Almanya‘nın en büyük ve en zengin eyaleti Bavyera‘da bu pazar günü gerçekleştirilen seçimin sonuçlarının tetiklediği siyasi depremin etkileri sürüyor. Sandıktan çıkan sonuçlar önümüzdeki dönemde sadece bu eyalet açısından değil, tüm Almanya ve hatta Avrupa Birliği‘nde siyasi istikrar açısından önemli gelişmelere yol açacak gibi.
En önemlisi aşırı sağın büyük hızla yükseldiği Almanya‘daki demokratik sistemin geleceği açısından bu seçimin verdiği ders.
Bavyera‘daki iktidar partisi Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU), seçimleri kazanma uğruna olduğundan da daha sağda politikaları tercih etmişti. Parti liderlerinin özellikle göçmenlere, sığınmacılara, İslam‘a ilişkin ayrımcı açıklamaları yakın gelecekte bu partiyle aşırı sağcı AfD arasında pek fark kalmayabileceği yorumlarına yol açıyordu.
Fakat CSU, göç ve göçmenler konusundaki ayrımcı yaklaşımları, polisin yetkilerini büyük ölçüde artıran kanun değişiklikleriyle vermeye çalıştığı “daha da güçlü devlet“ imajı, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ilkesini yok sayarak okullardaki sınıflar dahil tüm kamu kurumlarına haç asılması zorunluğu getiren yönetmelikler gibi sağcı politikalarıyla istediği sonucu elde edemedi.
Hedeflenen seçmenin büyük kısmı, seçim sürecinde CSU‘nun kampanyası sayesinde iyice normalleşen, meşrulaşan sağ politikaların daha güçlü ya da daha “samimi“ savunucusu olarak gördüğü partiyi, kendisini mevcut sistemin alternatifi ilan eden AfD‘yi (Almanya İçin Alternatif) tercih etti.
Böylece Almanya‘da bazı politikacıların toplumdaki sağa kaymayı, biraz daha sağa açılarak durdurabileceklerine, bu kesimleri böylece aşırı sağcı partilerden kurtarıp, demokratik sistem içinde tutabileceklerine dair öngörülerinin hiç de gerçekçi olmadığını görüldü. Aşırı sağla, neo-nazizmle, yabancı düşmanlığıyla, ırkçılıkla, ayrımcılıkla mücadele açısından bu seçimlerin tüm ülkeye verdiği bu ders nedeniyle Bavyera seçmenine içtenlikle teşekkür eden demokratlar bile var.
Kitle partileri kaybetti - yeni kitle partileri
Özellikle federal düzeyde hükümet ortağı olan kitle partileri CSU ve SPR (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) büyük oy kaybı, Angela Merkel yönetimindeki büyük koalisyonun geleceğini tehlikeye soktu.
Her ikisi de yüzde 10‘un üzerinde oy kaybeden iki parti içinde de yönetim kargaşasına yol açan bu seçimin galipleri ise diğer dört parti: Büyük oy patlaması yapan Yeşiller, yeni hükümete koalisyon ortağı olarak girmesi beklenen Hür Seçmenler (FW), seçim barajını fazlasıyla aşarak bu eyalet meclisine de girmeyi başaran aşırı sağcı AfD ve barajı kıl payı geçerek meclise yeniden giren liberallerin partisi FDP (Hür Demokratik Parti). Bu seçimlerde yüzde 5‘lik barajı aşma umudunda olan Sol Parti ise beklediği oy oranını yakalayamadı ve yine meclis dışında kaldı.
Seçimi kaybeden partiler yaşadıkları yıkımı tartışırken, dikkatler iki hafta sonra yine Bavyera gibi federal düzeyde ağırlığı olacak Hessen eyalet seçiminde.
Bu seçime ilişkin kamuoyu yoklamaları da Hıristiyan ve sosyal demokratların (CDU ve SPD) büyük miktarda oy kaybına uğrayabileceklerini gösteriyor.
Anket sonuçlarına bakılırsa CDU‘nun Yeşiller‘le uyum içinde yürüttüğü koalisyon hükümeti tehlikede.
Muhalefetteki SPD‘nin de Yeşiller ve Sol Parti‘yle iktidar şansını bulması bile sözkonusu. Partilerin alacakları oy oranlarındaki küçük farklar çeşitli koalisyonları olası kılabileceği için heyecan 28 Ekim pazar akşamına kadar sürecek. Ancak Hessen‘e ilişkin şimdiden kesinleşmiş bir sonuç var. O da AfD‘nin bir önceki seçime göre oy patlaması yaparak Hessen Eyalet Meclisi‘ne de girecek ve böylece Almanya‘nın 16 eyaletinin hepsinde grubu olan partiler arasında yer alacak olması.
Kardeş! Partiler: CDU ve CSU
Almanya‘da iki Hıristiyan birlik partisi var. Biri 16 eyaletin 15‘nde örgütlü olan ve genel başkanlığını Federal Başbakan Angela Merkel‘in yaptığı parti CDU (Hıristiyan Demokrat Birlik). Diğeri ise sadece Bavyera eyaletinde örgütlü olan ve burada ayrı bir parti olarak hareket eden, federal düzeyde ise CDU‘yla birlikte siyaset yapan Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU).
Almanya‘daki diğer siyasi partilerde böyle bir ayrım yok, ancak CDU‘dan her zaman çok daha sağda olan Bavyeralı Hıristiyan demokratların bu “ayrımcı“ tavrı, bu eyaletin Almanya tarihindeki özel yerinden kaynaklanıyor.
Öyle ki İkinci Dünya Savaşı‘ndan sonra Federal Almanya Cumhuriyeti kurulurken, burada monarşinin yeniden kurulması bile gündemdeydi.
Bölgeyi işgal eden Amerikalıların reddetmesi nedeniyle bu proje engellendi, ancak Bavyera‘nın ondan sonra kurulan tüm hükümetleri, her zaman diğer eyaletlerden farklı, kendine özgü bir yolda gitmeye çalıştı.
Federal düzeyde CDU‘yla birlikte koalisyonlarda yer alarak iktidarda olduğu dönemlerde – şimdi olduğu gibi – sık sık hükümetin işleyişini tehlikeye düşürecek sağcı, sadece CSU‘ya yarayacak “egoist“ çıkışlarla küçük büyük krizlere yol açtı.
Uzun süre bu partinin başında bulunan Almanya‘da sağ popülizmin sembollerinden Franz Josef Strauss (1915-1988) soğuk savaş döneminde uluslararası politikanın önemli aktörlerinden biri olabilmişti.
CSU, birkaç CDU‘yu “ikna etmeyi başararak“ federal seçimlerde Hıristiyan demokratların ortak başbakan adayının kendi saflarından seçilmesini bile sağladı. Tabii siyasi olarak aynı safta da olsalar Almanya‘nın başına bir “Bavyeralı“nın gelmesi, ülkenin geri kalan bölümlerindeki sağcı-muhafazakar seçmenlerin önemli bir bölümü için de “kabul edilemez“ bir durumdu. Dolayısıyla CSU‘nun bu atakları toplumun büyük çoğunluğunun karşı olması nedeniyle başarılı olamadı.
CDU ve CSU‘nun ortak tarihi, bu iki partinin hiç de gösterildiği gibi “kardeş“ olmadıklarını gösteren örneklerle dolu. Merkel liderliğindeki şimdiki büyük koalisyon da kuruluş sürecinde ve yaklaşık sekiz aylık icraatı boyunca, bu hükümete çok büyük yetkilerle bakan olarak girmiş olan CSU Genel Başkanı Horst Seehofer‘in ortaklığı tehlikeye düşüren çıkışları gibi.
CSU’nun bundan sonra işi zor
Büyük kardeş CDU‘nun diğer eyaletlerde zaman zaman iktidarda, zaman zaman da muhalefette geçen, bir parti açısından oldukça “sıradan“ bir tarihi var. Ancak küçük kardeş CSU ise 53 yılı tek başına olmak Federal Almanya Cumhuriyeti kurulduğundan beri Bavyera‘da hep iktidarda oldu.
Pazar günü tarihinin en büyük seçim yenilgisini alan CSU, kendisi gibi Bavyera‘nın özgün siyasi oluşumlarından Hür Seçmenler‘le (FW) birlikte koalisyona giderek iktidarda kalabilecek durumda. İçinde Yeşiller ve hatta sosyal demokratların bulunduğu başka ikili koalisyon seçenekleri de var, ancak büyük bir olasılıkla Bavyera‘yı önümüzdeki beş yıllık dönemde CSU-FW‘den oluşacak bir hükümetin yönetecek.
Tabii böylece önümüzdeki dönem, bir yandan çok güçlenmiş olan Yeşiller, diğer yandan her 10 seçmenden birini arkasına almış olan aşırı sağcı AfD, yüzde 5‘lik barajı kıl payı aşarak Eyalet Meclisi‘ne yeniden girebilmiş olan liberaller (FDP) ve büyük darbe almış oldukları için daha da radikalleşecek sosyal demokratlardan (SPD) oluşacak büyük bir muhalefetle karşı karşıya kalacak.
Sandıkta başarılı olmasa bile başta eyalet başkenti Münih olmak üzere büyük şehirlerde on binlerce kişinin katıldığı son protesto gösterilerinin önde gelen güçlerinden Sol Parti‘nin sokakta sürdüreceği muhalefet önümüzdeki dönemde daha da güçlenebilir. Yani Bavyera‘da şimdiye kadar hep “iktidara mahkum“ olan CSU için bundan sonraki eyalet seçimleri artık “çantada keklik“ değil.
Parti Başkanı ve İçişleri Bakanı
CSU‘nun genel başkanları genellikle Münih‘te Bavyera‘daki hükümetin başında kalıp, partinin kendilerine yakın diğer güçlü isimlerini ya da gelecek vaadeden yeteneklerini federal hükümetlerde bakan olarak göndererek, federal düzeyde etkili olmaya çalışıyorlar.
Geçmişte tarihi liderleri Strauss ya da şu andaki Seehofer gibi federal hükümetlerde çok önemli bakanlıklar üstlenen de oldu.
Ancak Merkel‘in son hükümetine üç ayrı bakanlığın yetkilerini tek bakanlıkta birleştirerek giren Genel Başkan Seehofer‘in hem Berlin‘de, hem de Münih‘te etkin olma hırsı kendisine karşı muhalefetin güçlenmesine ve parti içi iktidar mücadelesine neden olmuştu.
Seehofer bu krizi CSU genel başkanlığını ilk fırsatta giderek güç kaybeden partiyi yenileme iddiasıyla öne çıkan ve ona rağmen Bavyera Başbakanlığı‘na getirilen genç kuşaktan Markus Söder‘e bırakacağına dair söz vererek atlatabilmişti.
Hem kendisini hem Merkel’i yıprattı
Ondan beklenen federal hükümette üstlendiği İçişleri, İmar ve “Haymat“ (onun talebiyle, koalisyon ortakları tarafından Almanya‘nın yeniden yeniden “vatan“ ve “vatanseverlik“ olgularıyla tanışması hedefiyle kararlaştırılmıştı) Bakanlığı‘yla başkent Berlin‘den Bavyera seçimlerine faydalı olmasıydı.
CSU yönetimi, kamuoyu yoklamalarında giderek güç kaybettiği görülen partiyi kurtarmak için çözüm konusunda aynı görüşteydi. Onlar için çözüm daha sağa yönelen, mevcut sistemden hayalkırıklığına uğramış seçmenleri geri kazanmak için, göçe ve göçmenlere, sığınmacılara, azınlıklara, İslam dinine karşı asıl güçlü partinin CSU olduğunu göstermekti.
Böylece CSU‘nun sağına yönelen seçmenleri yeniden kazanmak mümkün olabileceğini düşünüyorlardı.
Bu doğrultuda en gayretli çalışan Seehofer oldu. Hükümet kuruluş süreci ve kurulduktan sonraki icraatı aylarca onun Almanya‘ya gelebilecek sığınmacıların sayısına bir “üst sınır getirilmesi“ yolundaki talebiyle bloke oldu.
Sığınma hakkının temel bir hak olduğunu savunan ve buna sınır getirilmesiyle Almanya‘nın dünya çapında uğrayacağı prestij kaybının farkında olan Merkel bu talebe karşı direnirken büyük ölçüde yıprandı. Hem kendisi, hem CDU bu süreçte büyük ölçüde seçmen desteğini yitirdi.
Merkel‘in bu yasama dönemi sona ermeden parti liderliğinden ve federal başbakanlıktan ayrılmak zorunda kalabileceği, ülkenin bir erken seçime sürüklenebileceği olasılığı gündeme getirildi. Sonuçta kendi partisinin de güç kaybına neden olmasına rağmen bu durum Seehofer‘i hiç etkilemiyordu. Aynı çizgiyi sürdürmekten vazgeçmedi. Son olarak “Göç, bu ülkedeki tüm sorunların anasıdır“ diyerek, ağzından baklayı çıkardı. Böylece göç ve göçmenler konusunda AfD‘yle aynı noktaya geldi. Ama bütün bunlar beklediği sonucu vermedi.
CSU, kalesi Bavyera‘da tarihinin en büyük yenilgisini aldı.
İki koltuktan da olabilir
Seçimden sonraki tartışmalar ve parti tabanından da yükselen istifa çağrıları Seehofer‘in önümüzdeki günlerde parti genel başkanlığını bırakmak zorunda kalacağını gösteriyor. Yeni eyalet hükümetinin kurulması ve diğer politik öncelikler nedeniyle bu süreci biraz olsun uzatma şansı olan Seehofer‘in en geç yıl sonunda gerçekleştirilecek parti olağanüstü kurultayında, genel başkanlığı bırakma olasılığı oldukça yüksek.
Sadece genel başkanlık değil, federal hükümetteki bakanlığı da tartışmalı. Hükümet içindeki uyumsuz tavrı, kamuoyu önünde federal başbakanın itibarı ve otoritesini sarsan çıkan çıkışları nedeniyle kendisine yönelik eleştiriler, “kavgacı ve bakanlığa layık olmayan bir kişi“ değerlendirmeleri, kendi kalesindeki seçim yenilgisinin ardından hükümet çevrelerinde daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Şimdilik genel başkanlığı bırakmayacağını açıklayan Seehofer, önümüzdeki günlerde sürdürülecek olan koalisyon görüşmelerine katılmayacağını duyurdu. Partisinin büyük ortak olacağı koalisyon görüşmelerine katılmayan bir genel başkan olacak yani...
Seehofer‘in karşı karşıya olduğu bu olumsuz tablo nedeniyle, başarısızlığın diğer sorumlusu Bavyera Başbakanı Markus Söder arka planda kalmayı başarıyor.
Seçim aritmetiği kurulacak yeni hükümetin de başbakan adayı olan Söder‘e birkaç seçenek sunuyor. AfD hariç meclise giren tüm partilerle görüşmelerde bulunacaklarını açıkladı.
Ancak, gelişmeler koalisyon hükümetinin CSU ile Hür Seçmenler (FW) tarafından oluşturulacağına işaret ediyor. (GK/EKN)