktık. İkişerli üçerli gruplar oluşturuldu. Ve benim partnerim Melike’ydi. Ben fotoğraf çekip röportaj yapacaktım, Melike de video çekecekti.
Yürüyüşün yapıldığı alana erkenden gittik. Herkes gibi ben de heyecanlıydım. Rengârenk bir alanla karşılaştık. Bütün renkler birbirine karışmıştı adeta. İlk önce HDP kortejini çektik. “Vurur yüze ifadesi bitti Tayyip hikâyesi” pankartı en eğlenceli olandı sanırım. Birkaç fotoğraf çektikten sonra pankartı taşıyanlara zafer işareti yapıp ilerledim. Daha sonra, Haziran Hareketi’nin pankartı gözüme ilişti. “Ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı”. Patlamadan önce omuzlarda taşınan bu pankart, birkaç dakika sonra yaşanacakları özetler gibiydi. Masmavi, güneşli gökyüzüne bakarken o mavilikten yere düşen et parçaları…
Bu pankartın fotoğrafını çekecektim. Nedense o an pankartı çekmekten vazgeçtim. İçimden öyle geldi. Öyle de yaptım. Birkaç metre ilerde halay çeken grubu çekmek istedim. Melike’yle birlikte halay çeken gruba doğru ilerledik. Kısa bir mesafeydi zaten. Grup şarkı söyleyip halay çekiyordu. Birkaç fotoğraf çektim. Her şey gayet normaldi. Ne olduysa bir anda oldu. Önce ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sesin hangi taraftan geldiğini bile anlayamadım. Sadece sesi duydum ve yoğun bir basınç hissettim. İlk önce ses bombası sandım. Patlama sesi o kadar da şiddetli değildi. En azından ben öyle hissettim. Diyarbakır’dan, sürekli çatışmaların yaşandığı, patlamaların olduğu coğrafyadan geliyordum. O yüzden bu seslere alışkındım. Ne yazık ki buna alıştırılmıştık.
Herkes bana doğru koşmaya başladı. O can havliyle ben de koşmaya başladım. Aradan kaç saniye geçti bilmiyorum. İkinci patlama oldu.
Kaçarken üçüncü bir patlama daha olacak ve tam da önümde patlayacak diye düşündüm. İlk defa öleceğimi hissettim. Çünkü ilk defa ölüme bu kadar yakındım… Bombalar hep uzakta patlardı ve ben sadece sesini duyardım.
Titrediğim anı hatırlıyorum. Bacaklarım beni taşıyamıyordu. Titrediğim için mi, yoksa kaçmaya çalışanlardan biri beni ittiği için mi, emin değilim. O esnada yere düştüm. Kalkmaya çalışıyorum ama kalkamıyordum. Üstüme basıp geçen ayaklar dışında hiçbir şey göremiyordum. Genç bir kadının bağırdığını ve beni yerden kaldırdığını hatırlıyorum. Fotoğraf makinem parçalara bölünmüştü. Yerden toplayıp kaçmaya devam ettim. Kalabalıktan çıktıktan sonra Melike’yi buldum. İkimiz de titriyorduk, bir yandan da birbirimize destek olmaya çalışıyorduk. Parmağım kanıyordu. Farkında değildim. Melike’nin çığlığıyla irkildim. Parmağımın kanadığını söylüyordu. Acı hissetmiyordum.
O kargaşada eğitime katılan bir arkadaşımı gördüm. Hemen sarıldım. O ana kadar olanların sadece ses bombasından ibaret olduğunu düşünüyordum. Arkadaşımın ceketindeki kan damlaları, saçlarının arasına karışan et parçalarını görene kadar...
Meğer onlarca insan hayatını kaybetmiş... Aynı ana tanıklık ettiğimiz onlarca insan bu patlamada yaşamını yitirmişti. Kürtçe’de “xwediyê mirî kore” diye bir söz vardır (ölünün sahibi kördür.) Ve ben de o an ölümlerin olduğunu anlayamayacak kadar kördüm.
Patlamanın olduğu noktadan birkaç metre uzaklaştık. Alana gitmek istiyordum, fakat gidemiyordum. Her şey yabancıydı ve ben oraya ait değildim. Yaşadığım şey bir filmden ibaretti ya da birazdan bitecek olan bir kâbustan… Boşluktaymışım gibi hissediyordum. Ağlayanlar, bağıranlar, tepkisini dile getirenler... Sanki bütün bu sesler karanlıktan geliyordu.
Her geçen gün o boşluktan çıkıyorum. Sesler belirginleşiyor ve bir bedene dönüşüyor.
Sabah habere giderken arkadaşlarıma bir gece önce gördüğüm rüyayı anlatmıştım. Rüyamda, iki sene önce hayatını kaybeden dedemi görmüştüm. Beni yanına çağırıyordu, ona doğru birkaç adım atıyordum. Sonra duruyordum... Arkama baktığımda arkadaşlarım oradaydı. Dedeme doğru gitmekten vazgeçmiştim. Sabah bunları, arkadaşlarıma anlatırken biraz da şakalaşmıştık. “Bomba patlayıp da ölecek değiliz ya!”... Ve alana gitmeden önceki son sözümüz bu olmuştu.
Maalesef ki tam da böyle oldu. Barışı hayal edenler, onu getirmek için gelenler canlarından oldular.
Dedem beni alamadan gitti. (BK/HK)
TIKLAYIN - ANKARA'DA HAYATINI KAYBEDENLERİN HAYAT HİKAYELERİ
Fotoğraf: Manşet - Mahmut Serdar Alakuş / AA