Tek tek ağaçlara değil ormanın tümüne bakmak için...
Hani eğer kendimi tümüyle Dünya Kupası'na kaptırır, her gün bir ya da iki maçı ele alıp teker teker o müsabakalar üzerine yazarsam, zamanın akışı içerisinde sadece bir vole, bir rövaşata, bir kurtarış olarak kalır, futbolun dünyasına odaklanamam diye düşündüm. O zaman sadece maçları anlatan spikerler ya da yorumlayan teknik adamlar Şenol Güneş ya da Mustafa Denizli kadar meseleye vakıf olabilir, teknik - taktik çıkmazında futbol hayatının hayatta kalma serüvenine ayak uyduramazdım.
Oysa başından sonuna bir bütünlük içerisinde bakmak gerekiyordu Almanya 2006'ya. O zaman belki de tevellüdüm gereği zaten yazı yazamadığım 1982, 1986, 1990 Dünya Kupaları'na da haksızlık etmiş gibi hissedecek, hayıflanacaktım. Futbolun gerçekten izleyene keyif verdiği o günlerden bu zamana çok şey değişti çünkü. Saha içerisindeki yeni taktik anlayış futbolu ne olursa olsun kazanmaya yöneltti.
1990 sonrası dünya futbolu küresel pazarın bir aracı olduğu kadar vardı. Oturup teker teker futbol endüstrisinin yarattığı rakamları yazacak değilim tabii ki. Ancak Adidas yetkililerinden Uli Becker'in, katıldığı 53. Uluslararası Reklamcılık Festivali'nde, "Impossible is Nothing" sloganıyla satışlarını 1,2 milyar dolara yükseltmeyi hedeflediklerini; ama 25 Haziran 2006 itibarıyla 1 milyar doları geçemediklerini söylemesinin bile tek başına ne ifade ettiğini anlamak hiç de güç değil.
Futbol Makyavelizminin dönüşüm öyküsü
Futbol sanayisi, hedeflerini artık çok net ve açık koyuyor. Tek amaç başarı. Parasal muvaffakiyet kadar, odaklanılan noktaya en basit, en gösterişsiz, hatta oyunu çirkinleştiren etmenlerin tümünü katarak yaklaşmak günümüz futbolunun düsturları. Maradona'nın elli metre top sürüp sonradan eliyle topu İngiltere ağlarına gönderdiği günlerde teknik kabiliyetlerin göze hoş gelen Makyevelizminden söz etmek mümkünken, şimdi yalnız ve ancak mutlaklaştırılmış galibiyet teorilerini sıralayabiliyoruz birbiri ardına. Sponsor firmaların futbolcunun ayaklarına geçirdiği pranga kramponların gücüyle atılan gollerin tek bir anlamı var: Para...
Başarıyı tatsızlaştırmak için "savunma futbolu ideolojisi"ni iyice geliştiren Avrupa takımları, artık bir zamanların pek keyif veren sürpriz takımlarına yol vermiyor. Almanya 2006'da takımı bulunmayan ülkelerdeki sıradan futbol izleyicisi için gönüllerin favorisi Brezilya'nın dışında Fildişi Sahili, Togo, Angola gibi "gariban" ülke takımlarının kazanabileceği muhtemel başarıların hayalini bile kuramaz hale geldi.
Savunma futbolunun dayanılmazlığı
Saha dizilişinin 4-4-2'ye evrildiği çağdaş anlayışın starları, artık futbol dansçıları değil, savunma oyuncuları. Böyle olunca futbol tanrıları, amacı hâlâ gol atmak, 500 yıl hakimiyeti altında yaşadığı Portekiz'i yenmek olan Angola'ya şans tanımıyor. Hücumun karşısına dikilen dörtlü savunma kurgusu, yenilmemeyi amaç edinmiş zengin kramponları muzaffer kılıyor. Hayatı müstemleke olarak yaşadığı zaman kadar geriden takip etmek zorunda kalan küçük ama sevimli, galibiyetini herkesin istediği ama kimsenin onlar için bahis oynamaya bile yeltenmediği takımların kat edeceği mesafe hala çok uzun.
Peki ya Brezilya'ya ne demeli? Milli takımlarında yer alan futbolcuların aldığı ücretlerin toplamı neredeyse ülke bütçesine yakın. Hemen hepsi Avrupa'nın gözde kulüplerinde top oynuyor. Yıl boyunca futbol topuna değil paraya tekme atan sambacıların derdi büyük. Asıl para eden yerlerde, ülkelerin ulusal liglerinde kazanılacak başarının getirisi ile Dünya Kupası'nda elde edilecek başarının yaratacağı tatmin arasında çok uluslu bankalardaki hesapları kadar fark var. Daha 2002'de Brezilya'nın kazandığı şampiyonluğun yarattığı tokluk hissi, bezginlik, tatil ihtiyacı, onları da kupa dışına itti. Üstelik tribünde asıl amacı "gösteri" izlemek olan futbol izleyicisi arkalarından teneke çaldı. Ama kupadan erkenden elenmek demek, bütün yıl lig ve Avrupa Kupaları mücadelesinde bitap düşen Brezilyalı yetenekler için daha fazla tatil demekti.
İtalya'nın zorunlu gayreti
İtalya'da yaşanan şike olaylarının gölgesinde, paranın onura değişilmeyeceği bir ortamda oynanan bu mücadelede, kendisini halkına affettirmek zorunda olan ülkenin futbolcuları 11 kişiyle savunma yaparak kupayı kazandı. Hedefteki kupa parayla dolu olmadığı için atağa kalkmanın, yaratıcılık isteyen hücum organizasyonlarının yerini yan toplarla dolduran, savunma bloğundaki futbolcuları birer kahraman ilan edilen İtalya, Fransa'nın üstünlüğüne rağmen şampiyon oldu. Tıpkı 2004 yılının Avrupa Şampiyonu olan Yunanistan gibi, hak edilmeyen kupaların şeref turu attığı bir dönemi yaşıyoruz.
Koskoca kariyere tos vurmak
Koskoca organizasyondan geriye akıllarda Hollanda-Portekiz maçındaki şiddet ve kırmızı kart görüntüleri ile kariyerinin son maçında ihtimal kendisine küfreden rakibine Zidane'ın tos vurması kaldı. Çok kısa bir zaman sonra para kazanacakları kulüplerinde yeniden çalışmaya başlayacak ünlü futbolcular ise şimdi beach club'larda eğlenmenin yollarını arıyor.
Bu arada en çok parayı Almanya'daki genelev patronlarıyla futbol endüstrisinin aksesuar üreticileri kazandı. Dönerciler, Alman halkı ile barışan üçüncü kuşak Türkler, otel-pansiyon işletmecileriyle havayolu şirketlerini de defter-i kebirin alacak hanesine yazalım. Ancak gerek mali büyüklük, gerekse seyir zevki açısından aldatılan kitlelerin çok da hatırlamak istemediği bir kupa geride kaldı. Bana sorarsanız günümüz futbol anlayışının kerevetinde ise hâlâ şekerleme yapan UEFA başkanı ve tarihte kendisine hep önemli bir yer bulan Franz Beckenbauer oturmaya devam ediyor.
Önümüzdeki hafta konuyu derinlemesine incelemeye devam edeceğiz. (BD/TK)