Kadın sivil toplum temsilcilerinin davet edildiği Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde düzenlenen demokratik açılım süreci toplantısına AK-DER'i temsilen katıldım. Sanrım hayatımda ilk defa aktivist olmanın bir hayrını gördüm çünkü salondaki tek basın mensubu bendim.
Başbakan konuşmasını yaptıktan sonra tam altı saat boyunca yerinden hiç kalkmadan tüm temsilcileri dinledi. Bu davranışıyla katılımcılardan birkaç kez alkış aldı. Yaklaşık 75 kadın örgütünün katıldığı toplantıda hiçbir kadın örgütü demokratik açılama karşı olduğunu söylemedi. Bilakis demokratik açılımı desteklediklerini ifade etti. Getirilen öneriler genelde kadın istihdamı ve bölgenin ekonomik gelişimine katkı sağlamak eksenliydi.
Başbakan konuşmasında üç oğlunu dağda kaybeden Diyarbekirli Sakine Ana'nın söylemini kin, nefret ve intikamdan münezzeh olduğu için övmüştü, Ben de buna binaen PKK'lıların cesetlerine işkence yapıldığı iddiasına karşılık kendisinin öldürülen askerleri gündeme getirmesinin ve adeta bu zulmü meşrulaştırmasının tutarsızlık olduğunu düşündüğümü söyledim. Ayrıca BDP ile görüşmemek hususunda hala ısrarcı olup olmadığını sordum. Kendisi PKK'lıların cesetlerine işkence yapılmadığından ve kullanılan ağır silahların bu tahribata yol açtığından oldukça emin görünüyordu. Ayrıca halkın çoğunluğuna hitap etmek zorunda olduğundan bahsetti.
Bir ara bölgedeki AKP teşkilatlarına yapılan bombalı saldırıları tek tek saydı ve ilçe başkanlarının ölüm tehdidi altında çalıştığından söz etti. Başbakan'ın tüm bu yapılanları açıkça söylemese de zımnen BDP ile ilişkilendirdiği izlenimine kapıldım. Bu sebeple BDP ile aralarına net bir mesafe çektiğini gözledim. Ancak kendisi olmasa da partisinin temsilcilerinin her partiyle ilişki içinde olduğunu özellikle vurgulaması de ipleri tamamen koparmak istememesinin göstergesi olarak okunabilir sanırım. Ayrıca KCK operasyonları sırasında BDP'lilerin maruz kaldığı kötü muamelelerin kesinlikle karşısında olduğunu belirterek, "Bu görüntüler bizim iktidarımıza yakışmamıştır" dedi. Habur'dan gelen PKK'lıların tutuklanması hakkındaysa ülkeye giriş yaptıktan sonraki açıklamaları yüzünden yargılanıp tutuklandıklarını, kendilerinin yargı sürecine müdahale etmeyeceğini ifade etti.
Karşısındaki tarafından yargılanmamak için kullanacağı kelimeleri bile seçmekte zorlandığını belirten Van Kadın Derneği'nden Zozan Özgökçe'nin, merkez söyleme oldukça mesafeli bir biçimde yaptığı konuşmasında PKK'lılara "terörist" denmesinin mümkün olmadığını söylemesine binaen, değerlendirme bölümünde Başbakan "Kötüye kötü demeliyiz" diyerek karşılık verdi. Ancak PKK'lı gençleri "radikal kötü" olarak görenler genelde "Canları cehenneme" tavrında olduğundan, "Her fırsatta "Gençlerimiz ölmesin" diyen bir Başbakan'dan daha anlamaya açık bir tavır beklerdim doğrusu.
Toplantının benim için en sevindirici yönüyse Başbakan'a yönelik en önemli eleştiri ve en "Cesur" önerilerin bir kısmının başörtülü katılımcılardan gelmesi oldu. Başkent Kadın Platformu'ndan Nesrin Semiz, "Başörtüsü meselesinde meselenin muhataplarıyla görüşmeden hareket ettiniz ve şu anda çözüm başka bahara ertelendi. Kürt meselesinde lütfen böyle yapmayın" diyerek BDP'nin en üst düzeyde muhatap alınması gerektiğini söyledi. Şırnak dağlarındaki ormanların ateşe verilmesinden Van'daki sosyoloji kongresini düzenleyenlerin Kürt meselesini tartıştıkları için hapse atılmasına kadar pek çok zulümden bahseden yazar Emine Uçak ise "Sizin tam da devlet büyüğü olarak görüşmem demek lüksünüz olmamalı" dedi.
Yaptığım "off the record" görüşmelerden çıkardığım sonuç şudur: Açılımın kesintiye uğradığının bilincinde olan hükümet, demokratikleşme adımlarını atmakta kararlı olsa da "esasa girenler" yüzünden yasa çıkaramadığı bir düzende ve şiddetin dozunun her gün arttığı bir dönemde "Merkez"e daha yakın konumlanmak zorunda hissediyor. Ancak uzun vadede çözümün diyalog ve demokratikleşmeyle gerçekleşeceğinin kesinlikle fakındalar. Referandumdan çıkacak sonucuysa bu adımları atıp atmamak yönünde bir işaret olarak okuyacaklar. (SP)