Ne zamandır ABD'den çok da alışık olmadığımız sesler geliyor. Tarih, 15 Ağustos 2002. Yer, Rushmore Dağı (bir tarafına suratların kazıldığı şu ünlü dağ), ABD Başkanı George W. Bush, yaptığı konuşmada "Amerikalı olma"yı yeniden tanımlıyor
"Giderek daha çok insan, vatansever olmanın sadece elini kalbinin üstüne koyup Tanrı'nın hizmetinde bir ulusa bağlılık yemini etmekten daha fazla şey olduğunu anlıyor. Giderek daha çok insan, hayatta kendinden daha büyük bir şeye hizmet etmenin tam bir Amerikalı olmanın parçası olduğunu anlıyor."
Bush konuşmasını şöyle tamamlıyor: "Dinleyin, bu büyük ülkeye yapılan kötülüğün sonucu müthiş bir iyilik olacak, çünkü biz, dünyanın en iyi, en sevecen, en düzgün ("decent") insanlarıyla dolu ülkemizle, yeryüzündeki en büyük ulusuz."
Bu sıradan bir dolduruş konuşması değil. Bush altını çizerek yeni bir Amerikan kültürünün doğuşundan bahsediyor. "Amerikan kültürü değişiyor, Amerika'nın kendisi değişiyor" diyor. Üstelik bu yeni kültürü ve değişimi, aktif vatanseverlik kavramıyla birleştiriyor.
Ulusun geleceği ve "savaş"
Aslında Rushmore Dağı konuşmasını, Bush'un eylülde ABD Kongresi'ne sunduğu " ABD'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi " belgesiyle birlikte okumak lazım. Son dönemde ABD stratejisinin merkezinde yer alan bir kavram var: "Engelleyici askeri aksiyon." Bu, kabaca, "düşman sana saldırmadan senin düşmana saldırman" demek. Geçmişte bu ülkede hayat normal akışında sürerken ülke dışında muhtelif askeri faaliyetler yürütülür, hatta sade Amerikan vatandaşının olup bitenlerden fazla haberi bile olmazdı. Belki ABD tarihinde ilk kez, denk güçler arasında gerçek bir savaşın bile söz konusu olmadığı bir ortamda, "engelleyici askeri aksiyon" ve genel olarak askeri faaliyetler iç politikanın bu kadar malzemesi oluyor.
ABD'de 1991'deki Körfez Savaşı'ndan önce böyle bir vatanseverlik söylemi kaplamamıştı ortalığı. Ulusun geleceği ile dünyadaki şer güçlere karşı verilecek savaşlar arasında doğrudan bağlantılar kurulmamıştı.
Okyanusun öbür tarafında tam olarak anlayamadığımız bir şeyler yaşanıyor. Daha doğrusu, hem biz, hem de Çinlisi, Hintlisi, Rusu, İtalyanıyla, batımızla doğumuzdaki bin yıllık uzak / yakın akrabalarımız anlıyor da, ne anladığımızı yüksek sesle söylemeye hepimiz korkuyoruz.
ABD Kongresi'ne sunduğu belgenin bir yerinde şöyle diyor Bush:
"Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin inceleme, soruşturma veya davalarının, küresel güvenliğin tesisi ve Amerikalıları korunmasına yönelik çabalarımızı zayıflatmamasını sağlamak üzere gerekli adımları atacağız."
Bush, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yetkilerinin Amerikalıları kapsamadığını ve bu kuruluşun kendilerince kabul edilmediğini de belirtiyor.
56 yıllık "güncel" bir konuşma
2001 yazında, 11 Eylül'den kısa bir süre önce, dünya biyolojik silah konvansiyonunun güçlendirilmesine yönelik önerileri ret ederek dünyayı şaşırtan Beyaz Saray, 2001 aralık ayında da 1972'den beri geçerli olan "Anti-balistik Füze Anlaşması"ndan çekildiğini açıklamıştı. Beyaz Saray bu yılın nisan ayında ise, ABD'deki kimyasal silah merkezlerini de denetlemeye niyetlenen, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü başkanı Joe Bustani'nin görevden alınmasını sağlamıştı. Bu arada, gene nisan ayında açıklanan yeni "Birleşik Komuta Planı"na göre, Amerikan ordusunun görev sahası ilk kez tüm dünyayı kapsayacak biçimde çiziliyordu.
ABD'de olup bitenler, hem bu ülkenin vatandaşlarının bir bölümünü, hem de dünyanın geri kalanını giderek daha çok endişelendiriyor. Herhalde yıllar önce de benzer duygular kaplamıştı dünyayı.
1946'da Hermann Goering'in (2. Dünya Savaşı sırasında Alman Hava Kuvvetleri Komutanı) Nuremberg Duruşmaları sırasında yaptığı konuşmanın bu bağlamda güncel bir boyutu var:
"İnsanlar elbette savaş istemez. Çiftliğin birinde yaşayan zavallı bir sersem neden hayatını savaşta tehlikeye atmak istesin ki; bu savaşta kazanabileceği yegane şey çiftliğine tek parça halinde dönmek olacaksa eğer? Sıradan insanlar, doğaldır ki, savaşmak istemezler; ne Rusya'da, ne İngiltere'de, ne de Almanya'da. Bu anlaşılabilir bir şeydir. Ama ne de olsa politikayı belirleyen ülkenin liderleridir ve ister demokraside, ister faşist diktatörlükte, ister parlamentoda, isterse komünist bir diktatörlükte, insanları sürükleyip götürmek basit bir iştir. Sesi çıksın ya da çıkmasın, halkın liderlerin istediğini yapması sağlanabilir. Bunu yapmak kolaydır. Yapmanız gereken tek şey, onlara saldırıya uğradıklarını söylemek ve pasifistleri vatansever olmamakla, ülkeyi saldırı karşısında savunmasız bırakmakla itham ederek etkisizleştirmektir. Bu her ülkede aynı sonucu verir". (EK)