Almanya ne kadar mesut bir ülkeydi! Dertsiz, içten. Bütün dünyadan insanlara kapısı açık bu ülkeye gelenlerden kendilerini 'arkadaşlarında misafir' olarak görmeleri istendi. Yabancı düşmanı imajı çok şükür geride kalmıştı. Bu, 2006 Dünya Kupası sırasında Almanya'da solunan hava...
'Freundlichkeitsfestspiele' (Dostluk Festivali) başlamadan önce Halit Y. isimli bir göçmen, Kassel'de işlettiği internet kafesinde ölü bulundu. Kafasına iki mermi sıkılmıştı.
O zamanlar kimse bu olayı yabancı düşmanlığı ile ilişkilendirmek istemiyordu - ne polisler, ne siyasetçiler, ne de gazeteciler. Gerçekleşen bu 9'uncu cinayetten sonra da suçluların izi bulunamamıştı. Cinayete kurban gidenler terzilik, büfecilik yapıyor, çilingir dükkanı veya manav işletiyordu. Kurbanların 'sadece' ikisi döner dükkanında çalışıyordu. Ancak buna rağmen cinayetlere 'dönerci cinayetleri' ismi veriliyordu.
'Dönerci cinayetleri' nitelemesi, ne yazık ki Alman toplumundaki gizli ırkçılığın bir ispatıdır. 'Dönerci cinayetleri' nitelemesi yaşananları küçümseyen insanlık dışı bir kavramdır: Kurbanların insan oldukları gözardı edilip 'döner'le ilişkilendirilir - sanki isimleri ve işleri yokmuş gibi. İtalyanları hedef alan benzer cinayetler işlense, acaba o zaman da 'spagetti cinayetleri' mi denecekti? Gazeteci ve siyasetçiler, benzer cinayetlerin Türkiye'de Almanlara karşı işlense ve orada bu vakalara 'patates' veya 'lahana turşusu' cinayetleri dense, kıyameti koparmazlar mıydı?
İkinci olarak da bu niteleme, yabancıların suça yatkın olduğu klişesini destekleyen bir isimlendirmedir. Cinayetleri aydınlatmak için polis tarafından oluşturulan özel birliğin adı 'Bosporus' idi. Nedeni gayet açık: Türkiye veya başka bir ülkeden organize edilen bir suç örgütü, haraç veya eroin işlerini kanlı yöntemlerle çözüyor, algısı oluşturmak. Kurbanlar, karanlık işlere bulaşmışlardı, bu yapılanmaların uzun bir zaman ortalığa çıkmayışı da onların yok olduğu anlamına gelmiyordu, aksine, kriminal yabancıların kamuflaj sanatındaki maharetine bağlanıyordu.
'Dönerci cinayetleri' kavramının üçüncü boyutu da, yukarıdaki boyutlarla ilintili olan ama çok daha içselleştirilmiş bir 'yabancıların dışlanması' zihniyetidir: Alman gazete okuru, pazar gazetelerinde okuduğu seri cinayetlerden ürkebilir ama aynı zamanda Johann-Wolfgang Goethe'nin 'Faust' eserindeki "Çok uzaklarda, Türkiye'de veya başka yerde, halklar birbirini yiyormuş / Camdan bakınca nehrin akışı görünüyor / İnsan eve döndüğünde mutlu oluyor. Barış zamanı ne kadar kutsal..." dizelerinde anlattığı gibi düşünür: Her şey çok uzaktadır. Alman toplumu için bu çok huzur vericidir. Varsınlar, birbirilerini yesinler! Zaten bizden değiller. Bu yüzden öldürülüp, öldürülmedikleri bizi ilgilendirmez. Bizim bu iş ile ilgimiz olmaz: "İsterlerse kafalarını ikiye ayırsınlar / herşey birbirine karışsın / Evde her şey eskisi gibi".
Aklamak, görmemek ve dikkatleri başka yere çekmek. Bu geçmişte de günümüzde de ırkçılık yüzünü gösterdiği zaman eldeki tek seçenektir. Hiç kimse, Greifswald'de, Asya asıllı olduğu için bir kadının üzerine tükürüldüğünde bir şey demiyor veya Berlin'de sıraya yanlış taraftan giren bir yabancı kadını 'Almanya'da doğru taraftan sırada beklenilir' diye uyaran satıcı kadına müşterilerin de destek vererek 'diğer ülkelerde belki değişik olabilir ama bizde doğru taraftan sıraya girilir' demesi de kimseyi rahatsız etmiyor ya da Bayern Eyaleti'nde bir kadının postanın gecikmesini 'postada zenciler çalışıyor' sözleriyle izah etmesine de kimse sesini çıkarmıyor.
Friedrich-Ebert-Stiftung adlı vakıf tarafından 2010'da yapılan bir araştırmaya göre Almanların üçte biri, 'Almanya'nın tehlikeli şekilde yabancılaştığı' görüşünde. 'İşyerleri kalmadığı zaman yabancılar ülkelerine geri gönderilsin' tezinin hakim olduğunu kanıtlayan araştırma, ayrıca ankete katılanların şu görüşe de sahip olduğunu belirtiyor: 'Zaten gelenler, bizim sosyal devlet avantajlarımızdan yararlanmak için buraya geliyorlar'.
Angela Merkel, nazi hücre örgütlenmesinin işlediği cinayetlerle ilgili 'Almanya'nın utancı' dedi. Haklı. Ama başka bir utanç daha var, kendi koalisyon ortağı CSU'nın Genel Başkanı Horst Seehofer'nin sarfettiği şu sözler: "Alman sosyal sistemine ve göçe karşı kendimizi savunacağız - son kurşuna kadar"*
Uslup, düşünceyi belirler. Ve düşünceden de eylem doğar. Bu yüzden düşünülmeden söylenen söz tehlikelidir. Türkiye ve Yunanistanlı dokuz insanı öldürenleri biliyoruz: Yabancılara düşmanlık besleyen Almanlar. Eylemleri doğru isimlendirelim...
* 9 Mart 1945'te, Nazi dönemi zamanında Berlin'den şu talimat gelir: "İmparatorluk Başkenti (Reichshauptstadt) son adam ve son kurşuna kadar savunulacak!"
** Der Spiegel'den çeviren Mehmet Yeşil, Tlaxcala
*** Stefan Kuzmany, 1972 doğumlu, Münih Alman Gazetecilik Okulu'ndan mezun. 1996'dan itibaren Berlin "taz" bürosunun yanısıra farklı basın yayın organları ve yayınevlerinde de muhabir, redaktör, editör ve yazıişleri sorumlusu olarak çalıştı. Kasım 2010'dan bu yana Spiegel Online'ın Berlin bürosunda kültür-sanat editörü olarak görev yapıyor.