*Görsel betimleme: Görselde, yaşlı iki kadının portresi yer alıyor. Her iki kadın da beyaz başörtüsü takıyor ve siyah giysiler giyiyor. Sol taraftaki kadın ileriye doğru bakarken, sağ taraftaki kadın elini ağzına götürmüş ve hüzünlü bir ifadeye sahip. İkisi de ellerinde kırmızı karanfiller tutuyor. Kadınların yüzlerinde belirgin kırışıklıklar ve yaşanmışlık izleri var. Görsel, Cumartesi Anneleri/İnsanlar anmasını yansıtıyor. Kadınların yüzlerindeki ifadeler derin duyguları ve yaşanmış acıları yansıtıyor.
“O meydanda serilidir postumuz,
Çok şükür mevlaya gördük dostumuz”
Dün gece bir rüya gördüm, neredeyse yirmi yıl evvel kendisiyle sözlü tarih görüşmesi yaptığım ve “İsyan Sürgünleri” kitabımda yer alan yaşı doksana yaklaşmış beş evladından dördünü dağda ve mahpus damlarında yitirmiş Sakine Ana kitaptan sesleniyordu: “Bak evladım sana bütün hikâyemi iki saatte anlattım. Bir de bunları yaşamak var…” işte, bununla başla diyordu.
Sonra, uyandım ve dediği gibi başlayıp yazmaya koyuldum; budur…
Kürtlerde, geçmişi kadim zamanlara uzanan bir ritüel var. En acımasız çatışmaların, büyük kan davalı hallerin, uzlaşma ışığı görülmeyen vakitlerinden bir yerinde bir ana çıkar, başındaki beyaz tülbentini eliyle sıyırıp alır başından ve zarif, apak bir kuğunun kanatları misali çeperinde hafiften, inceden efil efil hissedilen esinti ile bırakır orta yere.
Herkesler susar. Zaman dahi susar. Artık körolası kindar ve kandar bıçaklar zamanının susma vaktidir. Zamanın, kanın daha fazla akmasından bitap düştüğü vakitlere gebe hal û vaktidir şimdi.
İşte biz Kürtler, o beyaz başörtüsüne, o tülbente “lêçek” deriz. O, konuşunca herkesler susar. Çünkü lêçek’in dili yine Kürtçenin zarafeti ile “Aşîtî”nin barışın dile gelişidir de ondan.
Size bunları kalbimizin batısında bin haftadır yitiklerinin yitmediğini, yitirilmekten öte unutturulmaya çaba gösterildiğine karşı ruhunda, bedeninde, yüreğinde bilip hissederek direnen anaların sesi, çığlığına kelam olsun diye yazıyorum.
Biz Diyarbekir-Amed Kürt’lerinin bir sözü vardır; “İki inat, bir murat’tır…” deriz.
İşte o adı “Cumartesi Anneleri” olarak kabullenilenlerin Cizre çarşısında ya da Diyarbekir Koşuyolu parkındaki izdüşümleri o bininci haftalık sesi hançereye gömülü sessiz çığlığın, yaşı pınarına hapsolmuş göz çukurunun varoluşsal direngen halinin adıdır inadına murad.
Sahi, sizce o Türkçede “Ana” dediğiniz; Kürtçedeki “Dayê”, Ermenicedeki “Mayrig” sadece doğuran, emziren, uyutan, besleyip büyüten midir? Evet, bütün bunları yapandır elbette. Ama bir de, evet bir de; “belalı başımıza, dünyalar dar olanda” o darlığa meydan okuyarak biz buradayız “ya derdimize derman, ya katlimize ferman” diyenler değil midir onlar…
Çünkü onların ki karanlığın yüreğine inat anaların şefkatli hakikatli yüreğidir… Bin haftadır o beyaz lêçekler/lêçekliler orada işte…
Orada…
Ellerinizden, ellerinizden öperek…
Not: Bu yazı Cumartesi Anneleri inisiyatifinin talebi üzerine 1 Mayıs 2024 sabahı bir Diyarbekir şafağında 1000. Hafta için yazıldı. Pek kıymetli arkadaşım Nazal Kesal da 1000. Hafta için seslendirdi.(ŞD/AÖ)