Fotoğraf: AA - Arşiv
Anayasa Mahkemesi (AYM), kurulduğundan bu yana, ilk defa kendi kararının açıkça tanınmadığı bir düzenle karşı karşıya.
AYM kararlarına –genellikle yasama organı tarafından- direnildiği hiç olmadı mı? Oldu. Bazen AYM’nin bir yasa hükmünü iptal etmesinden sonra, yasama organının ortaya çıkan boşluğu doldurmakta ayak diremesi, yani yeni bir düzenleme yapmaması nedeniyle, AYM’nin aslında hiç de arzu etmediği sonuçların ortaya çıktığı oldu.
Önceki örnekler
Örneğin geçmişte Ceza Kanununda yer alan erkeğin zina suçunun oluşma şartları bakımından kadının zina suçundan daha zor koşullara bağlanmasını, AYM, 1996 yılında verdiği bir kararında eşitlik ilkesine aykırı bulmuştu.
Ancak, iptal başvurusunu açıkgözlü bir erkek yapmış olduğu için, sadece erkek yönünden hüküm iptal edilmiş, yasamanın gerekli yeni düzenlemeyi yapması için TBMM’ye bir yıl süre verilmişti. Fakat, yasama organı üzerine düşeni yapmadığından, süre sona erdiğinde zina, erkek için suç olmaktan çıkarken, kadın için cezalandırılır bir eylem olarak kalmaya devam etti. Daha sonra, 1998’de bir kadının başvurusuyla kadının zina suçunu düzenleyen hüküm iptal edilse de, kısa bir süre eşitsizlik eskisinden de fazla büyümüş ve AYM’nin aslında hiç de arzu etmediği bir hukuk düzeni ortaya çıkmıştı.
Meydan okuma
Ancak bugün durum bundan çok farklı. Bugün derece mahkemeleri, anayasal hak ve özgürlükleri korumak amacıyla verilmiş Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamaya açıkça direniyor, hatta meydan okuyor.
Derece mahkemesinin, AYM’nin bireysel başvuru kararını uygulamakta ayak sürümesi daha önce hiç olmadı değil, ancak açıkça meydan okuma olgusu ilk defa –ne tesadüftür ki Türkiye başkanlık rejimini benimsedikten sonra- 2018 tarihli Şahin Alpay başvurusu ile gerçekleşti; tutukluluk halini sonlandırmayan mahkeme AYM’yi yetki gaspı yapmakla suçladı.
Berberoğlu (2) kararını uygulamayan derece mahkemesi de aynı şekilde meydan okudu; AYM’yi yerindelik denetimi yapmakla suçlayıp ilk derece mahkemesinin görev ve yetki alanına müdahalede bulunduğunu iddia ederek, yeniden yargılama ve infazın durdurulması taleplerini reddetti.
Dün AYM, tıpkı Şahin Alpay kararında yaptığı gibi yeniden ihlal kararı verdi. Bu kararın önemi, detaylı bir biçimde neden Anayasa Mahkemesi’nin kararının bağlayıcı olduğunu anlatmasından kaynaklanmıyor. Aslında bunu uzun uzun anlatmaya da gerek yok. Demokratik bir hukuk devletinde bütün mahkeme kararları bağlayıcıdır ve uygulanmak zorundadır (nokta).
Herkesi evleviyetle bağlar
Anayasal bir hukuk devleti iseniz AYM kararları, yasama, yürütme, yargı dahil herkesi evleviyetle bağlar ve uygulanmak zorundadır, hiç bir merciin AYM kararını uygulayıp uygulamama konusunda takdir payı yoktur (nokta). Bunu, ne yazık ki, AYM’nin açıklamak zorunda kalması biz Anayasa hukukçuları için son derece acı verici.
İşte bu nedenle, Berberoğlu (3) kararını önemli yapan, bu kadar aşikar olan bir konuyu, AYM’nin, Anayasa’nın değiştirilemeyen 2. Maddesindeki “insan haklarına saygılı demokratik hukuk devletinden” hareketle, Anayasa’daki ve 6216 sayılı Yasadaki sayısız diğer doğrudan ve dolaylı destekleyici hükmü (Anayasa md 11, 13, 148, 153, 137, 138, 36; Yasa md 45, 49, 50) delil olarak sunması veya bu meydan okumanın hiçbir anayasal hükümle bağdaşmadığını açık bir dille ortaya koyması değil.
Berberoğlu (3) kararını önemli yapan, ilk defa derece mahkemesinin adım adım ne yapması gerektiğini açıklamasının yanı sıra, AYM kararını uygulamayanların hukuki, cezai, idari sorumluluklarını hatırlatmasıdır. Hatta bir adım öteye geçip, kararı uygulamayan yargı mensubu hakkında idari veya cezai sorumluluğun işletilmesini sağlamakla görevli Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) da kararın gönderilmesine hükmetmesidir.
AYM belki doğrudan suç duyurusunda bulunmamış olabilir; ancak AYM kararını uygulamayan ilgililerin sorumluluklarını ortaya koyduktan hemen sonra, yargı mensuplarının idari ve cezai sorumluluklarına gitme yolunu açmakla yetkili olan makama kararın bir örneğini göndermesi, onu göreve davet etmek demektir. Diğer bir deyişle AYM, HSK’yı göreve davet etmektedir.
Meclis'in görevi
Berberoğlu (3) kararını önemli kılan, ilk defa yasama organının devreye girmeye davet etmesidir. AYM’nin belirttiği gibi “anayasal düzenin korunması yalnızca Anayasa Mahkemesi’ne ait bir görev değildir. Anayasal kurumların, kamu gücünü kullanan organların, gerçek veya tüzel kişilerin Anayasayı koruma ve anayasal kurallara sadakat gösterme yükümlülüğü bulunmaktadır”.
Bu çerçevede, AYM’nin beklediği, Meclis Başkanı’nın söylediği gibi, yasamanın mahkemeyi lağvetmesi elbette değil, derece mahkemelerinin AYM kararlarının gereklerini yerine getirmelerini sağlayacak yasal düzenlemeler yapmasıdır. AYM’nin yasamadan beklediği, Anayasa’ya aykırı olarak verildiği tespit edilmiş bir mahkumiyet kararı sonucunda, sona erdirilen Berberoğlu’nun milletvekilliği sıfatının, Anayasa’yı uygulayarak tekrar kazandırmasıdır. AYM’nin yasamadan beklediği, halkın iradesini yansıtan yasama organın, halkın iradesiyle seçilen kendi üyesine sahip çıkmasıdır; Anayasa’nın 83/4 maddesi gereğince yeniden seçilerek tekrar kazanılan yasama dokunulmazlığını tanımayan mahkeme karşısında, TBMM’nin Anayasayı ve yasama organını savunmasıdır. AYM’nin bu kararına göre, derece mahkemesi anayasal yükümlülüğünü yerine getirmekte direnirse, TBMM ihlal edilmiş olan seçilme ve siyasi faaliyet hakkının iadesi için adım atmalıdır, TBMM, tıpkı diğer devlet organları gibi kamu gücünü kullananlardan biri olduğuna göre, AYM kararının gereğini yerine getirmekle yani ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmakla yükümlüdür (Anayasa md 148/3, 153/son; 6216 sayılı Yasa, md 50/1, 66/1).
Yasama organı, şu anda AYM kararına karşı geçmişte, yani 90’larda yaptığı gibi, ihmal ederek görmezden gelerek, ayak sürüyerek bir tavır almıyor, TBMM Başkanı uygulamak için adım atmayacağı anlamına gelen açıklamalarda bulunuyor. Yarın HSK da benzer bir yaklaşım içine girerse şaşırır mıyım bilemiyorum.
Köprüden son çıkış
Oysa Berberoğlu (3) kararını önemli kılan bir başka husus daha var. Karar, AYM kararlarının uygulanmaması yoluna sapılırsa, artık İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi nezdinde AYM’ye bireysel başvuru yolunun etkili bir başvuru yolu sayılmaktan çıkacağı uyarısında bulunmaktadır (para. 93). Ayrıca buna ek olarak, açıkça “hukukun üstünlüğü ilkesinin ve bu ilkenin temel alındığı anayasal düzenin ağır bir biçimde ihlal” edildiğini teyit etmektedir (para.141).
Bu nedenle AYM, anayasal düzenin yeniden tesisi için sadece yargının yönetiminden sorumlu HSK’yı değil, TBMM’yi de göreve davet etmiştir. Bunlar, kararlarının uygulanmasını sağlamak için AYM’nin başvurabileceği son hukuki araçlardır, diğer bir deyişle köprüden önce son çıkıştır. Ya bütün devlet organları üzerine düşen sorumluluğu yerine getirerek anayasal hukuk düzenine geri dönüşün yolunu açacak ya da geri dönüş için çok daha büyük bedeller ödenmek zorunda kalınacaktır. (Sİ/EKN)