Küçük bir kız çocuğu anneannesinin O'na anlattığı İslam dinini çok sever, çünkü anneanne İslam'ı bir zümrüt taşına benzetir ve amacı sevgi, adalet ve birliktir. Fakat bazı sahte hadisler ve maço imamlar yüzünden ışığı zamanla sönmüştür zümrüdün.
O kız çocuğu büyüdükçe kadınların ne kadar mutsuz olduklarını, hatta zengin, güçlü ve eğitimli bile olsalar şiddete maruz kaldıklarını ve bunu ya korkup ya da utandıkları için dile getiremediklerini görüp, anneannesinin ne demek istediğini anlayacak ama o zümrüdün peşinden koşmaktan vazgeçmeyip, müslüman kadınların toplum içindeki rolünün değişmesini umarak yazdığı sorularını yeşil balonların ucuna asarak gökyüzüne gönderecektir.
Allah'a Bir Balon (A Baloon for Allah, 2011), uzun zamandır Norveç'te yaşayan Türkiyeli yönetmen ve yazar Nefise Özkal Lorentzen'ın son belgesel filmi. Kısa belgesel dalında bir çok uluslararası film festivaline katılıp yarışmış ve, Crystal Palace International 2011 ve RIIIF International Ambassador Award gibi birçok ödül kazanmış film.
Küçükken rüyalarında balonla Allah'a gönderdiği soruların cevaplarını, aynı masumiyeti muhafaza ederek, artık olgun bir kadın olarak bulmaya çalışıyor yönetmen. Farklı kültür ve görüşteki insanlarla konuşarak, mevcut sorularına yenilerini ekleyerek, kâh ağlayıp, kâh gülerek...
Özkal çok cesur: Ait olduğu kültürde birçok insanın düşüncelerini tam olarak dile getiremediği, yaşadığı kültürde ise pek bilinmeyen ve hatta şüpheyle yaklaşılan bir konuyu İngilizce olarak, her iki tarafa da aynı mesafede durarak anlatıyor. Kendi deyişiyle "bozuk melez dillerle hikayeler anlatan bir film yönetmeni" Özkal.
Özkal'ın işi zor: Yurt dışında yeni bir hayat kurmuş ama kendi kültüründen hiç kopmamış birçok insanın bölünmüşlüğünü yaşıyor içinde, çünkü fikirlerini ifade ederken kendini özgür hissedemiyor. İslam hakkındaki görüşlerini Türkiye'de anlatsa reform yanlısı ve marjinal olarak algılanıyor, aynı sözler Norveç'te göçmen ve Müslüman karşıtları tarafından kullanılıyor. Hâlbuki vermek istediği mesajlar bunlardan hiçbiri.
Animasyon ve canlandırmalarla renklendirilmiş film belgeselden farklı bir tat veriyor seyirciye. Daha çok küçük bir kız çocuğunun içsel yolculuğuyla, olgun bir kadının Mısır, Türkiye ve Norveç arasında yaptığı gerçek yolculuğun paralel olarak anlatıldığı masalımsı bir hikaye bu aslında.
Genç ve utangaç Selefi şeyhi
Fiziksel yolculuğun ilk durağı Kahire'de yaşayan genç bir Selefi şeyhi. Kuran'ı en doğru şekliyle uygulayan tek mezhep olduklarını savunan Selefiler, ılımlı İslamı bile kafirlik olarak görüyorlar.
Genç şeyh aslında yabancı bir kadınla görüşmeyi, hele bir kadın tarafından fotoğraflanmayı hiç doğru bulmuyor ama Arap dünyası dışındakilere de yardımcı olabilmek için bu görüşmeyi, bazı şartlar altında, kabul ediyor: Kendisini görmeye gelen kadınlar parfüm sürmeyecek, makyajlı olmayacak ve örtünecekler. Çünkü erkek, bir şeyh bile olsa, böyle giyinen bir kadını arzular ve erkeklerin bu güdüleri gözardı edilmemelidir. Ama bu şartlar altında bile, kendinden emin ve güçlü bu kadın yönetmen karşısında yüzündeki utanma ifadesini saklayamıyor Şeyh.
Aynı boyda ve raflarında son derece düzgün şekilde sıralanmış parlak işlemelerle ciltlenmiş kitaplarının önünde cevaplıyor yönetmenin sorularını. Şeyh'in İslam'ına göre, kadın tek başına ortada bırakılmayacak kadar kıymetli bir mücevherdir. Mesela altı yıllık karısı yılda 3-4 kere ve kendisiyle beraber evin dışına çıkmıştır. Gururla hem kendisinin hem de karısının çok mutlu olduklarını da ekliyor.
Birden fazla kadınla evlenmenin bazı durumlarda gerekli olduğunu da savunan genç Şeyh, sebeplerini istatistiki bilgiler de kullanarak açıklıyor: Eğer adam evlendiğinde kadının kusurlarını görememişse bu evlilik adamı mutsuz edebilir. Boşanmak bir çözümdür ama bu çocuklar için iyi olmaz. O zaman kadının eksiklerini tamamlayacak başka bir eş alınmalıdır, zaten dünyadaki kadın sayısı erkek sayısından kat kat fazladır.
Nefise Hanım'ın merak ettiği başka bir konu daha vardı. Şeyh gayrimüslim bir adamla evlenmiş Müslüman kadınlar hakkında ne düşünüyordu acaba? Kuran'ın bu soruya verdiği cevap çok açıktı Şeyh'e göre, “Bu durumda kadın diğer dinin etkisi altında kalacağından eninde sonunda Müslümanlıktan çıkacaktır ve Müslümanlığı terk edene ölüm haktır.” Şeyh kendisine bu soruyu soran kadının bir Norveçli ile evli olduğunu bilmiyordu muhtemelen.
Jamal al-Banna
Mısır'daki diğer ziyaret Jamal al-Banna'nınevine. Bu yılın Ocak ayında 93 yaşında vefat eden Mısırlı yazar, aynı zamanda Müslüman Kardeşler'in kurucusu Hassan al-Banna'nın (1906–1949) en küçük kardeşi. Abisinden çok farklı düşünen ve yenilikçi fikirleri yüzünden ölüm tehditleri alan Jamal al-Banna birçok hadisin Kuran'ın adalet, hoşgörü ve özgürlük kavramlarıyla uyuşmadığını savunuyor. Bu bakış açısı anneannesinin bahsettiği zümrüdü bulmak için biraz ümit veriyor filmin yönetmenine.
Ciltleri okunmaktan yıpranmış, sayfaları dağılmış binlerce kitabının bulunduğu mütevazı evinde anlatıyor al-Banna: “Kuran'ın amacı adalettir ve esası da amacıdır, içindeki harfler değil. Kuran’da detay yoktur, detaylar okuyanın yorumlamasıdır. Gelişmeler Kuran'ı adaleti tesis edemeyecek duruma getirdiyse, o zaman ayetleri revize etmek gereklidir, özellikle kadınlarla ilgili bölümleri.”
Al-Banna'ya göre İslam'da kadının kapanması şart değil, hele peçe giymek kesinlikle kabul edilemez çünkü peçe kadının kimliğini ortadan kaldırır. Kuran'ın Nisâ süresinin 4. ayetinde bahsedilen, birden fazla kadınla evlenebilmenin de belli şartları vardır. Bu ayet o zamanlar 9-10 kadınla evlenen Araplara en fazla dört kadınla evlenebileceğini söyler.
Mısırlı aykırı yazar ayrıca Avrupa'nın İslam'ı yanlış tanıdığını, çünkü bu dini öğrenmek için seçtikleri kaynakların, yani Müslümanların yaptıkları ve bazı İslam alimlerinin söylediklerinin, gerçek İslam'ı tanıtamayacağını anlatarak, sonradan İslam dinini seçen bir Alman'ın dediği şu lafı ekliyor: "İyi ki İslam'ı seçmeden önce Müslüman tanımamışım."
Nawal El Saadawi
80 yaşındaki Mısırlı aktivist, feminist, yazar aynı zamanda bir doktor ve psikolog, 60 yıldır Mısır'da kadın hakları için mücadele veriyor. Ülkede cinsellik, kadın sünneti ve aile içi şiddet konularını konuşma cesaretini göstermiş ilk kadın Nawal El Saadawi.
Nefise Özkal, Saadawi'yi edebi annesi olarak tanımlıyor ve O'nun Müslüman kadınlar için en az Simone de Beauvoir'un Avrupalı kadınlar için olduğu kadar önemli olduğunu düşünüyor. Sormak istediği bir sürü soru var kafasında:
- Müslüman kadınlar neden acı çekiyor Nawal?
- Çünkü erkeklerin vicdanı ve adalet duygusu daha küçükken babaerkil aile sistemi tarafından yok ediliyor.
Özkal'ın daha soracağı pek çok soru var ama bu konuşma bir noktadan sonra yönetmenin yazarla söyleşi yapmasından çıkıyor ve yönetmenin, belki de o an yazarın sorduğu sorularla keşfettiği duygularını anlattığı hassas ve içsel bir sohbete dönüşüyor. Kırılganlığını ve gözyaşlarını saklamayan Nefise, şanslı bir kadın olduğu için suçlu hissediyor kendisini ve bir yönetmen olarak filmler yaparak şanssız kadınlara bir nebze de olsa yardım edebileceğini düşünüyor.
Sohbette son noktayı Saadawi koyuyor: “Nerde olursa olsun babaerkil sistemin hüküm sürdüğü kültürlerde kadınlar mutlu olmaz ve çözüm feminizmdir.”
Ve diğerleri
Filmde birçok ortak noktası olan üç Semavi dinin kadın ilahiyatçıları bir kilisede buluşup din ve kadın konusunu konuşuyorlar. Burada fark ediyoruz ki; Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da kadına bakış açısı Müslümanlıktan çok da farklı değil. Kadın cazibesiyle, erkeğin ibadet etmesini engelleyen bir varlık ve erkekten daha az değere sahip.
Bu sohbette İslam'ı temsil eden Pakistanlı ilahiyat profesörü ve Kuran yorumcusu Asma Barlas kafasındaki soruları diğer iki kadınla paylaşıyor: “Allah nazarında kadın ve erkek eşitse, neden erkek kadını kendinden daha değersiz görüyor? Eğer kitap her iki cinse hitaben gönderilmişse neden Kuran'ın yorumcuları hep erkek?” Kendini feminist olarak tanımlamayan Barlas, Kuran ayetlerini yeniden yorumlayan ender kadınlardan biri.
Müslüman ülkelerdeki din algısını şekillendirmede imamların yaptırım ve etkileme gücü yadsınamaz. Özkal'ın Türkiye'deki durağı Ankara'da gerçekleştirilen ve dünyada pek örneği olmayan, imamları kadına karşı şiddet konusunda eğitim veren seminer. Hidayet Tuksal ve Hatice Güler'in de aralarında olduğu Türk kadın islambilimciler imamlarla konuyu tartışıyorlar.
İmamlardan birisi itiraf ediyor: “Şuur altında kalan gizli düşünceler herkesi etkiler; imam da olsam, gelenekten bağımsız düşünebilir miyim bilemiyorum.”
Nefise Özkal Lorentzen
Tartışmalı başka konular hakkında da filmler yapan yönetmen, filmlerinde seyirciye farklılıklardan ziyade çeşitliliği göstermeye çalışıyor. Allah'a Bir Balon Özkal'ın İslam hakkında hazırladığı üçlemenin ikinci filmiydi. Gender Me (Cinsiyetimi Sen Söyle, 2008) filminde eşcinsel Müslümanları anlatan yönetmen son filminde İslam'da erkeklik kavramını işleyecek.
Allah'a Bir Balon filminde yönetmenin hiç bir sorusuna cevap verilmediği gibi, ilave sorular da ekleniyor. Ama bu yeni sorular seyreden herkesin kendi cevaplarını bulmaya götürecek sorular aslında. Filmin sonunda cevap alamamış bile olsak, İslam hakkındaki tereddütlerimizde yalnız olmadığımızı görecek ve kendimizi iyi hissedeceğiz.
Filmin en başında Özkal annesiyle sohbet ediyordu. Annesi cemiyette horlanmasın diye hep erkek çocuğu olsun istermiş; başka birçok annenin de gönülsüz dileği. Sorular cevaplanmadı ama filmin çok net verdiği bir mesaj var: Nefise'nin annesinin dolma sararken kızına söylediği gibi "Mutlu olmak herkesin ihtiyacı ve bir o kadar da hakkıdır. Kadın, erkek, çocuk herkesin.” (DAH/HK)