Günlerdir bir savaşın içindeyiz.
İçindeyiz evet, içinde gibi falan değil.
Vahşet çetelerinin Kobanê saldırıları, Halk Savunma Birlikleri YPG'nin direnişi ve Suruç'ta tüm saldırılara rağmen nöbet eylemi ve diğer yerlerde "ses çıkarma" eylemleri devam ediyor.
***
Önce Suruç'ta, sonra Amed'te sokaklarda eylemcilerin nabzını tutmaya çalıştım; özellikle gençlerin ve kadınların...
Amed'in (Diyarbakır) hemen her mahallesinde dumanlar yükseliyor, her ana caddede barikatlar kuruluyor, sloganlar atılıyordu.
Çocukluğumu, gençliğimi geçirdiğim bu kenti, gazetecilik yaptığım bu kenti hiç böyle öfkeli görmemiştim.
Sokaklarda ateş yakan, barikat kuran gençlere kadınların pencere ve balkonlardan tencere tava çalarak, zılgıt çekerek destek vermesi, yüzleri tülbentle örtülü kadınların ellerinde içi limon dolu poşetlerle bir anda ortaya çıkıp kaybolması, polisin bir türlü eyleme müdahale etmemesine kızan bir gencin "155'i arayın, gelsinler" demesi, genç polislerin yer yer gözlemlediğim kaygılı ve gergin halleri ve daha bir sürü şey...
Ve hiç unutamayacağım, genç bir polisle yaptığım kısa bir otobüs yolculuğu...
Sokağa çıkma yasağının ikinci gününde, akşam 18'den önce evime ulaşmaya çalışıyordum ama araç yoktu. Gelen otobüsler de tıka basa dolu oluyordu. Genç polis hangi araca el kaldırıp durdurmaya çalıştığımı görmüş olacak ki yanıma gelip ben de oraya gidiyorum, birlikte taksi tutalım mı, diye sordu. O arada ne iş yaptığımı sordu bana, ben de ona sordum... Emniyet mensubuyum, deyince bir durdum; daha 2-3 gün öncesinde Suruç'ta polisler üstüme araç sürmüş, bindiğim otobüse gaz bombaları atılmış ve can havliyle kendimizi dışarı attığımız midibüs alev alev yanmıştı.
Derken bir otobüs geldi ve bindik. İndiğimiz yer ikimizin de evine uzaktı ve eylemlerin olduğu bir kaç noktadan geçmek zorundaydık eve varmak için.
O noktaların ilki lüks binaların karşı tarafında küçük bir köy gibi duran gecekondu evlerin oradaydı.
Genç polis gece konduları göstererek "bunları yıkarlarsa buralar daha güvenli olur. Buradaki çocukların eline 50-60 lira verseler, her şeyi yaptırabilirler," deyince dayanamadım, "O evlerde köyleri yakılanlar oturuyor ve o çocukların taş atması için gerçekten para vermek gerekmiyor çünkü onların taş atmak için daha tetikleyici bir şeyler var; öfkeleri," dedim.
Sonra kolumdaki yarayı gösterdim, bak sizinkiler Suruç'ta üstüme araba sürdü, dedim, "buralarda hemen her insanın polis veya askerden yediği en azından bir tokat acısı vardır."
Haklısın, dedi, lastiklerin yakıldığı, taşlarla barikat kurulan yolun açık tarafına doğru tedirgin bir şekilde yönelirken... Rahat ol, dedim, ben gazeteciyim, eylemciler gelirse basın kartımı gösteririm, bir şey yapmazlar.
Sonra konu Türkiye'nin IŞİD'e destek verip vermediğine geldi.
Üst perdeden söylenenleri genç polis de tekrar etti ama genç olması ve Diyarbakır'ı çok iyi tanımasından olacak (en az benim kadar Diyarbakır ağzıyla Türkçe konuşabiliyordu ve Kürt olduğunu söyledi) pek ezberci bir tip değildi.
Anlatmaya başladım ona gözlemlerimi:
"'Ben sana gördüklerimi, oradaki insanların bana anlattıklarını anlatıyorum. Herhangi bir çevrenin propagandasının etkisinde değilim. Rojava'da Kürtler kendi topraklarında soykırım tehdidi altında yaşıyor ve Türkiye, akrabalarımız, dediği halka kapılarını açmak dışında, hiç bir şey yapmadığı gibi IŞİD'e destek oluyor.' Suruç'ta, Kobanê'de, Amed'te ve eylemlerin olduğu her yerde insanlar aynen böyle düşünüyor."
Dinledi. Sonra evet, biz insanların köyünden edilmesinin ne olduğunu anlayamayız, köyü onun için ne demek, bilemeyiz, dedi.
***
Daha önce hep arabayla gittiğim yolu yürüyerek gidince evi bulamadım; çok yorgun ve uykusuzdum. Genç polise tarif ettim evi, beni götürdü evime kadar. Sonra çay içmeye beklerim mutlaka, dedi, nereye, dedim, Emniyet'e...
Oldu, gelirim, dedim (gülerek).
Genç polis beni davet ettiği o binada (eski Polisokulu binası) işkence gördüğümü, onlarca insanın oralarda katledildiğini, oranın yanından bile geçmenin beni rahatsız ettiğini bilmediği için niye güldüğümü anlamadı tabi. (BA/HK)