Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet Gazetesi genel yayın yönetmenliğinden istifasını, 1980 sonrası medya sahipliğinde gözlenen yeniden yapılanma sürecinin bir devamı olarak görüyorum.
Askeri darbe sonrasındaki yeni siyasî, ekonomik düzen nasıl Simaviler ve Karacanları bir anda basın tarihine gömüp, Aydın Doğan veya Cem Uzan gibi yeni medya patronları yaratmışsa, bugün de hükümetin başını çektiği sivil bir darbe ortamının aynı figürleri sırasıyla ortadan kaldırdığını ve yerine yenilerini yerleştirdiğini görüyoruz. 1980-2009 arasında değişen hükümetler ve siyasi dalgalanmalar, konjonktüre göre kuşkusuz diğer irili ufaklı medya imparatorlarını yarattı. Asil Nadir, Mehmet Ali Yılmaz, Kamuran Çörtük, Cavit Çağlar bunlardan sadece birkaçıydı. Onlar da sırasıyla sahnede yerlerini aldılar, nemalandılar ve görevlerini tamamlayıp sahneden indiler. Sahnede en uzun kalan Aydın Doğan oldu.
1980'den beri, Türkiye'de büyük medya yapılanması ve sahipliği, hep hükümetlerle kurulan ilişkilere doğrudan bağlı oldu. Gazetecilik başarısı da patronlarla yayın yönetmenlerinin değişen hegemonik zincire ne derece boyun eğdikleriyle ölçülür oldu. Her boyun eğiş, medya patronlarının zenginliğine zenginlik kattı; bankacılık, iletişim, enerji, otomotiv, petrolcülük alanlarında yeni şirketleri bünyelerine katarak büyümelerine olanak tanıdı. Ahlaklı, adanmış, gerçeklerin peşinde koşan ve devletin ideolojik, baskıcı aygıtlarının sorunlu pratiklerini gözler önüne seren gazeteciler basın dışına itilirken; şöhret, zenginlik ve "keyifli" hayat tarzı peşinde koşan gazeteciler baş tacı edildi. Bu sıkıntılı varoluş dinamiği, yaygın medyanın gerçekleri kamuya aktarmasında ve sorumlu gazetecilik anlayışında kaymalara neden oldu.
Nitekim, Ertuğrul Özkök, kendisinden önceki yayın yönetmenleri Nezih Demirkent veya Çetin Emeç'ten farklı olarak, bu baskıcı dinamikleri "gazeteci" duruşuyla değil, "işadamı" duruşuyla algılayıp, ona göre strateji belirleyebilen bir portre çizdi. TÜSİAD üyesi olmasına veya "ben patron ne derse onu yaparım" tarzı söylemlerine bakıldığında, kendisini bir gazeteciden çok, "yeni düzene" kolayca ayak uyduran ve bu düzene uygun çözümler üreten (moda tabirle innovative) bir yönetici olarak gördüğünü anlıyoruz. Bu "innovative" çözümlere, mesela bir tarz olarak Ayşe Arman veya Ahmet Hakan Coşkun gazeteciliği yaratarak, gazeteciliği daha eğlenceli bir alana çekmek de dahildi. Lakin, hükümeti zor durumda bırakacağı belli olan Deniz Feneri davası gibi olmazsa olmaz haberleri nasıl görmezden geleceğine ilişkin ciddi durumlarda ne yapacağını bilememek dahil değildi anlaşılan.
Özkök, iktidar partisi Adalet ve Kalkınma Partisi'yle (AKP) patronu Aydın Doğan arasındaki ilişkileri düzeltebilmek için çok çabaladı aslında. Emin Çölaşan gibi, beğenin veya beğenmeyin, çok okunan bir yazara bile kapıyı gösterdi mesela. İslamî kesimden pek çok yazar ve yöneticinin Doğan Medya Grubunda işe başlamasına önayak oldu. Onlara destek verdi. En son, Ahmet Hakan Coşkun'la umre ziyaretine bile gidip, dindar kesime yaranmaya çalıştı. Ancak, tüm bunlar ne patronunu ne de kendisini bekleyen hazin sonu değiştiremedi. Aydın Doğan, 12 Eylül darbesi sonrası İzmir marşıyla çıktığı "basın imparatorluğu tahtından" mehter marşıyla iniyor. Yerine, AKP iktidarının yarattığı yeni basın imparatorları geliyor. Aynı, bir zamanlar gazetelerini teker teker satın aldığı Erol Simavi gibi, belki o da emeklilik yoluyla inzivaya çekiliyor. Bu istenmeyen ve beklenmedik gidiş, en azından bir 10 sene daha Hürriyet'in başında kalmak istediğini defalarca ifade etmiş olan Özkök'ü de beraberinde sürüklüyor elbette.
2010 yılında Ertuğrul Özkök'ün manşetini belirlemediği bir Hürriyet nasıl olurmuş, onu göreceğiz. Bir de, iki kutuplu (muhafazakâr-Kemalist) bir medya ortamından, AKP yanlısı, muhafazakâr medya sahipliğinin baskın olduğu bir atmosferine geçiyoruz. Bunun da bünyelerde yaratacağı komplikasyonları merakla beklemekteyiz. Bu dönemin, alternatif medyanın ve yurttaş gazeteciliğinin yükseleceği bir dönem olacağını (olması gerektiğini) düşünüyorum.(EA/BÇ)
_________________________________________________
* Yrd. Doç. Dr. Esra Arsan, Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi