Hafta içi, özellikle gündüz saatlerinde televizyon izleme fırsatını bulanlar; dört, beş popüler kanalı gezdiklerinde, karşılarına çıkan neredeyse tüm program ve dizilerin vermek istediği tek bir mesajla karşılaşıyorlar: ‘Çekemiyorlar bizi!’
Bu mesajın sıklıkla verildiği, en bilinen ve en çok ilgi çeken dizilerde-programlarda ise ‘gelin’ mertebesine yükselmiş kadınlar boy gösteriyor. Bu tarz programlarda kadının evlenmesi, namıdiğer ‘gelin’ olması, bambaşka bir değer ve kazanılan yeni bir rütbe gibi sunuluyor.
Bunun yanı sıra programların ve dizilerin bir diğer etkisi de kronik öfke ve alınganlığı normalleştirmesi. Peki öfkelenmeye ve alınmaya neden bu kadar yatkınız?
Günümüz koşullarında yalnızca hayatta kalma çabası bile bizleri kronik ‘yorgun’ haline getirirken, içinde olduğumuz koşuşturma ve haberlerde ya da yanımızda yöremizde şahit olduğumuz olumsuz olaylar bizde kalıcı hasarlara neden oluyor. Bu hasarlarla psikolojik ve toplumsal anlamda kronik alıngan bir nesil yaratıyoruz. Nerede yanlış yaptığımız noktasına dönüp bakmadıkça da çarkı döndürmeye devam ediyoruz.
Her gün televizyonlardaki gelinleri, kaynanaları, aralarındaki öfkeyi ve çekememezliği seyretmekten haz duymaya başlıyoruz. Vahşeti normalleştirmenin sonuçları olarak ‘örtülü vahşet’i düşük dozlarda almak antidepresan etkisi yaratırken; birbirimizin üstüne basıp geçmeyi, küçük görmeyi, zor duruma düşürmeyi kendimiz bile farkında olmadan keyifle yapıyoruz.
Peki, günümüz insanını birey olmaktan çıkarıp patolojik bir vaka haline getiren nedir?
“… İktidar karşısında maske takma gerekliliğinin, gerçek olmayışın yarattığı gerilim yüzünden, sonsuza kadar denetim altında tutulamayacak karşı bir basınç oluşuyor. Böylece hınç duygusunun yarattığı aşırı alınganlık ve gurur büyürken, eğretilikten bir türlü kurtulamayan erkeklik, hayatın çeşitli alanlarında, her an patlayacak bir dinamite dönüşüyor.” (Pınar Selek - Sürüne Sürüne Erkek Olmak)
Selek’in de kitabında belirttiği üzere ‘hınç’ duygusu öfkemizin ve alınganlığımızın ana sebebini oluşturuyor. Birbirimizden ve hatta kendimizden, kimi zaman ayak parmağımızı çarptığımız sehpadan öç almaya çalışıyoruz.
Bilinçliliği elbette tartışılır; fakat yurdun dört bir yanından gelen, görünürdeki nedenine inanması güç, kavga haberleri bu davranışımızın bilinçaltından doğup bilince ulaşmadan dışarı taştığını gösteriyor. Bilinçaltımızı böylesine şiddete meyilli kılan ise geçmişten bugüne taşıdığımız kırgınlıklarımız, kızgınlıklarımız ve en önemlisi yetersizliklerimiz.
Yanlışlarımız ya da eksikliklerimizle yüzleşmek durumunda kaldığımızda rahatsız oluyoruz, çünkü daima bir iddia peşindeyiz, ‘daha fazlası’nı istiyoruz. Daha, daha ve çok daha fazla… Çünkü değer görmek istiyoruz, sevilmek bile ikinci planda artık. Saygı duyulmak istiyoruz, çünkü daimi bir ezilmişliğin kıskacında yaşıyoruz. Ve bu ezilmişliği, değiştirmeye yanaşmadığımız ‘geleneksel yanlış düşünce kalıpları’mızla biraz daha ileri seviyeye taşıyoruz.
Kadını hâlâ ancak evlenip birinin karısı olursa ‘gelinlik’ mertebesine yükseleceğiyle (!) kandırmaya çalışıyoruz. Çünkü onu hâlâ evde tutmak istiyor bir yanımız, kadının gücünden hâlâ korkuyoruz… Kurduğumuz yıkıcı düzeni, kadın yapıcılığıyla temelinden sarsar diye ödümüz kopuyor.
Yeni gelin programları, dizileriyle halihazırda evlenmiş ve mutsuz olmasına rağmen ‘evinin hanımı’ olmayı sürdüren kadınlarımızı avutmaya çalışıyoruz, onları özgürlüğe özendirmek yerine. İnsanı özgür kılan sevgidir, sevmektir.
Asırlardır yaptığımız yanlışı günümüzde de yapmaya devam ediyoruz. Sevgiyi daima yanlış anlıyoruz. Birinin boğazına ip geçirmekle parmağına yüzük takmak aynı anlama gelmemeliyken, bugünün evliliklerinde bir tür tutsaklığa tanık oluyoruz çoğu zaman. Özgürlüğü aşırılıkla, sevgiyi sahiplik duygusuyla karıştırdığımız sürece içimizdeki hınç duygusu kendi kendini beslemeye devam edecek. Hınç ise öfkeyi ve alınganlığı... Bu sonsuz gibi görünen döngüyü kırmanın yolu nedir o hâlde?
Bireysel sancılarla yoğrulmuş toplumsal şuursuzluk hâlinden nasıl kurtulabiliriz?
Sehpaya duyduğumuz öfke ile 'öteki'ne duyduğumuz öfke arasında bir bağlantı yok mu? (SK/EKN)