Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Amcalara pipi göstermek, sünnet olmak, kızlarla “takılmak”, askere gitmek, dönüp evlenmek, sonra da baba olmak, falan filan. Ve tabi bu aşamalar boyunca, erkekliğin kitabında yazan türlü gereklilikleri yerine getirmek. İşte ne bileyim, futbol takip etmek, bir sürü adam toplanıp türlü ayılıklar yapmak, “karı-kız” muhabbeti kurmak, porno izlemek ve sair şeyler.
Bahsettiğim erkeklik döngüsü içinde, bu devridaimi bozduğum tek nokta belki de askere gitmemek oldu.
Çok şükür dünyanın hiçbir ordusunun üniformasını giymemeyi başardım. Ama baba olmayı hep istedim. Çocukluğumun en yeşil, en körpe zamanlarından beri, yalnızca, “Oğlum olursa adını falanca koyacağım,” düzeyinde de olsa baba olmayı hep düşledim.
Ve bu yıl, mart ayında bir oğlum oldu. Adını Ethem koyduk. Gezi zamanı, polis Ahmet Şahbaz’ın kurşunuyla kasıt güderek katledilen arkadaşım Ethem Sarısülük’ün adını verdik ona. Adının onuruyla yaşasın.
Baba olunca, en klişe tabirle söyleyecek olursam, hayatım tamamen değişti. Elbette yalnızca uykusuz geceleri, sabahlara kadar sırt sıvazlayarak gaz çıkarmaları, bir dudağı yerde bir dudağı gökte ağlayışları falan kastetmiyorum. Dünyayla, Ethem’le, babalıkla, erkeklikle, gelecekle, ülkenin siyasi iklimiyle, uğraş edindiğim yazarlık ve çevirmenlikle ve her şeyle olan ilişkim yeniden biçimlendi. Hatta her geçen gün yeniden yeniden biçimleniyor diyebilirim sanırım.
Şöyle anlatayım, ben erkeklik vurgusu biraz fazlaca baskın bir babanın çocuğuyum. Babam, kardeşimden de benden de esaslı birer erkek olmamızı, “ibnelik” sayılacak şeyler yapmaktan kaçınmamızı, bastığı yerden ses vurduğu yerden kan getiren adamlar olmamızı bekledi hep.
En azından belli bir yaşa kadar. Sonra olamayacağımıza, olmayı reddettiğimize ikna oldu.
Okul yıllarımızda dövdüğümüz her çocuk için bize para verirdi. Açıkçası kimseyi dövdüğüm, döveceğim yoktu. Her gün, hikâyeden yeni bir kavga uydurur, sınıftaki herkesi teker teker dövdüğümü anlatır vereceği üç-beş kuruşa konmanın yolunu yapardım.
Yırtıcı bir erkek olamadımsa da hikayeci oldum böylece.
Doğumdan yaklaşık bir hafta kadar önce babam ve annem evimize geldi. Babamı aldım zorla yürüyüşe götürdüm. Maksadım bir iki tüyo kapmak, babalığı, bu işi hemen hemen kırk yıldır bilfiil sürdüren birinden akıl almaktı elbette.
“Baba,” dedim, yürüyüşün bir yerinde, “çok heyecanlıyım ben. Nasıl olacak bu işler?” Babam o kadar oralı değildi tam olarak ne sorduğumu bile anlamadı. “Ne, nasıl olacak,” dedi, “Çocuk işte doğacak, büyüyecek kendi kendine. Sağ olana gün geçiyor.”
Bir an olsun iyi niyetle, beni rahatlatmak için, önümde büyüyerek bir dağa dönüşen “babalık” belirsizliğinin altında ezilmeyeyim diye böyle söylediğine inanmak istedim.
Yok, değil. Babam hakikaten de çocukların doğup, kendi kendine büyüdüğünü düşünüyordu. Düşünüyormuş yani, bunu Ethem doğduktan sonra anladım.
Derken Ethem doğdu. Doğum sezaryenle gerçekleştiği için annesi günlerce kıpırdayamadı yerinden. Dolayısıyla emzirmek dışındaki tüm annelik görevlerini ben devralmak durumunda kaldım.
Durumunda kaldım deyişimde bile dilin altına gizlenen bir erkeklik kibri var elbette. “Annesi müsait değildi, ben bakmak zorunda kaldım. Aslında bebeğe bakmak annenin görevi. Çünkü bebekler zaten kendi kendine büyür. Anneler, onlara ihtiyaçları olan şeyleri temin eder ve onlar da babalarının müdahalesine ihtiyaç duymadan büyürler,” demek.
Ben sosyalistim. Sosyalizmin ideolojik çerçevesi bana kendi hayat görüşümü inşa etmekte son derece vicdani ve güvenilir bir zemin sundu. Feminizme, kadın mücadelesine de yabancı değilim. Uzaydan gelmedim elbette. Fakat annelik denen şeyin, erkeklerce tanımlanmış bir görev olduğu bilincine ancak baba olduktan sonra, hatta itiraf edeyim, anne olduktan sonra vardım.
Yaklaşık altı ayı geride bırakan Ethem’in hayat macerasında, altını değiştirmekten yıkamaya, mama verip beslemekten gazını çıkarmaya, tırnaklarını kesmekten giydirip soymaya, uyutup uyandırmaya akla gelecek tüm işlerde görev aldım.
Ve bunu, “annesine yardım ediyorum,” bilincinden sıyrılarak yapmam hakikaten de aylarımı aldı.
Zamanla gelinen noktada bu durumu yeniden tanımladığımı fark ettim.
Annelik, -emzirme gibi fiziksel-organik eylemler dışında- kesinlikle kadınlara has, kadınlara mecbur bir şey değil.
Annelik, bebeğin bakımının, onun gelişme aşamalarındaki tüm ihtiyaçlarının karşılanması noktasında ortaya çıkan görevlerin toplamı. Elbette hormonal, duygusal ya da doğum (gebelik, amniyon sıvısı, plasenta, göbek bağı vb.) kaynaklı özel bir bağ var kadınla bebek arasında.
Ama bu bağ kadının üzerine sonunda yoklama yapılıp puan verilecek bir vazifeler bütünü yıkmaya mazeret değil. Annelik ve bebek bakımı kavramlarını birbirinden ayırmak en sağlıklısı belki de. Öteki türlü dehşet verici bir erkeklik dayatmasına dönüşüyor.
Ben oğlumun annesi oldum. Dile dökülünce komik ya da dikkat çekmeye dönük fazlaca idealist bir söz gibi duruyor. Ama işin aslı bu. “Bebeğe bakmak,” ya da “onun ihtiyaçlarını 7/24 karşılamak için tetikte olmak,” annelikse, ben de oğlumun annesiyim.
Ona, emzirmek dışında, annesinin sunduğu, sağladığı her şeyi, hiç gocunmadan, üşenmeden verebilirim. Tabii bu işin bir de “babam” boyutu ortaya çıktı hal böyle olunca.
Babam, Ethem’in altını değiştirmemi, “sempatik,” buluyor erkekçe cephesinden bakınca. Çünkü bu davranışımın altında, eşine yardım etme alicenaplığını gösteren modern bir babanın sevimliliğinin yattığını düşünüyor. “Düşünceli çocuk, nasıl da eşine yardım ediyor,” diye geçiriyor aklından.
Biz erkekler kadınlara ne yapıp ne yapmayacaklarını, yapacaklarını ise nasıl yapmaları gerektiğini söylemeyi, onlara görevler tanımlamayı seviyoruz.
Erkek şiddeti başlığı altında yalnızca fiziksel ya da psikolojik şiddetin dayatılmasının değil kadınlara türlü donlar biçmenin de bulunduğunu sanırım kabul etmek durumundayız bu nedenle.
Annelik diye ortaya konan görev tanımının aslında babalık denilen iktidar alanı oluşturma çabasının bir sağlaması olduğunu hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim.
Yani, kadın anne olmalı ki erkek de rahat rahat baba olabilsin.
Çünkü babalığın saf otorite ve sevgisiz bir iktidar figürü olduğu gerçeğinin ışığında düşününce bebesinin altından kaka alan bir adamın “babalık” makamı nezdinde pek hükmü olduğu söylenemez.
Şu halde babalık, kadını anneliğe iterek kendine alan açmaktır.
Ve bu alan iktidar mefhumunun at koşturduğu kontrolsüz ve şiddeti dışarıda bırakmayan bir alandır.
Erkek şiddetinin bin bir çeşidi var. Anlattığım türden bir erkek şiddetinin varlığından haberdar olabilmek için “baba” olmayı beklemiş olmam kendi adıma üzücü.
Elbette enerjimi bundan ötürü mahcup olmaya harcıyor değilim fakat “Bebeğimin annesine görevinde yardım ediyorum,” kibrinden kurtulup, annelik ya da bakım/büyütme görevinin müşterek bir iş olduğuna kani olmak için geçirdiğim süreye de hayıflanmıyorum diyemem.
Babam hala konuya, “Medeni oğlum eşine destek oluyor,” zaviyesinden bakıyor olsa da ben vaziyetin vahametini idrak etmiş durumdayım.
Tam olarak ne anladığımı da uzun uzadıya anlatmak isterdim ama Ethem uyandı, mama ısıtmam lazım. (MÜE/ŞA/APA)
Görseller: Kemal Gökhan Gürses