Diğer taraftan, bir komisyon kurarak yeni anayasa taslağı hazırlayan AKP'nin temel kaygılarının bu aydın talepleri ile tamamen örtüştüğünü söylemek pek de olası değil. İlk izlenimler, bürokrat burjuvazi ile olan çatışma alanlarında ilerleme sağlamak kaygısının ağır bastığı yönünde.
Cumhurbaşkanının yetkilerinin budanması, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), Anayasa mahkemesi vb. kurumların Meclis hakimiyeti altına sokulması, Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) anayasal bir kurum olmaktan çıkartılması gibi istekler ön planda göze çarpıyor. Bu isteklerin "temsili demokrasi" ve "seçilenlerin iktidarı" açısından kazanımlar sağlayacağı çok açık ama demokrasinin göğsüne saplanmış kazıkların bu kadar sınırlı olmadığı da çok açık.
Rus devrimi içinde, Anayasacı Demokratların oluşturduğu Kadetler, Şubat Devrimi sonrası kurulan Geçici Hükümette yer alan bir burjuva demokrat partisiydi. Ekim Devrimi'ne kadar giden süreçte, toprak devrimine karşı çıkmaları, savaşa devamı desteklemeleri, Kornilov Darbesi'ne çanak tutmaları, Menşeviklerle işbirlikleri ve özetle kitabı tersinden okumaları nedeniyle siyasal hayattan tasfiye oldular.
1905 Devrimi'nde "Constitüsyon, Constitüsyon" (Anayasa, anayasa) diye bağırtılan kitlelerin içinde çoğu kimse "Constitüsyon"u Çar babalarının karısı Çariçe'nin adı sanmaktaydılar.
"Anayasa" sözcüğü, dönüşüm dönemlerinde hak ettiğinin üzerinde bir anlam ve büyülü bir çözüm aracı niteliği kazanmaktadır. Oysa "anayasa"lar sonuç olarak bir uzlaşma belgesidir. Temel hak ve özgürlükler, daha basit bir deyimle bireylerle, bir sınıf örgütü olan "devlet" arasında yapılan bir anlaşma ve uzlaşma belgesidir. Uygulanması ya da ihlal edilmesinin yine toplumsal nedenleri vardır ve bir kez yazılmış olması pek de "her derde deva kesmece karpuz" değildir.
1960 yılından önce diğer halk sınıfları gibi yaşayan, geçim sıkıntısı çeken, zaman zaman "gazozcu subaylar" deyimiyle horlanan bir ordu, 27 Mayıs 1960'da, pek de emir-komuta zinciri içinde olmayan ve çoğunluğunu albay ve daha alt rütbeli kurmayların oluşturduğu bir kadro ile "devrim" yaptı.
Bu müdahale, "Türk anayasacı demokratları"nın derin katkısı ile her türlü beklentinin ötesinde demokratik hak ve özgürlükler getiren, ancak en başta "güçler birliği"ni ortadan kaldırarak seçilmişlerin hakimiyetini sınırlamayı amaçlayan bir anayasa üretti.
1961 Anayasası, 1924 anayasasının hakimiyet anlayışına taban tabana zıt bir yapıyı benimsedi. İkili meclis ve, Anayasa Mahkemesi bu anayasanın Türk toplumuna armağanı oldu.
Bu anayasanın getirdiği temel hak ve özgürlükler çerçevesinde gelişen toplumsal örgütlenme sermaye sınıflarını ürküttü ve faturası ağır gelmeye başladı. "Toplumsal gelişmenin ekonomik gelişmeyi aşması" gerekçe gösterilerek 12 Mart 1971'de "Ordu kılıcını attı!", hem de bu kez emir-komuta hiyerarşisi ile! Bu müdahale, siyasal partilerden başlayıp her türlü toplumsal muhalefeti susturdu ama anayasal bir değişiklik yapma olanağı bulamadı. Kesinti kısa sürdü.
Ne var ki, 12 eylül müdahalesi daha hazırlıklı ve sistematik bir yaklaşımla, "tüm kötülüklerin anası" 1961 Anayasası'nın kökünü kazımaya karar verdi.
Yine bir takım -bu kez pek de demokrat olmayan- Anayasacılar kolları sıvadılar ve nur topu gibi 1982 Anayasası'nı şeffaf zarflarla bir de Kenan Amca hediyeli olarak toplumun hizmetine sundular. Sayın halkımız da "aman askeriye gitsin de ortalık yatışsın" diye bu anayasayı "kahir ekseriyet"le onayladı ve yürürlüğe soktu.
Peki bu Anayasa'da demokrasinin sinesine batırılmış kazıklar nelerdi? Kurnaz Anayasacı hocaefendiler aldıkları talimat gereği" şak ve tak" diyerek meclis otoritesinin karşısına "fevkalade Yetkili bir Cumhurbaşkanı" ve yine "fevkalade yetkili" birtakım kurumlar getirmişler ve bunların üyelerinin seçiminde de Cumhurbaşkanı'na önemli ayrıcalıklar tanıyarak "Bürokrasi geçilmez! No Pasaran!" demişlerdi. Bu konudaki çekişme bir çeyrek yüz yıl sürerek bu güne kadar geldi.
Peki şimdi ne olacak?
Tüm "Toplumsal Uzlaşım" belgeleri mevcut toplumsal güç dengelerine karşı gelir.
Bu kez de öyle olacak. Bazı dostların aradığı gibi "laik", yani "anti-feodal" olmamasına karşın, sermaye birikimini büyük ölçüde tamamlamış, ticaretten sanayiye atlamış, uluslararası sermayenin hem sıcak hem soğuk kesimi ile önemli ölçüde "akuple" olmuş bir "Yeni Burjuvazi" yok mu? Diğer tarafta 12 milyon işsizi yani "yedek iş gücü" yani "işsizler ordusu" ile birlikte 25 milyon emekçi halkımız?
1876'dan başlayıp önce padişah hakimiyetini kısıtlayıp iktidara ortak olan, ardından padişaha yol verip bir Kurtuluş Savaşı'nı da örgütleyebilmenin gücü ile iktidar olan ve o dönemden beri iktidarına ortak kabul etmekten çok hoşlanmayan bir bürokrat-kapitalist "sınıf"ımız?
Bu resimde "yeni burjuvazi" halk desteğine daha fazla sahip görünüyor. Bu gücünü desteğini aldığı halk sınıfları lehine mi kullanacak yoksa ezeli rakibi bürokrat kapitalistleri tasfiye için mi?
İlk olasılık doğrusu pek zayıf! İkinci olasılık için de yeterince güçlü degil galiba. Ne dersiniz? Sonunda dağ fare mi doğuracak acaba? Yoksa siyasal mücadele ile kapıları zorlamak yeni ufuklar açabilecek mi?(AE/EÜ)