“Benim yalnız ve güzel ülkem” bir değil iki tane: Türkiye ve Abhazya. Ve benim anadilim Abhazca, UNESCO Dünya Tehlike Altındaki Diller Atlası'nda. Türkiye’de konuşulan 36 dilden 15’i kaybolma tehlikesi altında, işten onlardan biri de Abhazca. Genç kuşaklar arasında bu dili bilen çok az. Evet tablo iç açıcı değil ve fakat ben ümitvarım. Dolayısıyla bu, anadilinde ağıt değil ama sevgi, aidiyetini çoklu kimliklerle kucaklama ve hayatıma kattığı zenginliğe hürmet yazısı…
Bu hafta okullar açıldı ve milyonlarca çocuk yeni “Maarif Modeli” ile okullara doluştu. Eğitim alanındaki birçok “ciddi” sorun arasında “anadilinde eğitimi” konuşmak lüks gibi! Türkiye’de her zaman anadilinde eğitim sorunu oldu ve bu sorun sıklıkla Kürtçe ile anıldı. Oysa bu ülkede artık ölü dil olan Ubıhça gibi pek az bildiğimiz diller de var. Abhazca da az konuşulan dillerden biri çünkü nüfusumuz da az.
Bu ülkede sayıları 400-500 bin olduğu tahmin edilen Abhaz yurttaşlardan biriyim. Devletin resmi kayıtlarına göre, yedi ceddim Abhazya Sohum’dan göç etti: hemen yanı başımızdaki “küçük ve yalnız” ülkemden… Atalarımın birkaç kent değiştirerek geldiği Düzce’nin çok güzel bir Abhaz köyünde doğdum, tüm aile ve akrabalarımın Abhazca konuştuğu bir ortamda büyüdüm. Anadilim Abhazca...
Anadilimde konuşma diline hakimim, akıcı şekilde konulabiliyorum fakat günlük konuşma dilinin ötesinde edebi metinleri okuyup, anlayamam. Bizim toplumumuzda “Türkçenin şive katmadan düzgün konuşulması gerekir” anlayışı hâkim. Bu nedenle her birimiz, Türkçe konuşurken diksiyona ve şive katmamaya dikkat ederiz.
Anadilim kaçınılmaz olarak kimliğimi ve kültürümü de şekillendirdi. Hatta hayata bakışımda Çerkes-Abhaz olmak hâlâ çok belirleyici. Ve ben anadilim Abhazcanın ve onunla bir bütün olarak kültürümün yok olacağı kaygısını taşıyan biriyim. Neden mi? Anlatayım…
Tek bir kelime ile bir kültürü tanımak!
Anadili muhafaza etmenin en temel gerekçesi bir kültürü korumak; bugüne değin tüm biriktirdikleri, zenginlikleri ve her şeyiyle hafızayı korumak aslında…Bu bir tür romantizm değil. Zira kendimize ait hissettiğimiz ve Abhaz-Çerkes sıfatıyla adlandırdığımız bir kültür var ve kültürün korunması ve yeni nesillere aktarılabilmesi için o dilin de varlığını sürdürmesi gerekiyor.
Benim dilimde “pıhaşarop” kavramı “tek kelimelik bir uyarı cümlesi” olarak çok sık yinelenir: yani “ayıp” kavramı hayatımızın neredeyse odağındadır. Ayıp olan şey, tek bir tane değil çokçadır. “Ayıp listesinin” hem gerekli hem de bazen ne kadar uzun ve “ayıp olmasın” diye yerine getirilmesi gereken tüm o şeylerin ne kadar zahmetli olduğunu, Türkiye’de ortalama nezaket seviyesini tecrübe ede ede öğrendim.
Ama bir şey daha öğrendim: anadilimdeki pek çok şeyin “ayıp” olarak kodlanmasının karşılığının evrensel düzeyde nezaket kuralları ile koşut olduğunu ve hatta ondan da ileri olduğunu… Benim kültürümde her koşulda nezaketi korumak ve her durumda saygıyı muhafaza etmek tüm bir kültürü tanımlarken en başat unsurlardan biri bana göre.
Bu ülkenin seviyesi giderek düşen “saygısız, seviyesiz, nezaketsiz” ortalamasına inat, Abhaz-Çerkesler olarak bugün hâlâ nezaket ve saygıyı koruma konusunda ısrarcı ve hatta takıntılı kalmamızın nedeni, işte anadilimizdeki bu tek kelime: “pıhaşarop”, ayıp! Çerkes-Abhaz kültürünü dili de koruyarak muhafaza etme kaygısının temelinde bu bilinç yatıyor: o tek kelime de unutulursa, yok olursa, bu kültürün de temeli yok olacak! İşte sadece “pıhaşarop” kelimesi bile, anadilin yok olması durumunda koca bir kültürün de nasıl yok olabileceğini gösteriyor bana göre…
“Anadilim Abhazca Yaşasın” diyenler neden az?
İşte bu nedenle, öncelikle yurttaşlar kendi anadilini yaşatma konusunda istekli olmalılar. Asimilasyon -entegrasyon tartışmalarının çok ötesinde, diaspora olmanın da ötesinde, dilin yaşatılması asıl olarak binlerce yılda şekillenen kültürel birikime ve hafızaya hürmet olmalı…
Tabii asıl aktör devlet-siyasi iktidar, tüm dilleri koruma ve yaşatma yükümlüğüne sahip.
Peki, Abhazlar kendi çocuklarına anadilini öğretiyor mu? Gençler, anadilini öğrenmek için çaba sarf ediyor mu? Maalesef buna olumlu yanıt vermek güç. Ebeveynler çocuklarına uluslararası geçerliliği olan dilleri öğretmeyi tercih ediyor. Birçok Abhaz çocuğu, zaten evinde de konuşulmadığı için, anadillerine dair kimi zaman tek kelime bile bilmiyor. Hatta yemek isimlerini bile orijinal halleriyle bilmiyor ya da telaffuz edemiyorlar. Türkiye böyleyken ana vatan da farklı değil. Bizim küçük ve yalnız ülkemiz Abhazya’da da Rusça’nın etkisi çok ağır.
Abhazca ekonomik ve sosyal düzeyde getirisi olan bir dil olsa idi, öğrenme çabası şüphesiz ki yüksek olurdu. Bununla birlikte, öğrenmek ve dilini geliştirmek isteyen için seçenekler az da olsa var: MEB müfredatına eklenen seçmeli derslere katılım, Tehlike Altındaki Diller (TADNET) gibi online ulaşılabilen yayın ve videolar, Türki Dil Kurumu’nun (TDK) hazırladığı “Türkçe-Abhazca, Abhazca-Türkçe Sözlük”, hatta yakınlarda Google çeviriye eklenen Abhazca seçeneği…
Bu tablo içinde genç nesilden müstesna bir örnek var: İngiliz Dili alanında akademisyen Abhaz genç Kerem Topçu, neden Abhazcayı öğrenmek için özel bir gayret gösterdiğini anlatıyor :
“Ailemde bu dili kendi jenerasyonumda konuşmaya ve öğrenmeye çabalayan tek kişiyim. Kuzenlerim ve hatta dayılarım hiçbiri konuşmuyor. Mesele kendi halkımı yaşatmak kadar, kendi ailemin Abhazlığını da korumak… Buna ek olarak, kendi halkım, kendi ülkem ve kendi toprağım için somut bir şeyler yapmayı hedefliyorum. Bunun yolu da Abhazcayı öğrenmekten geçiyor çünkü Abhazca yaşadıkça, Abhazlık da yaşayacak!
Benim neslim, savaşan, toprağı ve halkının bağımsızlığı uğruna can veren bir nesil değil; ancak bunu yapan nesli onurlandırmanın en dosdoğru yolu, Abhazlığımızı korumaktan, uğruna can verdikleri halkımızın özünü muhafaza etmekten ve dolayısıyla Abhazcayı öğrenmekten geçiyor. Abhazca benim hem kişisel hem ailevi, hem de ulusal meselemdir.”
Anadili nasıl yaşar?
Bireysel olarak dilimi unutmamak için ailemle konuşmalarımı Abhazca sürdürmeye gayret ediyorum. Bu aile fertlerim için de geçerli. Biz çocukluğumuzu yad etmek için değil, aidiyet hissettiğimiz bir kültürü korumak ve yaşatmak bireysel çabalarımızla sınırlı.
Ben anadilimde yazmıyorum ve okumuyorum; anadilimde rüya da görmüyorum. Yine de Abhazca ile kurduğum bağ çok güçlü, hâlâ bazı olayları tasvir ederken, Türkçede tam karşılığını bulamadığım durumları Abhazca atasözleri ya da deyimleriyle ifade ediyorum. Anadilimde konuşmak için yakınlarımda kimseyi bulamazsam, kendi kendime konuşuyor ve atalarımın ne kadar zengin bir edebi tasavvurları olduğunu düşünüyorum.
Evet bu sınırlı çabalar tabi ki yetersiz dili yaşatmaya! Daha fazlası için bizim de gayret göstermemiz gerekiyor. Bu gayretin şekillenmesinde ise yeni ve yaratıcı yollar bulunması, dile olan ilgi ve motivasyonu artırabilir.
Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) Eski Genel Başkan Yardımcısı ve dil öğretimi alanında akademisyen olan Yasemin Oral, Abhazcanın yaşayan bir dil olarak varlığını sürdürmesinin imkânsız görüyor:
“Aile içinde aktarımı artık küçük çaplı bireysel çabalara kalmış. Genç kuşakların neredeyse hiç bilmediği, duyduğunu da anlamayacak hale geldiği bir dilden bahsediyoruz. Bu haliyle, sistematik, büyük çaplı bir çalışma, ivedilikle yapılmazsa bunu geri döndürmenin çok mümkün olacağı kanaatinde değilim. Nesnel koşullara bakarsak, yaşamaya devam etmesi çok zor.
Bana göre, üzücü kısmı çok büyük bir kesimde dili öğrenmeye dair bir motivasyonun da kalmamış olması. İngilizce öğrenmek yerine Abazaca'yı öğrenmelerini sağlayacak bir cevap bulmak çok zor hale geldi.”
Bu tespitlerden hareketle, Abhazca dilinin yaşaması için, kimlik bilincinin gelişmesi ve toplumsal düzeyde bir karşılık bulması koşuluyla, yol alınabileceğini söylemek mümkün. Bu da yine Yasemin Oral’ın ifadeleriyle çok boyutlu bir stratejiyi gerekli kılıyor: “Hak mücadelesi ve farkındalık geliştirme, sivil toplum-akademi ve yurttaşların katılımı, dil öğrenmek isteyenlere etkili programlar geliştirme gibi çok boyutlu, büyük ölçekli, birçok birleşeni olan adımlar”.
“Apsuvara yüşmırdzın”
Özetle, bu ülkenin zengin etnik ve dil çeşitliliğin korunması, bütün olarak hepimizin sorumluluğunda. Şüphesiz, Çerkez-Abhazlar olarak, Türkiye’ye kattıklarımız birkaç padişah eşinin adını sıralamakla ve Çerkes yemekleriyle sınırlı olamaz. Koca bir kültürel miras var ve o miras kaybedilmemeli.
Abhaz edebiyatının kurucularından Dırmit Gulya’nin bir şiirinde:
“Benim tatlı, canım yurdum,
Ne var? Ne oldu?
Ne arıyorsun? Bir şeyini mi kaybettin?” der.
İşte o “kaybedilen” olmamak için “Apsuwara yüşmırdzın” dediğimiz bir ifade var Abhazca’da.
“Kültürünü, dilini koru, asilime olma” mealindeki bu ve buna benzer ifadeler, diasporadaki her etnik grup için ve hatta kendi ana vatanında yaşayanlar içinde de geçerli. Her toplumun, her halkın, her topluluğun binlerce yılda şekillendirdiği kültürü, hafızayı ve dili koruma sorumluluğu birçok aktör ortak dahil olmalı: siyasiler, sivil toplum, akademi, diğer yurttaşlar…
Her şeye rağmen, anadili ve kültürleri korumanın özgün yollarını bulabileceğimize dair ümitliyim. İnsan dilerse anadilini, hafızasını ve kültürünü muhafaza etmenin yollarını mutlaka bulur, korur.
Tamamlarken yazımı; "Apsuwara yüşmırdzın" diyorum...
(DK/RT)