Ne zaman işçi sınıfının, emekçilerin, sistemin ötekilerinin, muhaliflerinin oturduğu bir mahallede düşünsel anlamda bir tartışma veya ayrışma çıksa ve yine ne zaman bu tartışmanın sonu bir kavgayla veya kanla bitse aklıma hep Amerikan History X (Geçmişin Gölgesinde diye çevrilmişti) filmi gelir.
Olumlu veya olumsuz bu filmde eleştirebileceğimiz birçok nokta var, vardır. Ama benim asıl derdim, filmin temel sorusudur. İzlemeyeniniz var ise tavsiye ederim.
Ben bu tartışmayı genel kavram kabullerinden yürütmek istiyorum, yani “devlet nedir” sorusuna verilebilecek bin cevaptan en genel ve Marksizm açısından da çerçevesi belli tanımlamalarla...
O yüzden meselenin içeriksel soruları daha değerlidir deme ihtiyacı duyuyorum. Kimsenin veya hiçbir kurumun kendi duygusal motivasyonlarıyla, politik olma durumuyla bir derdim yok. Bunların yol açtığı sorunlarla ilgili ortaya çıkan akıl tutulması ile ilgili bir derdim var.
Türkiye’de yaşanan büyük göçlerin sonrasında kurulan mahalleler bunlar; yeni işçilerin, yeni “hizmetkarların”, yeni “kölelerin” yaratılacağı mahalleler. Büyük merkezi ilçelerin, meydanların, vatandaşların arka bahçesi, halk yani klasik bildiğimiz manada da, devlet ağzıyla da halkların yaşadığı mahalleler.
Toplamda sistemle her zaman sorunu olan, devletle dededen kavgalı, her zaman muhalif olan ve bunun bedellerini de ağır bir şekilde ödeyen mahalleler...
1980 öncesi ve sonrası gelen bir göçün ardından 1990 sonrası gelen başka bir kuşağın da eklendiği, oluşturduğu mahalleler...
En azından bu göçlerin yoğunluğu açısından böyle söylemek yanlış olmaz.
Şöyle ayrıştırma ihtiyacı duyuyorum, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden -özellikle Sivas, Tunceli, Erzincan vs. olmak üzere- gelen ilk kuşakların sürgünlüğü ya da çaresizliği ile 1990 sonrası gelen yoğun Kürt göçünün sürgünlüğü ve çaresizliği birbirinden farklı temellere dayanıyor.
Bu ayrım bugün gelinen noktada emek-kimlik mücadelesinin de ayrımının yapılmasını zorunlu kılıyor. 1990'larla birlikte artan savaşın sonucu olarak, bir tarafta ulusal bir varolma mücadelesi veren Kürtler, devletin onlara sunduğu seçeneklerle mücadele anlayışı, diğer tarafta ekonomik sebeplerden dolayı 1980 öncesinden başlayan göçlerin sonucu olarak, daha evvel buralarda olup devletin onlara sunduğu seçeneklerle mücadele eden- Alevilerin yoğun olduğu- insanlar, kurumlar yapılar vs...
Şu devletin sunduğu seçenekler meselesini açmak istiyorum. Sistemin devamlılığını sağlayan baskı ve zor kullanan araçlarından biri ve neredeyse en güçlüsü devlettir. Devletin de kendine göre oluşturduğu ve bin bir şekle bürünen baskı araçları var.
Polis çok net biçimde bu temsiliyetin en saf, konumu belli, tartışmasız yüzüdür.
Niye? Herhangi bir memuru sorguladığımız gibi sorgulama ihtiyacı duymadan biliriz ki polis iktidarın silahıdır.
“Bana devletin resmini çizebilir misin Abidin” diye sorsam, içinden bir yüz çıkar. Evet, faşizmin yüzü. Ama bu yüz o kadar değişken ve dinamik ki sadece meseleyi bir sorun üzerinden algılamak ve öyle kabul etmek doğru olmayacağı gibi düşünsel sapmalara da neden olabilir. Bugün olduğu gibi...
Bu göçlerin temel sorunu nedir? Hepimizin bildiği, yaşamsal, elzem durumlardan kaynaklıdır. Detaylarına fazla girmeyeceğim ama yaratılan boşluğun görülmesini isterim. Alevilerin yoğun olduğu bu mahallere ilk gelenler hatta bu mahalleleri ilk kuranlar, sermaye savaşı ile birebir ilk karşı karşıya gelenlerdir.
Ve dolayısıyla Alevi olmanın verdiği kimlik mücadelesini deneyimlemiş ve bunun sonucu olarak da emek mücadelesinin bir parçası olma yolunda ilerleyen insanlardır. Çoğunluğu Alevi oldukları ve dolayısıyla klasik manada solcu, sosyalist oldukları gerekçesiyle de büyük şehir çelişkisini yaşayıp daha sınıfsal bir düzlemde bakabilmeyi zorunlu olarak bilen insanlardır. Bu durum genel anlamıyla böyledir. Bana sol, özgürlükçü, sosyalist bir kurum yapı gösterin ki içinde Alevi olmasın? Mümkün mü? Değil.
Peki, Alevilerin sadece kendilerini ifade edebildiği bir örgüt var mı? Hayır yok. Bu bile kendi başına bir tartışma meselesidir ama ben sadece şu konuya dikkat çekmek istiyorum.
Bu durumların yani kimlik mücadelesinin (çoğunluğu Alevi olan ve ilk göç ile gelen insanlar açısından) bir sonucu ve devamı olarak ortaya çıkan emek mücadelesi ihtiyacı ve bu ihtiyaca sosyalistlerin ne kadar ve nasıl cevap verebildikleri meselesi? Bence asıl sorun buradan kaynaklanıyor.
Kürt kimlik mücadelesi demiyorum, bunu belli yanlarıyla içine dahil ederek sosyalistler diyorum. Bunca kavganın arasında görmezden gelinecek kadar körleştiğimiz şey emek mücadelesi boşluğudur.
Gelelim sermayenin devlet aracılığıyla yaratmaya çalıştığı işçi modellerine. İlk göçle gelen bu kuşağın en büyük yarası Alevi olmalarıydı. Kürt, Türk, Ermeni, Çerkez, Laz değil. Bu durumun nedenlerini de sonuçlarını da hepimiz biliyoruz. Devlet politikası ve onun karşısında yürütülen mücadele anlayışı ve manevralar. Hani Grup Yorum'un o meşhur parçası “Kondulardan gelmişik biz açlık yoksulluk çekmişiz” diye devam eden dönemlerde oluşturulmaya çalışılan işçi modelleri ve devlet politikası ve bunun sonuçları olarak ortaya çıkan mücadele biçimleri veya anlayışları.
Devletin sunduğu seçenek neydi? Yığınlarca fabrika var, hazır ucuz iş gücü. Çalış! Burada anlatmak istediğim özü itibariyle devletin sunduğu ''kendini inkar et yaşa'' politikasının temelini oluşturan cümle bu mahallelerden merkeze giden işçilerin yaşam biçimlerini değiştirdi.
Bir kez daha emek mücadelesi ihtiyacı diyorum. Bugün artık burada yaşayan insanların sermaye ile devletle mücadelesi başkalaştı. Bitti demiyorum, başkalaştı. Artık buralarda gecekondu yok denecek kadar az, Nurtepe’den örnek vereyim, buraya en yakın gecekondu mahallesi eski Pirketçiler diye geçen Bayramoğlu mahallesi oradan da en yüksek oy Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) çıkıyor. Ve hala ısrarla AKP'ye oy vermeye devam ediyorlar. Neden?
Bu da başlı başına bir tartışma konusu ama girmeyeceğim. Emek mücadelesi boşluğu...
Meseleyi Alevi - Kürt meselesinde kilitlemiyorum, bu mahalleler özelinde neden böyle olabileceği ihtimalini sorguluyorum. “Neden ulusal mücadele ile sınıfsal (emek) mücadelenin birleştiği ve farklılaştığı noktalar anlaşılmıyor”u sorguluyorum.
Gelelim ikinci göç dalgasına; 90'larla birlikte zorunlu olarak göçmeye başlayan ve yine derinlemesine girmediğim yaşamsal durumlardan kaynaklı olarak ortaya çıkan bu göçün temel sorunu- içinde Alevi olup olmaması önemli değil- Kürt kimliğinden kaynaklanıyordu. Devletin sunduğu seçenek neydi “kendini inkar et ve yaşa”. Ama bir işçi olarak bile değil. Ne yaparsan yap!
Böyle bir çalışma var mı bilmiyorum, görmedim de ama merak ediyorum. 90' sonrası Kürtlerin ne iş yaptıklarını, hangi meslek dallarında çalıştıklarını gösterir bir araştırma var mı? Veya tam tersi 1980 sonrası bu mahalleler özelinde bu şekilde bir çalışma yapılmış mı?
Mevsimlik işçileri biliyoruz, onları da ölünce; bir de inşaat işçilerini, onları da ne yazık ki ölünce... Sadece Korkut Boratav'ın 1980 sonrası Kartal bölgesi ile ilgili çıkardığı bir işçi profili çalışmasını biliyorum. Özellikle değişen işçi sınıfı ve Kürt kimliği üzerine demografik de olsa bir çalışma...
Gelelim yine meselemize: Aslına bakarsanız yoksul olan mahalleler sadece buralar değil, merkezin dışında olan bir sürü mahalle var. Ve neden muhalif olan bu mahallelerde bu kadar yoğun birbirini tanımayacak kadar şiddetli yüzleşmeler yaşanıyor? Yani, neden birbirine kanla cevap verecek bir noktaya geliyor.
Hem de aslında hiç olmaması gereken yerler değil mi? Nurtepe, Okmeydanı, Gazi vs. Hepimiz aynı devlet denilen feleğin çemberinden geçtik, geçiyoruz ve geçmeye de devam edeceğiz. Bu mahalleler Trabzon’un herhangi bir mahallesi değil! Veya Rize? Öyle olsa anlarız değil mi?
Temel sorun Kürt ulusal mücadelesi veren düşünsel zihniyetle sınıfsal (emek) mücadele veren veya verdiğini düşünen düşünsel zihniyetin çakıştığı/çeliştiği noktalardır. Verdiğini düşünen, diyorum çünkü bu mücadele anlayışında, birikimi deneyimi saygı duyulacak nokta da olsa dahi artık tökezleyen kurumlar var.
Daha açık ifade edeyim, her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı yalan da olsa burjuva demokrasisinde bile vardır. Bir medet beklemek anlamında da kurmuyorum bu cümleyi, sadece ifade ediyorum. Bu süreçte anlaşılması gereken ilk olgu budur.
Sosyalist olduklarını ifade eden veya hele sosyalistlerin olmazsa olmaz anlaması gereken ilk durum bu. Neden açık ve net; Kürt özgürlük mücadelesi kimlik, özgürlük ve kısmen de emek sorunudur.
Başta bahsettiğim ve şu ana kadar anlatmaya çalıştığım emek mücadelesi boşluğunu kaldırmak adına dahi Kürt siyasi hareketi mücadele ediyorsa? Vay halimize…
Özünde ne yazık ki bu emek mücadelesini yavaşlatan da, bir adım öteye taşıyan da bu sınıf/emek mücadelesinin içinde yer alan Kürt kimliği siyasi çizgisidir. Evet bir takım boşluklar yaratıyor, ama kendi sorunu değil ki, evet eleştirilebilir ve eleştirilmesi de gerekiyor tamam; fakat bu bugün emek mücadelesinde neden başarısız olunduğunu açıklamıyor.
Bunu önce emek mücadelesi veren veya verdiğini düşünenler kendilerine sormalı. En basit anlamda özgürlükçü olduğunu düşündüğümüz bir siyasi partinin standına müdahale edelim. Sistem partisi diye eleştirelim, kimlik mücadelesi verdiklerini görmezden gelelim. Ama Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) istediği gibi kendi propagandasını yapsın.
Bu başta kendi içinde tutarsız. 1970'lerin sonuna doğru Devrimci Sol'un kurduğu bir mahalle olarak övündüğümüz mahalledeki CHP oy oranı nedir? Boykot eden demiyorum. CHP oy oranı diyorum.
CHP'nin tarihten beri böyle bir çizgisi vardı da biz mi bilmiyoruz? Neticede bu emek mücadelesi boşluğunu dolduramadığımızın en iyi resmidir. Diğer taraftan bir kilometre ötede Bayramoğlu Mahallesi, gecekondu mahallesi işte orada duruyor.
Ve sorduğum soru baki: “ve hala ısrarla AKP'ye oy vermeye devam ediyorlar. Neden?”
Bir kilo kömüre kendilerini sattılar deyip işin içinden çıkalım mı? Bu mudur?
Bu kadar basit değil. Niye? Bu durum artık karşılıklı güç mücadelesine dönüşmüş ortamın yarattığı boşluk olamaz mı?
Yine bir başka açıdan, görece daha ahlaki açıdan bakalım, bu mahallelerde uyuşturucu kullanılmasının artması, fuhuşun artması, son dönemde yine çok tartışılan meselelerden. Eğer mahalle zabıtalığı yapılacaksa evet bir iki tokatta sakınca yok! Ama bu bir parçasını kesip attığında çözebileceğin bir sorun değil.
Ayrıca kendilerine sosyalist-devrimci diyen kişiler kurumlar zabıta değillerdir. Üstelik sorunun kaynağına inmeyi de iyi bilirler. Yine yaratılan boşluğu bu tür tezahürlerle uğraşarak kapatıyoruz. Körleşiyoruz.
Ve son kertede bu durum Kürt mücadelesinin bir sonucu olarak görülmemeli ve asıl devrimcilerin korkması gereken şey düşmanımıza benzemek olmalı diye düşünüyorum.
Her iki taraftan da gerçek devrimcileri, sosyalistleri başta Marksizm olmak üzere, bu ülkede yol gösterici olan, dostane yoldaşlarına sahip çıkmaya ve bu insanları yeniden, yeniden okumaya, anlamaya davet ediyorum. (BŞ/HK)