Polis Taksim'den çekilince siyasi alanın her rengine açılmıştı AKM'nin yüzü. Barikatlarda uykusuz kalanların sağladığı güvenle, Gezi Parkı ilk kez bir park olmuştu: insanların çekinmeden sahiplendiği bir ortak alan.
"Ay, resmen devrim" miydi, "Mustafa Kemal'in askerleri" duruma el koyar mıydı, "az daha dirensek hükümet düşer" miydi derken iktidarın şiddeti AKM'den parka doğru yayıldı.
Her yer, her an, hepimiz
Haftalar sonra güzel bir vesileyle parka döndüğümüzde içimizden şarkılar taşıyordu. Polis ablukasının altında kiminle göz göze gelsek orası Gezi oluyordu. Nihayetinde o akşam çapulcular bir otoparka doluverdi, otopark Gezi oluverdi.
Aslında direniş boyunca Avrupa meydanlarında da duyuluyordu sesimiz, başka parklar da Gezi oluyordu. Bu toplumsal hareketin siyasete nasıl yansıyacağı Yoğurtçu Forumu'nda konuşulmaktaysa, sanal forumlarda da farklı ülkelere dağılmış genç akademisyenler bunları konuşuyordu.
Amsterdam'daki okuluma döndüğümde Hollandalı çalışma arkadaşlarımı en az benim kadar heyecanlı buldum. Olayları günü gününe takip etmiş, bizim için hem sevinmiş, hem de kimi zaman endişelenmişlerdi. Sohbetlerimiz ise hep aynı soruya varıyordu: Neye evrilecek bu hareket?
Gezi Parkı ile sembolleşen toplumsal hareketi objektif bir gözle anlatmayı tarihçilere bırakacağım, kaba bir taslağını gün be gün gazeteciler yazıyor zaten.
Neye evrileceğini tahmin etmek içinse nasıl başladığının ve nasıl dönüştüğünün bilgisi olmalı elimizde. İstanbul'daki parkın hikayesi görsel ve yazılı formlarda kayıt altında; gördük, hissettik, okuduk.
Ancak, başka şartlar altında oluşan bir parkın İstanbul'daki ve diğer Türkiye şehirlerindeki parklarla ortak evrimi belki de yıllar sonra bugünleri nasıl hatırlayacağımıza dair ipuçları taşıyor olabilir.
Amsterdam'daki Gezi
Haziran'ın ilk günlerinden itibaren Hollanda'da, Amsterdam şehir merkezindeki Beursplein meydanında, Rotterdam'daki Türkiye konsolosluğunun önünde ve hükümetin bulunduğu Lahey şehrinde Türkiye'deki protestolara destek eylemleri başlamıştı.
"Gurbetçi" seçmen, salt gümrük kapılarından elde edilen sonuçları Türkiye'deki oy dağılımıyla karşılaştırıldığında AKP'ye daha da eğilimli görünüyor olabilir. Ancak, Avrupa'daki Gezi protestocularını sadece geçici olarak burada bulunan öğrencilerle sınırlı kabul etmek pek de mümkün değil. Aynı Gezi'de olduğu gibi: Kürtler, ulusalcılar, Aleviler, ateistler, solcular ve Gezi öncesinde politikayla ilgilenmemiş gençler; kısaca, Türkiye'deki iktidarın bireysel özgürlüklere böylesi bir şiddetle müdahale etmesine karşı çıkan herkes var bu toplulukta. İnsan haklarını daha da içselleştirmiş Avrupa'da doğan ikinci nesil, başka ülkelerin göçmenleri ve bizzat Hollandalılar dahi bulunuyor protestocular arasında. Aynı, Gezi'deki yabancı ülke vatandaşları, protestolara katılan Erasmus öğrencileri gibi.
Bu açıdan bakınca, Amsterdam'daki 'Geziciler'in profili Erdoğan'ın ve iktidar yanlısı medyanın iddia ettiği gibi "üç-beş çapulcu, darbeci, CHP sempatizanı, marjinal, şiddet yanlısı" vb. tanımlarına uymuyor. İnsan hakları savunucuları, hakların kendisi kadar evrensel belli ki. İnsanlar bir araya gelinince oluşan kolektif bilinç ise, farklı şehirlerde düzenlenen forumlarda, Lahey Büyükelçiliği'nin duvarına yansıtılan penguen belgeselinde, beraber pişirilen yemeklerde kendini gösteriyor; aynı Türkiye'de olduğu gibi. Nasıl ki, boş bırakılan binaları işgal edip ortak alana çevirmek Hollanda'ya özgü değilse, beraber pişirip kardeşçe yemek de Türkiye'ye özgü değil; insana özgü. Gezi'nin duvarları dolduran, şarkıları yeniden yazdıran gücü, sanatı da burada elbette.
Beursplein'de defalarca "Çapulcu musun vay vay"ı söyleyerek doğan bir koro, çeşitli ülkelerden müzisyenlerin ve Gezi'de de dans etmiş Hollandalı bir dansçının katılımıyla International GEZİ Ensemble adını aldı ve ilk konserlerini vermeye başladı. Bu soğuk ülkede mecburen parklarda değil, kapalı bir alanda buluşuyoruz artık. 15. yüzyılda Hindistan'ı sömüren gemilerin yüklerini boşalttığı hangarlar, şimdi modern sanat alanlarına dönüştürülmüş durumda. Böylesi bir hangar bizim parkımız oldu. Orada buluşup sohbet ediyoruz, duvarlara resimler asıyoruz, şarkı söylüyoruz, dans ediyoruz, ODTÜ direnişine destek veriyoruz.
Bir ağacımız eksik parkta. Meselemiz de zaten sadece ağaç değildi. Hem, akuaponik yöntemle domates de yetiştiriyoruz parkın bir ucunda, bostandan sayılır mı?
Protestocu profilinde, kolektif pratiğinde ve ürettiği sanatta buluşuyor İstanbul'daki Gezi ve Amsterdam'daki Gezi. Mekanlar Park oluyor, zaman şimdi, ve bireyler biz. Çünkü dönüp bakınca, gri boyadan geriye gök kuşağı kalıyor duvarımızda, ölenlerimizden geriye gülüşleri. Bir gün Gezi'ye polis yığdılar, sonra etrafına beton; ama, Park içimizdeymiş aslında: İstanbul'da veya Amsterdam'da. (EKS/HK)
* VU University Amsterdam, Sosyoloji doktora öğrencisi