Türkiye’de bugünlerde anadil denildiği zaman otomatik olarak “anadilde eğitim hakkı” akla geliyor. Bu doğuştan gelen hakkın verilmemesi ya da eğitimle sınırlandırılması birçok örnekte görüldüğü üzere çok büyük sorunlar ve eksiklikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette ki anadilde eğitim, bir dilin yaşatılması ve geliştirilmesi için yaşamsal öneme sahiptir. Ancak insanın fiziki bir acı karşısında çıkaracağı ses çoğunlukla anadilinde olacaktır . Ancak, bireylerin genel olarak kamusal alanda anadillerini kullanabilmeleri, kamusal hizmetleri alabilmeleri göz ardı edilmektedir. Örneğin anadilde sağlık hizmeti alabilme hakkı, bu anlamda yaşam hakkıyla bütünleşmiş bir durum arz etmektedir. Anadilde sağlık hizmeti talebi; sağlık hakkı, tedavi hakkı, hasta hakkı ve yaşam hakkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Bilindiği gibi Dünya Sağlık Örgütü sağlığı, sadece hastalık ve sakatlığın olmaması hali değil, “bedensel, sosyal ve ruhsal yönden tam bir iyilik hali” olarak tanımlıyor. Bu üç unsur yani bedensel, sosyal ve ruhsal iyilik, birbirini etkiler ve bir bütün oluşturur.
Bedensel ve ruhsal rahatsızlıklar, özellikle insanın kendi anadilinde ve yasadığı bölgede kullandığı betimsel ve tematik imgelerle ifade edilebilir. Bu rahatsızlıkların başka bir dilde ifadesinin eksik kalacağı açıktır. Örneğin psikolojik rahatsızlıkları olan bir hastanın, iç dünyasındaki karmaşayı anadili dışındaki bir dilde tam olarak ifade edebilmesi mümkün değildir. Ya da hastanın anadilini bilmeyen bir psikolog veya psikiyatrın, sağlıklı bir tedavi uygulama şansı da yoktur.
2000 yılında dedemin vefatından sonra babaannemin kendini toparlaması kolay olmadı. Çünkü Mardin’de tüm çabalarımıza rağmen anadili Kürtçe olan ve kendini Kürtçe iyi ifade edebilen bir psikiyatr bulamadık.
Babaannemle beraber bir psikiyatra görünmek için Diyarbakır’a gittik ve ne yazık ki Diyarbakır gibi bir büyük şehirde tüm çabalarımıza rağmen anadili Kürtçe olan bir psikiyatr bulamadığımız için bir doktorun özel muayenehanesine gittik. Doktorun bana ilk söylediği söz beni hastamla yalnız bırakın oldu fakat aradan birkaç dakika geçmeden tekrar beni odaya aldılar. Çünkü odada anadili Kürtçe olmayan bir doktor ve anadili Türkçe olmayan ve sadece kendini Kürtçe ifade edebilen, hiç Türkçe bilmeyen bir hasta vardı.
İlk başta doktor bunu yadırgadı ve kabullenmek istemedi. Bu durumu yadırgamasının bir çok sebebi olduğunu ama özellikle babaannemin bir kelime bile Türkçe bilmemesi çok tuhafına gittiğini söyledi. Bu konuyla ilgili uzun uzun sorular sorduktan ve neredeyse sorguya çekildikten sonra nihayet asıl konumuza dönüp babaannemin sağlığıyla ilgili konuya giriş yapmıştık. Doktorun sorduğu soruyu ben ilk önce Kürtçeye çevirip babaanneme soruyordum ve babaannemin cevabini tekrar Türkçeye çevirip doktora söylemek zorunda kalıyordum. Bu normal şartlarda çok basitmiş gibi görülebilir fakat sağlık hizmetinin ve tedavinin kalitesi bakımından hiçbir şekilde sağlıklı bir doktor-hasta görüşmesi değildi. Belki de ve büyük ihtimalle de benim de ortamda bulunmam babaannemin kendini rahat hissedemeyip kendini tam olarak iyi ifade edememesine sebep oldu.
Sağlık hizmetlerinden faydalanmada özellikle Türkçe bilmeyen veya anadili Türkçe olmayan nüfus dezavantajlı duruma düşüyor ve bunun çoğunluğunu da kadınlar oluşturuyor. Dil, sağlık hizmetlerinin erişilebilirliğini ve kalitesini etkileyen unsurların başında gelir. Hasta hekim ilişkisinin her iki taraf açısından da anlaşılabilir kılınması sağlık hizmetinin kalitesini ve sonuçlarını ciddi oranda etkiler. Hastalık zaten her insan için korku ve kaygı yaratan bir durum ve bu korkuları yenmenin en önemli unsuru, hastayı ve yakınlarını hastalık hakkında detaylı olarak ve onların anlayacağı ve özellikle de kendilerini rahat hissedecekleri şekilde aydınlatmaktır. Bunu yaparken de en önemli unsur hastalıklarıyla ilgili önemli bilgileri anlayacakları bir dilde anlatmaktır. (RA/HK)