2. Paylaşım Savaşı’ndan bu yana Amerikan sinemasında klasikleşmiş bir Japon kalıpyargısıyla karşılaşıyoruz. Amerikan filmlerinde Japon erkekler genellikle garip tipler, kadınlar ise geyşa vb. rollerde gösteriliyor. Japan Today’de çıkan bir yazıda bu temsilin yıllar içindeki dönüşümü ele alınıyor.
Bu temsillerin zaman içinde evrilip ninja-samuray temsilleriyle “gizemli bir Doğu” imgesine yaslanıldığı ve güneş ülkenin yüksek teknoloji ile geleneklerin içiçe geçtiği bir coğrafya olarak resmedildiği belirtiliyor. Öte yandan, yazıda, iki önemli film ele alınmış değil. Bunlar, “Son Samuray” (2003) ve “Boyun Eğmez” (Unbroken, 2014). Bu iki film, hem tarihsel süreklilik bağlamında hem de konu bütünlüğü gözetilerek tek bir anlatı olarak okunabilir. Biz bu yazıda tam da bunu yapacağız.
Son Samuray filminde bir nevi Japon yeniçerisinin lağvedilmesine tanık oluruz. Tüfek icat edilip mertlik bozulmuştur ancak Japon seyfiye sınıfı hâlâ kılıçla kalkanla okla yayla savaşmaktadır. Doğu bilgeliği onlardadır; Doğu ahlakını da onlar temsil etmektedir. Bu ahlak, gerekirse kendini öldürmeyi emrettiği kadar esirleri insani bir biçimde ağırlamayı da şart koşmaktadır.
Amerikalı kahramanımız işte bu sınıfın çözülüşünün sonlarına yetişir. Japonya’da Batılılaşma adına son kararlar verilmiştir, artık çağdaş orduya geçilmiştir. Samuraylar Batılılaşma’ya direnirler; ancak Batı karşısında kazanmanın tek yolu Batı’ya benzemektir. Elbette, Batı’nın tekniği alınacak, ahlakı alınmayacaktır. Samuraylar kaybetse de, Japon çağdaş ordusunun askerleri, samurayların cephede gösterdikleri ölümüne direniş için onlar önünde secdeye varırlar. Fakat kuşkusuz Batılı askerde bu saygı olmayacaktır; o, önüne geleni herhangi bir ahlaki kaygı gözetmeden yok etmek üzere programlanmıştır.
Japon imparatoru çağdaş orduya geçilmesinin zorunlu olduğunun farkındadır, ancak onun da kalbinde bir samuray ahlakı vardır. Bu nedenle imparator, Doğu’yu da Batı’yı da temsil etmez. Onun yerine onun kişiliğinde bu iki yön, uzlaşma olanağı bulmuştur.
İşte çağdaş orduya geçen bu Japonya 20. yüzyılın başında inanılmazı başarır. Çin Cumhuriyeti’nin kurucusu olan ve Mao’nun da iç savaştaki rakibi Çan Kay Şek’in de saygı duyduğu Sun Yat-sen, bugün birçok eleştirilebilir noktası bulunmakla birlikte Doğu-Batı ekseninde dikkate değer yorumlar sunduğu konuşmasında (Japonya, 1924) tam da bu inanılmaza değinir.
Bu inanılmaz, 1905’te Japonya’nın Rusya’yı yenmesidir. Bu zafere kadar Asya’nın Japonya dışında neredeyse tümü Batı sömürgesiydi. Bu durum, birçok ırkçı gerekçelendirmeyle başabaş gidiyordu.
Buna göre, Asyalılar ırksal ve kültürel olarak geriydiler. Sömürgeleşmeleri bu gerilikten kaynaklanıyordu. Japonya Asyalı bir gücün de Batı’yı bozguna uğratabileceğini gösteriyordu. Elbette, bu, Türkiye’nin bağımsızlık savaşından ve Vietnam ve Hindistan başta olmak üzere birçok sömürgenin zincirlerini kırdığı yıllardan öncesiydi. Japon zaferi, Asya için ilk umut ışığı olmuştu.
Sonra yıllar ileri sarar. 1905’ten 1930’lara, 40’lara geliriz. Japonya muazzam bir biçimde gelişmiştir. Artık bölgesel bir sömürgeci olarak yumruğunu masaya vurmaktadır. Çin’i işgal eder, o da yetmez irili ufaklı Pasifik Adaları’na girer, Avustralya’ya bile çıkarma yapar. Güneydoğu Asya’yı avucunun içine alır. Sömürge ülkelerin bağımsızlık önderlerinden kimileri bunu coşkuyla karşılar; Japonya onları özgürleştirecektir; diğerleri ise kuşkuyla. Sonunda kuşkuyla karşılayanların dediği çıkar. Japonya’nın gelişi, özgürleşme anlamına gelmemektedir; güneş ülke, bir muz ülke olmuştur, yani dışarıdan Doğulu gibi görünen (Sarı Derili) ama içi Beyaz Adam olan... Batılı sömürgecilerin rolünü alması uzun sürmez. Japon işgali altındaki Vietnam’da 2 milyon Vietnamlı açlıktan ölür, çünkü köylülerin ürettiği pirinç zorla ellerinden alınıp işgalci askerlere yedirilmektedir. Ve böylece Boyun Eğmez filmine geliriz.
Boyun Eğmez filmi, bize bir Amerikan askerinin gözüyle Japon güçleri elinde esirliği tattırıyor. Filmin Türkçe adından da anlaşılacağı gibi, bir kahraman portresi çizilmiş. Japonlar hep kötü, Amerikalılar hep iyi. Ancak Japon gücünün zayıf bir noktası var ve bu, hayati bir nokta: Savaşta daha inançlılar, kendilerini fedaya hazırlar; ancak nükleer bombaları yok. Ancak bombalar patlatıldıktan sonra diz çöküyor güneş ülkesi. Yoksa yine yenilmeyecek. Ya Japonya da bir nükleer güç olsaydı? O zaman, ABD, Japonya’yla doğrudan savaşa girmekten kaçınacaktı. Şimdi anladık mı Kuzey Kore’nin nükleer denemelerinin caydırıcı gücünü? Kuzey Kore’nin nükleer silahı olmasa, ABD ve Güney Kore ondan çekinmeyip onu haritadan anında silecekti.
Boyun Eğmez’de gözden kaçan, daha doğrusu gözden kaçırılmak istenen ise şu: Japon güçleri elinde esirlik, ne Kaptan Amerikalar ne de Rambolar gibi hamaset destanlarıyla açıklanabilir. Esirliğin dayanılmaz koşulları, Japonya’nın Batılılaşması’nın bir göstergesidir.
Savaş zamanında Japon kökenli ABD’liler sakıncalı kişilikler olarak değerlendirilerek toplama kamplarında tutuldular; oysa ‘Boyun Eğmez’de bunun bir saniye olsun sözü geçmiyor. Amerikan sömürgesi olan ülkeler de, Japon sömürgesi ülkelerde olduğu gibi, inim inim inlediler. Ne biri birinden daha iyi ne de böyle bir beklentide bulunmak mantıklı.
Bu anlatıda, savaşan taraflar fazlasıyla birbirine benziyor. Bir de, bu savaşa katılan Siyah ve Kızılderili Amerikalıları ve Fransa ve İngiltere saflarında savaşan sömürge gençlerini düşünürsek, aslında ‘Boyun Eğmez’in yalnızca ABD’yi aklamakla kalmayıp aynı zamanda Amerikalılığı Beyazlık ekseninde okuması dolayısıyla, içsel ırkçı olarak da değerlendirilebileceğini söyleyebiliriz.
Asıl “Boyun Eğmeyenler”in ise öyküleri henüz anlatılmadı; anlatılmayı bekliyorlar. Vietnam’ı Amerikan filmleriyle öğrendiğimiz gibi, direnenleri de direndikleri güçlerin anlatıları üzerinden anlamlandırıyoruz. BirAfrika atasözünde olduğu gibi: “Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız.” Aslında zorunda değiliz; bu hikayelerin işin aslı değil avcı hikayeleri olduğunun farkına varmakla başlayacak özgürleşme yolculuğumuz... (UBG/YY)