1977 yılı Almanya’da güvenlik histerisinin zirveye çıktığı yıldı. "Kızıl Ordu Fraksiyonu" (RAF) eylemleri, burjuva demokratik hukuk devletinin sınırlarını göstermekteydi.
Bugün "Alman sonbaharının" 30. yıldönümü ve Alman medyası konuyu enine boyuna işlemekte. Tabii bu arada da gizli kalmış detaylar, yanıtlanmamış onlarca soru kafaları kurcalamaya devam etmekte. Gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını isteyenler, eski RAF aktivisti Helmut Pohl veya efsanevî RAF yöneticisi Gudrun Ensslin’in kardeşi Gottfried Ensslin gibi, o günlerin resmî açıklamalarını sorguluyor ve devleti suçluyorlar.
18 Ekim 1977 sabahı RAF üyeleri için özel olarak inşa edilmiş olan Stuttgart – Stammheim hapishanesinde Gudrun Ensslin, Andreas Baader ve Jan-Carl Raspe hücrelerinde ölü olarak bulunmuşlardı. Daha önceki günlerde de yoldaşlarıyla arası açılan Ulrike Meinhof’un intihar ettiği söyleniyordu.
Alman devleti "teröristlerin, kendilerini kurtarma eylemlerinin başarısızlıkla sonuçlanması nedeniyle intihar ettiklerini" açıklıyordu. 17 Ekim’i 18 Ekim’e bağlayan gece, "Komando Sigfried Hausner" adını taşıyan bir RAF grubu, 43 gün esir tuttukları işverenler birliği başkanı Hanns Martin Schleyer’i öldürmüşlerdi. Aynı saatlerde de kaçırılmış olan bir Lufthansa uçağı Mogadişu havalimanında kanlı bir baskın sonrasında "kurtarılmıştı".
O gün bugündür hep şu sorulmakta: "Nasıl oldu da, dünyanın en güvenli hapishanesi olduğu iddia edilen bir binada RAF kadroları silahlarla intihar edebildiler?" Gerek aynı geceyi hücresinde ağır yaralı olarak atlatan RAF üyesi Irmgard Möller’in açıklamaları, gerekse de Pohl ve Wagner gibi eski RAF üyelerinin söylemleri, Alman devletinin intihar süsü vererek RAF’tan "öç aldığı" iddialarını güçlendirmekte.
Alman sonbaharı totaliter yasalarına gerekçe oldu
Ama soruların ve iddiaların yanıtı ne olursa olsun, "Alman sonbaharının" asıl sonucu, Batı Avrupa burjuva demokrasilerinin ciddi bir kırılma yaşamış olmaları ve bu kırılmanın bugün dahi etkisini sürdürmesidir. Doğal olarak "Alman sonbaharı" radikal Avrupa solu arasında "şiddet" ve "silahlı mücadelenin" sorgulanmasına yol açtı, ama bu tartışma sol mücadelenin tarihinde güncelliğini hiç yitirmedi. Muhtemelen de güncelliğini korumaya devam edecektir.
Alman sonbaharı" bugün de yürürlükte olan bir çok totaliter yasanın uygulamaya sokulmasına gerekçe oldu. Örneğin 1976’da Ceza Yasası’nda yürürlüğe sokulan 129 a maddesi, günümüzde eleştirel bilimi dahi "terör zanı" altına almaya yaramakta. Daha bundan bir kaç hafta öncesinde Berlin’li sosyolog Andrej Holm, kent yerleşiminde sosyal konutların özelleştirilmesi üzerine yaptığı bir araştırmada, "radikal solun kullandığı sözcükleri kullanmış olduğu" suçlamasından hareketle Federal Savcılık tarafından tutuklanıp, hapse tıkılmıştı. Andrej, ancak uluslararası bilim insanlarının protestosu sonucu serbest bırakıldı. Ancak davası daha düşürülmedi.
G8 protestocuları "terör saldırısı ihtmaliyle" tutuklandılar
Diğer bir örnek G8 Zirvesi’ni protesto eylemlerinden verilebilir. Protesto eylemlerine hazırlanan bazı gruplar, zirveden günler öncesinde "terör saldırısı yapabilirler" ihtimali ile polis baskınlarına ve tutuklamalara maruz kaldılar. Federal Savcılık bu ihtimali öne sürerek ve salt varsayımlardan hareketle kişileri veya grupları terörist" suçlamasıyla tutuklayabilmekte. Nasıl seksenli yıllarda nükleer santral karşıtları "terörist" ilan edildilerse, bugün de radikal sol ihtimal üzerine koğuşturmalara uğratılmakta.
Tüm bunlar demokratik hukuk devleti esasları (!) ve yürürlükteki yasalar çerçevesinde gerçekleşmekte. Bundan sadece solcular etkilenmiyor elbette. Örneğin PKK sempatizanı olunduğu varsayımı veya "Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde terör eğitimi alma ihtimali" göçmenlerin "terörist" sayılmalarına yeterli olabilmekte.
"Sonbahar" bitmez...
Kısacası "sonbahar" daha bitmiş değil. Nasıl bitsin ki? Küreselleşen malî piyasalar kapitalizmi sermaye birikimini yoğunlaştırmak, hammadde ve enerji kaynaklarına engelsiz ulaşabilmek, sömürüyü sürdürmek ve hep daha fazla kâr mantığını egemen kılmak için emperyalist savaşlara, ülke içinde demokratik ve sosyal hak gasplarına, sendikal haklara saldırmaya devam ettiği ve ezilen halklar ile işçi sınıfı güneşin sofrasında yer almak için yeterince direniş göstermedikleri sürece, "sonbahar" hiç bitmeyecek. (MÇ/NZ)
* Murat Çakır'ın yazısı bugün Almanya merkezli Yeni Özgür Politika gazetesindeki köşesinde yayımlandı.