1998 yılı Kasım ayıydı. PKK Lideri Abdullah Öcalan sonradan anlaşılacak olan bir takım komplo teorileriyle Suriye’den çıkartılmış, İtalya’da gözetim altında tutulmaya başlamıştı. Bir nevi ev hapsindeydi aslında. Türkiye ayağa kalkmış, yapılan diplomasi faaliyetleriyle İtalya’dan Öcalan’ın Türkiye’ye iadesini istenmişti. İtalya ise Anayasa’da varlığını sürdüren idam cezası nedeniyle, uluslararası hukuk kuralları gereği bu duruma yanaşmıyordu. Türkiye ile yaşanan krizde en fazla yıpranan ‘sakıncalı’ konuğunu ağırlayan dönemin Başbakanı Massimo D’Alema olmuştu. Her zaman olduğu gibi şoven duygular söz konusu olduğunda gerisi teferruat olan Türkiye medyası hemen kolları sıvamıştı. D’Alema’ya duyulan öfke, soyadına atıfla yapılan muhteşem ‘yaratıcı’ kelime oyunu ile “Dallama” manşetiyle yayınlanmıştı.
Öcalan’ın İtalya’da tutulduğu iki ay boyunca hemen her gün İtalya’ya tepki eylemleri yapılıyordu. Ben de tıfıl bir muhabir olarak bu eylemleri takip etmeye çalışıyordum. İtalyan elçiliği abluka altına alınmış, öfkeli kalabalık canları sıkıldıkça toplanıp İtalyan bayrağını yakıyordu. İşadamı Sakıp Sabancı’nın Versace marka kravatını yakarak başını çektiği boykot, esnafın sokak ortasına boşalttıkları İtalyan mallarını büyük bir öfke ve hışımla ayaklarının altında ezmesiyle devam ediyordu. Neredeyse Öcalan ve İtalya ile birlikte bütün Kürtlere yönelik öfkelerini çul-çaputtan çıkartmaya çalışan insanları gördükçe aslında ısrarla çelikten olduğunu sandığımız, bugünlerde epeyce dillendirilen duygusal bağın pamuk ipliğine bağlı olduğuna daha o zamandan tanık olmuştum. Hele ki Beyoğlu’nda ülkücülerin yaptığı ve polisin izlediği bir eylemde Kürtlerin St. Antuan Kilisesi’nin içine sıkıştırılarak dövülmeleri gözümün önünden gitmeyen anlardandır.
Kürt cephesinde ise büyük bir şaşkınlık ve Kürt siyasetinin bugünden sonra ne olacağına yönelik bir belirsizlik söz konusuydu. HADEP binalarına saldırılar oluyor, Kürtlere linç girişimlerinde bulunuluyordu. Tam o sırada Galatasaray-Juventus Şampiyonlar ligi maçı gündemdeydi. Juventus Kulübü UEFA ve İtalya yönetiminden can güvenliği istemişti. Galatasaray’ın o dönemdeki antrenörü Fatih Terim ve yine o dönemin İtalya Dış Ticaret Bakanı Pier Luigi Bersani iki ülke arasında aracı olarak maçın kazasız belasız oynanması için çaba sarf etmişti.
Neredeyse yüzde 80’i Galatasaray taraftarı olan Kürtlerin hemen hepsi o akşamki maçı izlerken İtalya taraftarı olmuştu. Çünkü, ülkede yaşanan siyasi atmosfer, Kürtlere ve İtalya’ya duyulan öfke sahaya da yansımıştı. Artık oyundan öte bir şeydi ve o gece tüm Kürtler İtalya kazansın istemişti.
Bugünlerde de her görüşten insanın buluştuğu bir mecra olarak bilinen, hatta apolitize edilmiş bir arena olan yeşil sahalar Amedspor üzerinden verilen kararlarla tamamen siyasi bir alana çekilmeye çalışılıyor. Ziraat Türkiye Kupası’nda karşılaştığı Bursaspor’u 2-1 mağlup eden Amedspor’un sevinmesine bile izin verilmedi. Bursa’da oynanan maçı kazanarak adını çeyrek finale yazdıran kulüp, Türkiye’nin en prestijli ikinci kupasında ilk sekiz takım arasına adını yazdırarak, büyük bir başarı elde etti. Ancak maç boyunca ilginç görüntüler yaşandı. A Spor spikerinin takımın Türkiye Futbol Federasyonu tarafından tescilli Amedspor adını ağzına almaması, futbolculardan “onlar” diye söz etmesi, Amedspor’un gollerinde sesinin kısılması ötekileştirmenin ve hazımsızlığın göstergesiydi. “PKK Dışarı” sloganları ve cinsiyetçi küfürlere kulaklarını tıkayarak, seyircisiz oynayan Amedspor’a maç sonrası ideolojik propaganda yaptığı gerekçesiyle yüksek meblağda para cezası ve seyircisiz oynama cezası getirildi. Amedspor şimdi sırada Fenerbahçe ile yapılacak kupa maçı için deplasmanda seyircisiz oynamaya hazırlanırken, bu da yetmezmiş gibi maçın Urfa’da oynanması tartışıldı.
Sokağa çıkma yasakları tribünler için de uygulanmaya başlamış oldu. Kürt illerinde sokaklarda yaşanan savaş artık yeşil sahalarda devam ediyor. Gözü, kulağı sadece savaş haberlerine kilitlenmiş Kürt halkının kısa bir mola ile nefes almalarına bile tahammül söz konusu değil. Galibiyetin ardından “özgürlük kazandı” diyen Amedspor’u bilinçaltlarında hükmen mağlup ilan edenler yeni bir saha savaşı için hazırlıklarını sürdürüyor. Amedspor’u neredeyse galip olduğuna pişman ettiren bu tavırlar ister istemez kitle iletişim araçları aracılığıyla şoven, ırkçı, milliyetçi bilinçaltının devreye girdiği 1998 yılındaki görüntüleri anımsatıyor.
Her ne kadar ‘futbol siyasete malzeme edilmez’ denilse de anlaşılan o ki, Simon Kuper’in deyimiyle “futbol asla sadece futbol değildir”… (BD/HK)
TIKLAYIN - "YAŞASIN ÖZGÜRLÜK" DEDİĞİ İÇİN DENİZ NAKİ'YE 12 MAÇ CEZA