Lafta çoğu zaman itibar gösterilen çevirmenlik aynı itibarı pratikte pek göremiyor maalesef. Elbette teknik metin çevirisinden altyazı/dublaj çevirisine, eşzamanlı çeviriden kitap çevirmenliğine her ayrı alanın kendine has sorunları var, ama çevirmenlerin hepsinin mustarip olduğu bir mevzu var ki, o da "tanınmamak" diyebiliriz.
Tanınmak derken çevirmenlerin kendi başına ayakta duran, özerk, kendisine teklif edilen ya da yapmakta olduğu iş üzerine fikir beyan edebilen, yaptığı işin sorumluluğunu üstlenebilen emekçiler olarak görülmemesini kastediyorum. Çevirmenler hakkındaki genelgeçer algılama onların türevsel, ikincil bir iş yaptıkları, ne olursa olsun "arkaplanda" kalmaları gerektiği yönünde.
Halbuki sözcenin gerçekliğin kurulmasındaki performatif rolünden hareketle çevirinin özgünlüğüne dair fikir üretmek de mümkün. Meselenin felsefi yanını bir kenara bıraksak bile, okuduğumuz, gördüğümüz metinlerin oluşumunda çevirinin payını hesaba katmak her bilinçli okurun-seyircinin görevidir herhalde (ya da zaten bunu doğallaştırdıkları için bu payı "düşünmeden" hesaba katıyorlardır).
Küresel bağlamda, son otuz yıl içinde çeviri araştırmalarının özerk bir alan olarak öne çıkışı çevirinin muhtelif veçheleriyle ele alınma sürecini tetikledi ve bu süreç Türkiye'de sayıları giderek çoğalan çeviri bölümlerinde de yankı buldu. Yerel bağlamda ise, bilhassa Çevirmenler Meslek Birliği'nin (ÇEVBİR) yürüttüğü çevirmen hakları mücadelesiyle çevirinin "görünürlüğü" nispeten daha "önplana" çıktı.
Gelgelelim, çevirmenlerin kimi alanlarda "elde ettiği", ya da onlara layık görülen konumlar bile hâlâ sorgulanabiliyor. Örneğin yazılı çeviri konusuna gelirsek, bu alanın ciddi bir alt alanı olarak görülebilecek kitap çevirmenlerinin adlarının belirtilmesi -kimi istisnaları saymazsak- çok şükür ki teamül haline gelmiş durumda (gerçi pek çok çevirmenin adını kitap kapaklarında görmüyoruz). Aynı şeyi gazete-dergi gibi mecralarda yayımlanan (İngilizcede "opinion essay" ya da "article" diye anılan) fikir yazılarının çevirisi için de söyleyebiliriz. Bu tür yazılar çevrildiğinde çevirmenin adı (hak ettikleri gibi) belirtiliyor kimi yayınlarda, fakat kimi ulusal gazeteler bu hassasiyeti göstermiyor.
Geniş anlamıyla ele alındığında yine birer çeviri olarak görülebilecek haber metinlerinden farklı olarak, yabancı medyadan fikir yazılarının çevrilmeye başlanması ülkedeki düşünce hayatının yüzünü dünyaya daha fazla çevirmesi bakımından hayli önemli bir duyarlılığı yansıtıyordu.
Radikal gazetesinin öncülük ettiği bu gelenek daha sonra Zaman gazetesi tarafından da sürdürüldü. Takip edebildiğim kadarıyla düzenli biçimde fikir yazısı çevirisi yayımlayan bu iki gazete dışında başka bazı gazeteler de bu tür çeviriler yayımlıyor. Dergi kampında neler olup bittiğini takip edecek maddi durumumsa yok ne yazık ki.
Çeviriye konu olan metinlerin içerikleri, ne gibi kaynaklardan alındıkları, toplamda nasıl bir panorama/kanon oluşturulduğu, çeviri metinlerin nitelikleri, telif hakları gibi sorun alanlarını bir kenara bırakırsak, iki cephenin de çevirmenlerin adlarını asla anmama noktasında birleştiklerini söyleyebiliriz. Bu durumun sebepleri nedir ve/ya bunda ne gibi bir sorun var ki diye sorulabilir.
Çevirmenlerin adlarının neden geçmediğini tam olarak tasvir etmek "göründüğü" kadar kolay değil. Bunun için, öncelikle, bu çevirilerin yapıldığı birimlerin çalışma şekli hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Fakat bu metinlerin ya ilgili birimde çalışan kişilerce ya da stajyerlere yaptırıldığını kestirmek de o kadar güç değil. Öte yandan, metinleri çevirenler ile onlara çeviri yaptıran kişiler arasında yapılan bir sözleşme gereğince çevirmenlerin adlarının anılmadığı düşünülebilir.
Adın belirtilmesi her örneğe teşmil edilebilecek mutlak bir kategori olamaz elbette, ama bu ad yokluğunun sözümona sözleşmede ne gibi bir saikle yer aldığını düşünmeye çalıştığımızda, ancak spekülasyon yapabilir ve mesela, çevirmenin okunan/görülen metnin sahiciliğini bozan, "doğal olmayan" bir unsur olduğu şeklindeki sorunlu bir tamlık kaygısından bahsedilebilir.
Fakat, örneğin Express dergisinde, Birikim dergisinde ya da Bianet'te var olmayan endişe (bu mecralarda çevirmenin adı istisnasız anılmaktadır), Radikal ve Zaman gibi gazetelerde niçin mevcuttur? Bu yokluğun temelinde bir endişe değil de başka bir şey olabilir; ama çevirmenlerin adlarının anılmaması "nesnel olarak" çevirinin (zaten zayıf olan) toplumsal itibarınının zedelenmesine, böylece çevirmenlerin maruz kaldığı ağır iş koşullarının sürmesine "katkıda" bulunmaktadır.
Çevirmenlerin gözünden bakıldığında işin esas sorunlu tarafı da burasıdır. Çevirmen-yaratıcılarıyla birlikte gün yüzüne çıkacak çeviri metinlerin, başka yapıcı etkenlerin de devreye girmesiyle, genel olarak çeviri niteliğini artırma ihtimali de azımsanmamalıdır.
Uzun zamandır zihnimi kurcalayan bu mesele, Radikal gazetesinin yeni dönemiyle birlikte bu yazıya vesile olacak kadar gözümde büyüdü. "Sokak yazarları"nın koca koca "şık" fotoğrafları var. Hatta muhabirlerin de -gerçi, biraz daha küçük ebatta (e-posta adresleri de cabası). Ama çevirmenlerin adları yine anılmıyor; ne dış haberlerin yorum sayfasında, ne de Radikal Hayat ekinde.
Bu görünmezlikten şikâyetçi bir okur mektubu göndermeme rağmen hiçbir yanıt alamadım ve şikâyetimi arkadaşlarımla, tanıdıklarımla paylaşmaya karar verdim. Bu şikâyetimi paylaşan herkesten çevirmenlerin adlarını anmayan gazete ve dergilerin ilgili birimlerine şöyle bir mektup göndermelerini - ve elbette meramlarını isterlerse kendi cümleleriyle ifade etmelerini- rica ediyorum:
"Gazetenizde/Derginizde yabancı medyadan yapılan fikir yazısı çevirilerini okumaktayım. Fakat bu çevirileri yapanların kim olduklarını göremiyorum. Yazarların, hatta muhabirlerin fotoğrafları varken, çevirmenlerin adı bile yok. Çevirinin öneminin bilincinde olan ve çevirmenlerin itibarının güçlendirilmesi gerektiğini düşünen bir okurunuz olarak çevirilerin çevirmenleriyle birlikte anılması gerektiğini düşünüyor ve bu yönde değişikliğe gitmenizi talep ediyorum."
Tahmin edebileceğiniz gibi, bu yazıyı da talebimi olabildiğince kamusallaştırmak için yazıyorum. Yani, bu konuda derdi olanların harekete geçmesini istiyorum. Evet, pek çok şirket "yönetişim" bahanesiyle çalışanlarının yüzlerini, adlarını istismar ediyor: "Ben Özge, sizin için buradayım"; "ben Ahmet, mutluluğunuz için çalışıyorum", vb.
Ayrıca, adlarının anılması çevirmenlerin tüm sorunlarını elbette çözmediği gibi, başka sorunları da örtbas ediyor olabilir. Fakat benim derdim, adlarımızı kullandırmak, ağzımıza bir parmak bal çaldırmak değil; bilakis, özerk yaratıcılar olarak tanınmak ve böylelikle çevirmenlerin kendi üretim koşulları üzerinde daha fazla denetim sağlamasına naçizane katkıda bulunmak. Böyle bir çabanın salt simgesel bir çaba olmadığı da apaçık ortada. (EÜ/EÖ)