46 yıl önce Antalya Belediye Başkanı Dr. Avni Tolunay ve Antalyalı sinemacı Behlül Dal'ın girişimleriyle kurulan Altın Portakal Film Festivali, iki kez siyasi sebeplerle düzenlenememesinin dışında Türkiye'nin ve hatta Avrupa'nın en uzun soluklu sinema etkinliklerinden biri olarak tarihe adını yazdırmış durumda.
Söze Avni Tolunay ve Behlül Dal'ın isimlerini anarak başlamanın festivalin tarihçesini anımsatmaktan öte bir anlamı bulunuyor. Bu iki kurucu ismin konumlarını bilmek Altın Portakal'ın misyonu ve vizyonunu da net olarak ortaya çıkarıyor. Dr. Avni Tolunay 1963-1973 yılları arasında iki dönem belediye başkanlığı yaptığı Antalya'nın "turizm şehri" kimliğine kavuşmasının en önemli mimarlarından.
Bir "Antalya" festivali
Antalya Festivali'nin içine sinemayı da dahil ederek Antalya Film Festivali'ni başlatmak da yine onun icraatlarından. Tolunay bir yerel yönetici olarak her ne kadar Türkiye'de sinema sektörüne katkıda bulunarak ulusal bir festival yaratmış olsa da asıl amaçlarından biri Antalya'nın tanıtımını ve cazibesini arttırmak olmuş.
Bu "yerel" vurguyu doğru okumak Altın Portakal Film Festivali'nin çekirdeğinde bulunan Antalyalılık olgusunu da anlamımızı kolaylaştırmalı. Kısacası sinema sektörü yoğun bir şekilde İstanbul'da konuşlu olsa da Altın Portakal Film Festivali'nin başrolünde her zaman Antalya bulunmakta.
Festivalin diğer mimarı ve sanat yönetmeni sıfatıyla organizasyonun içinde yer alan Behlül Dal da bir Antalyalı, Cumhuriyet sonrası modernleşme hareketlerinin tam da kalbinden çıkıp gelen Dal, bir Halkevi tiyatrocusu ve yöneticisi yaşamının ilerleyen yıllarında ise tamamen sinemaya yönelen Dal, çektiği sayısız kısa film ile Antalya'yı ve çevresini konu alarak bir tür İstanbul dışı sinema odağı oluşturma çabalarının öncüsü konumuna gelmiş. Hatta "Ant-iş" adlı istanbul dışı ilk film şirketini kuran Dal, her zaman Antalya'yı Türkiye Sineması'nın Los Angeles'ı olarak taçlandırma eğiliminde olmuş.
Bu iki kurucu ismin bize anlattığı Altın Portakal'ın Antalyalı bir etkinlik olduğudur.
Yanlıştan dönüş
Bu tarihsel arkaplanın ışığında Altın Portakal'ın 46. Yılında yaşadığı değişiklikleri daha iyi seçebiliriz. Aslında Altın Portakal'da bir değişiklik değil aslına dönme durumu söz konusu. Çünkü değişiklik AKP'li belediyenin Antalya'yı idare ettiği dönemde yaşanmıştı.
Bu dönemde AKP'li yerel yönetim anlayışının her alanda şiar edindiği taşeronlaştırma, görgüsüzlüğün eşlik ettiği bir şatafat ve mazruftan ziyade zarfa hürmet gibi karakteristik politikalardan Altın Portakal da nasibini almıştı. O dönemde yaşananları uzun uzun anlatmaya gerek yok merak edenler google'da "altın portakal skandal" anahtar sözcükleriyle bir arama yaparlarsa ihtiyaç duydukları her şeyi bulabilirler.
46. yıl bir şekilde bu yanlıştan dönmenin yılı oldu. Hollywood yıldızları kiralayarak bir festivalin uluslararası kimlik kazanmayacağı, bunun esas yolunun ulusal sinemanın dünyaya lanse edilmesinden geçtiği, festivalin kimliğinin belirli bir tema ya da coğrafyaya odaklanarak oluşturulabileceği farkedildi. Festivalin sanatsal idaresi bu işin erbabı olan deneyimli bir isme, Vecdi Sayar'a teslim edildi.
Maalesef bu devir teslim festivalin düzenlenmesine çok kısa bir süre kala yapılabildiği için Sayar'ın da fesitvalin ilk basın toplantısında belirttiği gibi, bu ilk yıl gelecek sene yapılacakların sadece bir "fragmanı" olarak gerçekleşebildi. Festivalin ardından bu "fragman"ın bile ileride nasıl bir "film" izleyeceğimizin müjdecisi olduğunu anlamak mümkün oldu. Ne var ki merkezi yönetim festivale son yıllarda verdiği astronomik desteği bir anda çekiverdi.
21 milyonluk destek, bir gecede 1.5 milyon'a geriledi. Bununla da kalınmadı festivalin hazırlıklarına yönelik ciddi bir direnç gösterildi. Festivalin tanıtımı için yollara yerleştirilen ilan panoları, bir gece yarısı faili meşhul ama organize biçimde yerlerinden söküldü. Tam da festivalin düzenlendiği tarihlerde Kültür Bakanlığı, büyük bir gürültüyle Francis Ford Coppola'yı "şarap tatmak üzere" Türkiye'ye getirmeyi uygun gördü.
Festivalin kapanışında ödül vermek üzere sahneye çıkan bir bakanlık yetkilisi manidar biçimde geçen yıla kadar festivali düzenleyenlere de minnet duygularını dile getirdi. Neyse ki bu benzeri görülmemiş organize direnç bile Altın Portakal'ın, ilk kez hiç bir skandal yaşanmayan, jüri kararları infial uyandırmayan, Antalya halkıyla tam anlamıyla bütünleşen bir etkinlik olmasını engelleyemedi. Sonuç olarak Altın Portakal, uzun bir aradan sonra tekrar "film festivali" oldu.
Bu seneki etkinlikler
Şimdi bu sene yaşanan yeniliklere bir göz atalım:
Festival kapsamında sekiz gün içinde 800'ün üzerinde etkinlik gerçekleştirildi.
105 adet açık hava film gösterimi düzenlendi. Antalya'da taksi şoföründen ev hanımına kadar kesimden insan yıllar sonra ilk kez sinemada film izledi.
Festivalin "Ulusal Yarışma" bölümüne rekor sayıda (43) başvuru gerçekleştirilmesi üzerine rekor sayıda (16) yarışma filmi seçildi.
Antalya ve festival ile özdeşleşmiş olan ödül heykelciği Venüs, dört yıllık aradan sonra geri döndü.
Festivale 50 civarında saygın yabancı konuk katıldı. Bu konuklar arasında Bob Rafelson, Theresa Russel, Kyristof Zanussi, Bille August, Francesco Maselli, Karoly Makk, Theo Angelopoulos, Evanthia Reboutsika gibi isimler de yer aldı. Üstelik bu isimler festivale para karşılığında değil filmlerinin gösterimlerine katılmak için geldi. Bu isimlerin bir kısmı sinema öğrencilerine seminer verdi.
Geçtiğimiz yıllarda üst düzey sinemasal kalitelerine rağmen Kazım Öz gibi yönetmenlerin filmleri yarışmaya kabul edilmezken, bu sene Türkiye'de ilk kez tamamiyle Kürtçe bir film festivalde yarıştı ve özel ödül kazandı.
Usta yazar Vedat Türkali'ye "Onur Ödülü" verildi ve yıllar önce hakettiği halde alamadığı "En İyi Film" ödülünün itibarı iade edilmiş oldu.
"Ulusal Yarışma" ön jüri elemeleri şeffaf biçimde gerçekleşti.
Kamu kaynaklarını fütursuzca harcamadan da uluslararası bir festival yapılabileceği kanıtlandı.
Kadir İnanır, Tarık Akan gibi usta oyuncular dargın oldukları festivalle yeniden barıştı. Geleneksel festival korteji yeniden Antalya sokaklarını dolaştı.(ÖŞ/EÜ)
* Özgür Şeyben, Antrakt yayın yönetmeni.