Hayatımızın bir aşamasında günlük tutmaya çalışmışızdır hepimiz. Kimimiz çocuk yaşta başlamışızdır günlük tutmaya, kimimiz gençlik anılarımızı yazarız, kimimiz ise emeklilik yıllarında biriktirdiklerimizi aktarırız. Çeşit çeşittir günlükler ama hepsinin ortak buluşma noktası vardır: sınırlı okuyucu için yazılırlar (bazılarının hiç okunmaması da tercih edilebilir), belli kimselerin okuması sakıncalıdır.
Peki ya bu günlükler sınırlı bir okuyucu kitlesine hitaben halkın çeşitli kesimlerinden insanları belli kategoriler altında sıralayıp yönetmek ve uygun eylem planları tasarlamak için yazılıyorsa ve bu "saf masum" günlükler bir şekilde sınırlı kitlesini aşıp gazetelerin birinci sayfasında haber oluyorsa, o zaman herhangi bir günlük yazarına soracağımız "Hiç işin mi yok, vaktin mi çok?" sorusundan daha fazlasını sormamız gerekmez mi?
Daha da ileri gideceğim, günlük yazarının ve sınırlı sayıdaki okuyucularının işlerinin büyük bir kısmının bu okuduklarımızın ta kendisi olduğunun görmüyor muyuz?
Olağanlaştırdığımız olağanüstülüklerimiz
Günlükte çeşitli yazarların, akademisyenlerin, gazetecilerin ve sivil toplum örgütlerinin Türkiye’yi "alttan oymak" için kimi uluslararası çevrelerden yardım aldıklarına dair bilgilerin yer aldığı iddia ediliyor (Henüz günlük yazarından ya da ilgili otoritelerden bu haberi doğrulayan bir açıklama yapılmadığı için iddia ediliyor diyorum).
Bu kişi ve kurumların Türkiye’de süreklilik kazanan insan hakları ihlalleri, anti-demokratik faaliyetler ve olağanlaştırdığımız olağanüstülüklerimizi farklı araçlarla görünür kılmaya çalıştıkları çoğumuzun muktedir olduğu gerçekler.
Bu durumda "alttan oymak"la kastedilen gün geçtikçe toprağın altına yenisini gömdüğümüz adaletsizlikleri gün yüzüne çıkarmak mı acaba? Daha vahimi olayın öznelerinin de eylemeler kadar birbirine karışmış olması.
Örneğin günlükte ismi geçen bir vakfın hazırladığı zorunlu göç ile ilgili raporu ele alalım. 1980 ve 90’larda tanıklık ettiğimiz zorunlu göç trajedisi uluslararası çevreler/donörler tarafından mı gerçekleşti ki bu vakfın yurt dışındaki çeşitli çevrelerle bağlantıları Türkiye’yi alttan oymak olarak değerlendiriliyor?
Raporun hazırlanması mı yoksa rapora konu olan olayların yaşanmış olması mı Türkiye’yi alttan alttan oyuyor?
"İhanet edenler"
Bu günlükte öne sürülen argümanın kendi içindeki tutarsızlığını bir kenara koyarsak, iki büyük sorunla karşı karşıya olduğumuz kanaatindeyim. Birincisi üniversitelerde ve sokaklarda yükselen faşist eylemler süre giderken elimize yeniden Türkiye’ye "ihanet edenler" listesinin verilmesi.
Günlükte şemaların içine sıkıştırılan isimlerin günlükte yazılanlara hiçbir eleştiri getirilmeden alelade açıklanması yeni şemalarda yine hedef olarak belirlenmeleri riskini de doğuruyor. Fakat tehdit ve korku mekanizması günlükte adı geçenler üzerinde uygulanmakla da kalmıyor, topluma nüfuz ediyor.
Burada Didier Bigo’nun (2004) kullandığı "banopticon" teriminin çok yerinde olacağını düşünüyorum. Bigo artık sadece gözetlendiğimiz bir toplumda yaşamadığımızı aynı zamanda toplumun içinde belli grupları "norm"ların dışında kalanlar olarak farklı mekanizmalar kullanarak ayırmak suretiyle toplumun diğer üyelerinin de bu "norm"ların dışına çıkmasının engellendiği bir toplumda yaşadığımızı belirtiyor.
"Savunduğunuz fikirlere dikkat edin" deniyor
Yasaklılar listesine alınma korku ve tehdidi altında tüm topluma uyulması gereken normlar öğretiliyor. İsminiz günlükte bahsi geçenler arasında değil ise bu sefer de bir gün başka bir günlükte başka bir listenin içine alınabilirsiniz o nedenle de hangi ulusal ve uluslararası kurumlarla ilişki içinde olduğunuza hangi fikir ve düşünceleri savunduğunuza dikkat etmelisiniz.
Bütün bu tehditlere karşı herkesin okuyabileceği büyük bir günlük tutmaya başlamalıyız hep beraber belki de. Zaman ayırıp, işimiz gücümüz kadar önemli bulup. Korku ve tehdit mekanizmalarına karşı not etmeli, peşine düşmeli ve hesap sormalıyız, adil bir dünyada yaşamak için. (SH/GG)
* Serra Hakyemez, Orta Avrupa Üniversitesi, Sosyoloji ve Sosyal Antropoloji Departmanı, doktora öğrencisi