Almanya'da Hristiyan Demokratlarla iktidarı paylaşan Sosyal Demokratlara (SPD) destek yüzde 20'ye geriledi. SPD'nin rakibi Sol Parti'ye destekse en yüksek seviyesine çıktı. Alman Stern dergisinde çıkan araştırmaya göre, Sosyal Demokratlara destek yüzde 20'ye indi. SPD'ye olan desteğin gerilemesi, gelecek yıl yapılan seçimlere, parti lideri Kurt Beck'in başbakan adayı olup olmaması yönünde tartışmaları da hızlandırdı.
Sol Parti'ye olan destekse yüzde 15'e çıktı. SPD lideri Beck, Sol Parti ile anlaşma yapmayacaklarını vurguladı. Ancak SPD'nin cumhurbaşkanı adayı Gesine Schwan'in seçimleri kazanabilmesi için aralarında Sol Parti'nin de olduğu geniş bir gruptan destek alması gerekiyor. Bu nedenle, Sol Parti ile bir işbirliği olabileceği yönünde yorumlar yapılıyor. Bu arada, aynı araştırmaya göre, Başbakan Angela Merkel'in liderliğindeki Hıristiyan Demokratlara destek yüzde 36 görünürken, Özgür Demokratlara destek yüzde 13, Yeşillere yüzde 12 olarak belirlendi.
Bu yıl Almanya'da yapılan eyalet seçimlerinde önemli bir çıkış yapan Sol Parti bütün dikkatleri üzerine çekiyor. Özellikle 27 Ocak'ta yapılan Aşağı Saksonya ve Hessen ile 24 Şubat'ta yapılan Hamburg eyalet seçimlerinden sonray Sol Parti'nin yüzde beşlik seçim barajını aşarak eyalet meclislerine girmesiyle dengeler alt üst oldu. Solcular özellikler Hessen ve Hamburg eyaletlerindeki koalisyon görüşmelerinde kilit rol üstlendiler ve şu anda Almanya'nın 10 eyaletinde temsil ediliyorlar. .
Sol Parti, Doğu Almanya kökenli olması nedeniyle Batı Almanya kökenli merkez partileri tarafından "eski komünistler" olarak yaftalanıyor ve hatta dışlanıyor. Buna rağmen Sol Parti batı eyaletlerinde de önemli varlık gösteriyor. Bütün bunlar Sol Parti'nin Almanya'da yeni bir seçenek oluşturduğu anlamına geliyor olabilir mi?
Cemalettin Efe ve Baki Gül eski Doğu Almanya Komünist Partisi'nden gelerek Sol Partinin bütün Almanya'da etkin bir güç olmasında çok önemli bir rol oynayan Gregor Gysi ile Almanya’da Solun yükselişini, solun evrensel değelerini ve 68 kuşağının siyasetteki temsilini ve Türkiye’nin Kuzey Irak’a girişini bianet için konuştu...
Sol Parti Almanya’daki son eyalet seçimlerinde oylarını önemli oranda artırdı. Bu "sol"un Almanya’da bir seçenek haline geldiği anlamına mı geliyor?
Britanya’da sayın Margaret Thatcher, ılımlı liberal bir çizgiyi temsil etti. Bu çizgi, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini sağladı, sosyal alanda ise parçalanmalara yol açtı. Helmut Kohl ise Almanya’da bunu daha sınırlı bir biçimde hayata geçirdi. Ardından Gerhard Schröder seçildi.
Fakat insanlar neo-liberalizme karşı sosyal güvenlik istiyorlardı. Schröder "Britanya’da Thatcher'ın yaptığını, Almanya’da ben yapıyorum” diye bir beyannatta bulundu. Ve O da kendisine göre düzeltti, özelleştirdi ve sosyal alanda bazı parçlanmaları sağladı.
Zenginlere vergi hediye etti; işsiz, hasta, emekli, işçi ve iş verenlere ise kötü bir gelecek vaad etti. SPD’nin bu icatları insanları bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Bunun üzerine Federal Bölgelerde yapılan seçimlerde halk tercihini Sol Parti’den yana koydu ve bu partiyi seçti. İnsanlar, barış politikasını savunduğu ve sosyal alanda düzeltme karakterine sahip olduğu için bu Sol Parti’yi seçtiler.
Ve bu durum kaçınılmaz olarak bizi şu anda güçlü kılıyor. Bu bütün Almanya için geçerli. Fakat özellikle de Almanya'nın eski Federal Bölgeleri’nde bu etki daha da büyük. Size tam olarak gelecekte ne tür gelişmelerin olabileceğini söyleyemem. Çünkü bu biraz da SPD’nin nasıl bir yol izleyeceğine bağlı. Eğer SPD, “biz hatta yaptık, hattalarımızı düzetmek istiyoruz” kanısına varırsa, bu konuda bir işbirliği yapmamız söz konusu olabilir.
Fakat Thatcher çizgisinde ısrar ederse, tabii ki bizimle bir ilişkisi olamaz. Ancak toplumda birçok değişikliklerin yaşanmasının kaçınılmaz olduğu açıkça görülüyor.
"Avrupa'da sol ciddi sorunlar yaşıyor"
Almanya’daki solun gelişimini Avrupa solu ile kıyaslarsak neler söylersiniz?
Bunu bilemem... Avrupa’daki Sol şu anda ciddi sorunlar yaşıyor. Hatta Avrupa’nın diğer Sol Parti ve hareketleri, Almanya’da sağlanan başarı konusunda biraz şaşırdıklarını da belirtiyor.
Bana göre, yeni sol dalga Latin Amerika’dan geliyor. Ve bu dalganın burada ciddi bir örgütlenme potansiyeline kavuşması için biraz daha zamana ihtiyaç duyulacağına inanıyorum. Ben 1990’larda da Sol’un Latin Amerika’dan geldiğine inanıyordum. Fakat bu dalganın burada kendine yer bulmasının bu kadar zaman alacağını tahmin etmiyordum. Ama kanımca şimdi artık geliyor.
Bolivya, Ekvator, Venezüela... Bu ülkelerde olan bitenlere bakılırsa; solun çok heyecanlı bir gelişme sürecinin içinde olduğunu söylenebilir. Avrupa da bir gün bu sürecin içine girecek.
Tuhaf olan, Avrupa’da Devlet Sosyalizmi yıkıldıktan sonra, devlete bağlı olmayan diğer Sol hareketlerin de yenilgiye uğraması... Yani doğmatik olmayan, demokratik çizgiyi savunan Sol hareketler bundan nasiplerini aldılar... Fakat dediğim gibi bu devam eden bir süreç ve hayat bulması için zamana ihtiyaç bulunuyor...
Almanya’da bir sol seçeneğin çıkması Avrupa solunu da etkilemez mi?
Ben tabii ki bir etkisinin olacağına inanıyorum. Fakat bu anlamda beklemek zorundayız. Sorun şu ki, sözünü ettmiş olduğumuz ülkelerde neo-liberalizm çok güçlüydü. Bundan dolayı, doğal olarak halk sol bir hareketin ortaya çıkmasını arzuluyordu. Brezilya’daki zenginler o kadar güçlülerdi ki, kendilerini toplumun geri kalanından soyutlamışlardı. Bu zengin zümre, deyim yerindeyse yüksek güvenlik koşulları altında yaşıyorlardı. Bir ülkede böylesi çarpık bir gelişim olursa, doğal olarak karşıt hareketler de doğar. Ben bunu çok heyecan verici buluyorum. İşte Şili, Brezilya ve diğer ülkelerde olanlar. Bu ülkelerde doğacak yeni fikirler, moral açısından da büyük olacak. Her ne kadar "Devlet Sosyalizm"i yıkılmış olsa da, bu kapitalist sistemin tarihe verdiği son cevap da olmayacak.
Pek solun gelişmesine karşılık Almanya’da aşırı sağ da gelişme göstermiyor mu? Özellikle yabancı düşmanlığı bağlamında...
Burada bir parallelikten söz edemeyiz. "Aşırı sağcılık"ın farklı nedenleri var. O tabii ki sosyal haksızlıkları da kullanıyor. Bu konuda söz sahibi olmak istiyor. Fakat başlangıç noktası çok farklı. Onların başlangıç noktasına bakılırsa; Avrupa'nın entegrasyonuna karşı bir poziyondalar. Onlar Avrupa’yı istemiyor. Onlar eski Nasyonal Sosyalizm’i istiyor. Ve onlar toplumu, sosyal haklar konusunda Nasyonal Sosyalizm’in daha çok güvence verdiğine ikna etmek istiyorlar. Avrupa’daki genel politikalara bakılırsa, aşağıya doğru ilerlediğini görüyoruz.
Fakat bu sorunlardan kaynaklanan şekilde, NPD’nin kısmi olarak başarılar elde ettiği de doğru. Bizim partimiz ise sosyal sorunları daha akıllı ve demokratik bir biçimde protesto etmeyi tercih ediyor. Bundan dolayı biz hareket olarak daha güçlüyüz. Fakat NPD’nin güçlü olduğunu söyleyemeyiz. Bu şundan da kaynaklanıyor; büyük şirketlerin artık ucuz milliyetçiliğe karnı tok.
Kaldı ki, uluslararası alanda ticaret yaptıkları için milliyetçilikle bir yere varmayacaklarını da iyi biliyorlar. Doğu Almanya’daki sağçılığın yüksek olması, ordaki Alman vatandaşlarının ikinci sınıf muamelesi görmesinden kaynaklanıyor. Bu ikinci sınıf muameleye neden olan bir hedef seçilir. Burada yabancılar bu hedef olarak seçildiler. Ve bu hedef kendilerine yeterince iyi davranılmadığını düşünenlere gösterilir. Yabancı düşmanlığı da böylece ortaya çıkar.
Öte yandan, 1989’da Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından, orada yaşayan halk halk psikolojik ve politik olarak büyük şaşkınlığa düştü. Yani bu konuya ilişkin çok çeşitli gerekçeler bulunuyor. Tuhaf olan şu, aşırı sağ grupların liderlerinin çoğu Batı Almanya’dan geliyor. Fakat bu gruplar içinde yer alan ayak takımı "Doğu Almanya"dan geliyor. Bu beni hep kızdırdı.
"Sağın yaptığı özgüven pazarlamak"
Aşırı sağ neden gelişiyor?
Aşırı sağ kitlelere mesnetsiz özgüven pazarlıyor. Onlar, “Sen Alman olduğun için diğer milyonlarca insanlardan daha değerlisin” diyorlar. Bundan dolayı çaba veya emek vermek zorunda değilsin. Fakat solculuk, gururdan önce her zaman çaba ve emek ister. Çok zor bir çıkış pozisyonu yani.
Doğu Bloku çöktü... Bununla birlikte sosyalizmin temel değerleri de mi yenilgiye uğradı?
Devlet Sosyalizmi’nin çöküşünden sonra şöyle bir sonuç çıkardık: Demokratik ve özgürlükçü olmayan hiçbir sol hareketi başarılı olamaz. Ayrıca kapitalist sistem karşısında etkili de olamaz. Çünkü çok cılız bir ekonomiye sahip. Yine cinsiyetçi özgürlük çizgisi de hayati bir konu olarak önümüze çıkıyor. Kısacası; bizim demokratik bir sosyalizme ihtiyacımız var.
Demokratik Sosyalizm ise kitle tabanının çoğunu kazanmak demek anlamına geliyor. Eğer bunu başaramazsam, kitleler adına birşeyi inşa etmeye hakkım yok. Fakat başarırsam bunu yapabilirim. Kitle eğer bir gün Demokratik Sosyalizmi istemezse; bunu da saygıyla karşılamak zorundayım. Esas sorun da burada...Yani sorun bu noktada düğümleniyor.
Bu konuda iki farklı yol var. Eğer burada demokratik bir alt yapıya sahipsem, ulaşabileceğim kadar halk yığınlarına ulaşmak zorundayım. Eğer Şili’de Pinochet’in egemenliği altında yaşasaydım, demokratik bir alt yapıya sahip olmazdım. Burada şu soru ortaya çıkıyor... Bu rejimi yıkmak ve yeni bir şeyi inşa etmek için farklı bir seçeneğim var mı?
Sosyalizmin kendisi yüksek demokratik değerlere sahip olmak zorunda. Bu şu anlama geliyor; basın özgürlüğü olacak, konuşma serbestliği olacak, örgütlenme sorunları ortada kalkacak vs. Eğer halkı hayal kırıklığına uğratırsam, halkın tekrar çok partili sistemi kabul etmesini saygıyla karşılamak zorundayım. O zaman mücadelemi tekrar başlatabilirim. Ancak şunu öğrenmek zorundayız. Kimseyi zorlayamayız. Geçmişte bunu yaptık fakat başarılı olmadı.
Kürt sorunu üzerine: Askeri yöntemlere karşıyız
Türkiye’nin Kürt meselesine yaklaşımı... Son kara harekatını Kürtler işgal girişimi olarak niteliyor... Sizin düşünceniz nedir?
Sorunların askeri yöntemlerle çözülmesine kesinlikle karşıyız. Bunu ABD ve diğer ülkeler Irak’ta ve Afganistan’da yapıyor. Türkiye ise Kuzey Irak’ta yapıyor. "Herkes bir yerdeki sorunlarını çözmek için oraları işgal etme hakkını sahiptir" gibi bir mantık asla kabul edilemez.
İkincisi; Türkiye’nin demokratikleşme konusunda ciddi sancıları var. Özellikle de Kürt konusunda. Kürtlerin kendi ana dillerinde serbestçe konuşması yılları aldı. Ayrıca eğitim imkanları, otonom hakları konularında da çözümdan daha çok uzak durumdalar. Öte yandan, yüzde 10 barajının hâlâ geçerli olması asla kabul edilemez bir durum.
Eğer Avrupa Birliği ve Almanya sağlıklı bir karektere sahip olsaydı, şunu söylerdi: Ortak bir perspektife sahip olmak istiyorsak, şu sorulara cevap bulmak zorundayız: Kürt Sorunu, Demokrasi sorunu, Kuzey Irak’a karşı yapılan askeri operasyonun son bulması vs. vs... Bunun için sol da muhalefet olarak katkıda bulunmak zorunda.
Türkiye'nin AB'ye dahil olması için...
Biz tabii ki Türkiye’nin Avrupa’ya dahil olmasını istiyoruz. Fakat bu konuda şartlarımız var. Türkiye’de bazı konular kesinlikle çözülmek ve değişmek zorunda. Ve bunun ne kadar zor olduğunu siz de iyi biliyorsunuz. Kürtlerin kendilerini kabul ettirmek için ne kadar savaştıklarını hepimiz iyi biliyoruz. Aynı zamanda Türkiye, Kosova’daki halkın insan hakları ihlal edildiği için, Belgrad’ın bombalanmasını onaylayabiliyor. Buna ne demeli gerçekten?
Peki bütün bu olup bitenler AB-Türkiye ve Kürt sorunu bağlamında değerlendirirsek, Türkiye’nin üyelik gidişatını nasıl etkiler?
Bu açıdan tabii ki çok farklıyız... Onlar Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne dahil olmasını istemiyorlar. Bu çok farklı bir çıkış noktası. Onlar tutumlarını çok farklı gerekçelendiriyorlar. Türkiye, NATO için kazanılmıştır ancak iş Avrupa Birliği üyesi olmasına gelince; “hayır” denilmek isteniyor. Ve bu yaklaşım da tabii ki yakışık almıyor. Ben, Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olduğunu ve NATO’yla bir bağlantısının olmadığını söylemem. Şu anda bu çelişkilerle yaşıyoruz. Elbette ki, halkın bazı korkuları da var. Bunlar da çok iyi kullanılıyor.
Ben şuna inanıyorum; eğer Türkiye demokrasi ve sosyal gelişim konusunda ciddi bir değişim gerçekleştirirse; kimse Türkiye’nin AB’ye dahil olmasını engelleyemez. Fakat bugün demokratik ve sosyal değişimleri gerçekleştirme noktasında çok uzakta.
Avrupamerkezcilik ve sol kavramlarını Edward Said’in “oryantalizm” kavramı ile irdelersek...
İnsanlık tarihine bir göz atılırsa çok farklı evrelerin olduğunu net olarak görebiliriz. Eski Yunan dünyanın en önemli ülkesi olarak gösteriliyordu. Daha sonra Roma da öyle oldu. Ardından Mısır ve diğer Arap ülkeleri önem kazandı. Daha sonra Çin’in çok gelişmiş bir ülke olduğu söylendi. Ardından sessizliğin hakim olduğu bir sürecin içerisine girildi. Ondan sonra tekrar bir hareketlenmeye şahit olduk. Bu sefer Avrupa’da. Şu anda Avrupa’nın çok durgun olduğunu hissediyorum. Bilinmez. Daha sonra bu daha çok net olarak açığa çıkar.
Önemli olan, Avrupa merkezciliğe izin vermemek. Bizim sadece bir dünyamız var. Ve bu dünyada yaşayan bir insanoğlu/kızı var. Bundan dolayı, artık kimin kimi yöneteceği üzerinde değil, bir arada nasıl yaşayabiliriz sorusu üzerinde durmak lazım. Bu tabii ki çok farklı bir çıkış noktası. Ancak bildiğiniz gibi savaş artık çok doğallaştı. George Bush, bir şey hoşuna gitmezse hemen orduyu devreye koyuyor. İşte bunu engellemek için yollar aramalıyız. Bana göre Avrupa’daki çoğunluk savaşa karşı. Ve bu benim gelecek için umutlu olmama vesile oluyor.
Almanya'da 68'in 40. yılı
68 Gençlik eylemlerinin 40. yılı. Almanya’da ve dünyada bu yıl birçok etkinlikler yapılacak... 68 ruhu nasıl güncellenir!
Yıldönümlerinde yeni hareketler ortaya çıkmaz. Bu bir hayal. Sadece onunla ilgili birçok şeyler anlatılır. Örneğin Yeşiller, geçmişte ne kadar isyancı olduklarını hatırlayacaklar. Yeni Solcular zaten var. Bunu için bir yıldönümüne gerek yok.
Bugüngü Sol Parti, barış siyaseti ve sosyal nedenlerden dolayı ortaya çıktı. Ama ben yine de bu yıldönümünü önemsiyorum. Çünkü 68, bir kuşağın diğer bir kuşakla hesaplaşması anlamına geliyordu. Bunun tarih ve ekolojiyle çok bağlantısı var.
Bu hareketin Almanya’ya kültürel açıdan önemli birçok şey kazandırdığına da inanıyorum. Bunu inkar edemeyiz. Fakat Yeşilleri tekrar kendi özlerine döndüremeyiz. Yeşiller bugün Hamburg’ta CDU ile bir koalisyon içerisinde birlikteler. Bunlar da Yeni Yeşiller oluyor.
Ama bugünün siyaset aktörleri var ve 68’li olmakla övünüyorlar. Avrupa Parlamentosunda, ulusal parlamentolarda...
Metodları çok totaliter bir biçimdeydi. Onlar demokrasi karşıtlarına karşı savaştılar, mücadele ettiler. Fakat bunu çok totaliter bir biçimde yaptılar. İkinci eleştiri noktası ise O’nlar bir zamanlar "ev işgalcileri" olsalar bile bugün artık ev sahibiler. Ve bugün artık ev sahibi gibi düşünüyorlar. (CE-BG/GG)