Türkiye-Almanya Kültür Forumu'nun bu yıl üçüncüsünü düzenlediği program kapsamında Türkiye'den 15 gazeteci 24-30 Ocak tarihlerinde Almanya'daydı.
"Buralı" gazetecilerin "orayı", "oralı" gazetecilerin de burayı görmeleri, tanımaları, süren tartışmalar hakkında fikir sahibi olmaları için gerçekleştirilen gezide bizim karşılaştığımız en önemli gündem maddesi entegrasyon sorunuydu.
Almanların tüm göçmenlerle ve özelde Türkiyelilerle ilgili izledikleri yollar, süren tartışmalar ve elbette göçmenlerin entegrasyon meselesine bakışları üzerine katıldığımız tartışmalar zihin açmaktan çok bulandıran nitelikteydi. Çünkü...
Çünkü program kapsamında konuştuğumuz Alman ve Türkiye kökenli gazeteciler, milletvekilleri ile sokakta ayaküzeri söyleştiğimiz insanlar için konu farklı yerlerden cereyan ediyor.
Almanlar entegrasyon deyince ne anlıyor?
Programda görüştüğümüz Köln Belediye Başkanı Hans-Warner Bartscht, Protestan ve Hristiyan Kilise Birlikleri, Duesseldorf'taki Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Meclisi Başkan ve yardımcısı, Berlin'deki Federal Başbakanlık Uyum Bölümü Başkanı ve Başdanışmanı Ingo Behnel, Federal Milletvekilleri SPD'li Johannes Kahrs ve Mechthild Dyckmans, Dışişleri Bakanlığı'ndan müşavir Helga Barth, Alman Sendikalar Birliği'nden Wolfgang Lutterbach, Johannes Jakob ve Claudi Falk'ın anlattıklarında belirginleşen noktalar şu:
Öncelikle Almanların entegrasyondan ne bekledikleri konusunda bir ortak fikirleri var. Çok farklı şeyler söylemiyorlar ve bunları çoğu zaman "üstten" kurulan cümleler olarak dışarıya yansıtıyorlar. Örneğin hepsinin vurguladığı mevzu eğitim. Türkiyeli insanların çocuklarını okullara göndermeleri ve "iyi bir Alman" olarak yetiştirmelerini bekliyorlar. Entegrasyon demek bir göçmenin iyi Almanca konuşması, kendisini Alman hissetmesi ve önce Türkiye'yi değil, Almanya'yı düşünmesi.
Buna katılan iktidardaki liberal partinin federal milletvekili Serkan Tören gibi Türkiyeliler de mevcut. Tören "Ben Almanım ve önce Almanya'nın çıkarlarını düşünüyorum" diyor. Bu nedenle de iyi bir uyum örneği.
Tören'e ve genel olarak Almanların uyum algısına itiraz eden Türkiye kökenli milletvekilleri de eğitim konusunda hemen hemen Almanlarla aynı fikirdeler. Devletin entegrasyon konusuna daha öncelik vermesi, eğitimi teşvik etmesini istiyorlar. Ancak ayrıştıkları nokta bunu yaparken ayrımcılık yapmaması ve ırkçılığı içten içe tetikleyen adımlar atmaması. Bu SPD'li Aydan Özoğuz ve Yeşiller'den Mehmet Kılıç'ın Federal Meclis'te bize anlattıklarının küçük bir özeti.
Türkiyeli İşadamları Derneği üyelerinin ya da Türkiyelilerin de ortak kanısı bu milletvekillerininkine yakın.
Ancak Alman ve Türkiyeli milletvekillerine itiraz eden bir isim var Almanya'da. O da Sol Parti milletvekili, Kürt Sevim Dağdelen.
Dağdelen Almanya'daki uyum sorunun temelinde sınıfsal farklılıkların, fırsat eşitsizliğinin ve işsizliğin olduğunu söylüyor. Entegrasyonun göçmenlerin kimliklerini unutmalarını ve kendileri olmaları dayattığının altını çiziyor.
Almanya'da işsizliğin önemli bir sorun olarak sadece göçmenlerin değil, tüm alt sınıfların canını yaktığını, o çok vurgulanan eğitim de yoksullar için (göçmen ya da değil) ciddi anlamda eşitsizlik bulunduğunu ve bu sınıfsal sorunlar çözülmeden de uyum meselesinin halledilemeyeceğini belirtiyor.
Dağdelen çok da haksız sayılmaz. Şu anda Almanya'da çok sayıda göçmen sınır dışı edilmek üzere cezaevlerinde bekliyor. Eski Doğu Almanya'da işsizlik ne Alman ne de göçmen ayrımı yapıyor. Duvar yıkılmış olmasına rağmen zihinlerde hala canlı bir şekilde duruyor ve "Zengin" Batı ve "yoksul" Doğu ayrımı her iki tarafta entegrasyon meselesine ciddi ayrışmalara neden oluyor.
Türkiye kökenliler uyumdan ne anlıyor?
Sokakta konuştuğumuz insanların konuyla ilgili ortak algısı şu:
"Almanlar bizden Türk (bahsedilmese de Kürt) kimliğimizi unutmamamızı, Alman olmamızı istiyorlar."
Taksicinin de, dönercinin de, öğrencinin de, işsizin de ortak kaygısı bu. Bu konuda gelişen hassasiyet çoğu zaman Türkiye kökenlilerin Almanya seçimlerinde sol veya demokrat partilere oy vermelerine neden oluyor. Ancak bu insanlar Türkiye'de ne tuhaftır ki milliyetçi partileri destekliyorlar çoğunlukla.
Türkiyelilerde ciddi anlamda bir Almanlaşma korkusu ve buna karşı direnme refleksi var. Ve Berlin'de gördüğümüz manzara, özellikle de Kreuzberg'de, birçok insanın tek kelime Almanca bilmeden hayatlarını sürdürebildikleri.
Böyle olunca da entegrasyon meselesine dair çok ciddi bir adım atılamıyor. Zira birbirini dinler gibi gözüken ancak aslında anlamayan cephelerde kurulan çok sayıda cümle var.
Köln'deki cami tartışmasında da benzer bir sorun söz konusu. Cami inşaatı bir hak talebi ve çok yerinde. Ancak yapımla ilgilenen Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (DİTİP) yetkilileri ne yazık ki Türkiye'deki Müslüman olmayanların yaşadıkları sıkıntılara çok da kulak kesilmiyorlar. Bu da ne yazık ki tartışmalar da ellerini güçsüzleştiren bir argümana dönüyor. Evet bu Türkiye'nin sorunu ancak burada yaşanan her şey Almanya'daki Türkiyelilerin önüne sunuluyor. Öyle ya da böyle.
Berlin'de taksi şoförlerinin çoğu Türkiye kökenli. Konuştuklarımızın hepsi türkiye'ye özlemlerini dile getiriyor. Orada doğup, büyüyen, evlenip çocuk sahibi olan insanlar bir gün "buraya" dönecekleri umudunu taşıyorlar. Kendini Serkan Tören gibi "Alman" hisseden çok az. En azından biz denk gelmedik.
E böyle olunca da entegrasyon meselesine dair Almanya pek de yol almış görünmüyor.
Uyum içinde asimilasyon hissi de veren bir kelime. Bunu konuştuğumuz göçmenlerden (sadece Türkiyelilerden bahsetmiyorum) çoğu entegre olursak asimile oluruz diye endişe ediyorlar.
Bu nedenledir ki Alman yetkililer ve göçmenlerin temsilcileri birbirlerine yukarıdan değil, eşit bir zeminden, birbirlerine aktardıkları ekonomik ve kültürel katkıları göz ardı etmeyerek, birbirleri için aslında önemli olduklarını hissettirerek eşit bir yerden cümle kurmalılar. Aksi taktirde Almanya içinde bir küçük Türkiye şeklinde yaşamaya alışmak ya da "katlanmak" zorundalar. (BÇ/TK)