“Yaşam canımı yaktığı için yazıyorum” diyen Ali Teoman, uzun düşünen, kısa yazan ve zaman zaman sözsüzlüğe ulaşan bir isimdi. Türler arasında geçişler yapardı farklı teknikler denerdi, yazma eylemine ve yazarlığa kafa yorarken umudu, umutsuzluğu ve duyguların yoğunluğunu anlatırdı. Bunların yanında, derinlik ve yüzeysellik arasındaki ayrımı ortaya koyuyordu sık sık.
Okuyan, düşünen, yazan ve ardından bunlar üzerine yine düşünen Teoman’ın zihinsel gezginliğini yansıtan ve yayımlanan metinleri dışında defterleri, notları ve günlükleri vardı. Bunlar, 2011’deki ölümünün ardından peyderpey okurla buluştu. Onlardan biri, 2008’in yaz aylarında eşiyle ve arkadaşlarıyla yaptığı Edinburgh ve Londra yolculuklarının izlenimlerinden oluşan; “Britanya Defterleri, 2008” alt başlığıyla yayımlanan Gezgin Günce’ydi.
Edinburgh ve Londra notları
Gezgin Günce, Teoman’ın düşünsel seyahatleri ile Britanya yolculuğunun birleşiminden; zihnindekilerle gördüklerini neredeyse satır satır kaydettiği metinlerden, tanıklıklarından ve çağrışımlardan oluşuyor.
Klasik bir gezi güncesi kaleme almış gibi görünse de Teoman ânı yaşama, sorgulama ve karşılaşmalarla yüzleştiriyor bizi. Bunlara tereddütlerini, mutluluk ve şaşkınlıklarını ekliyor: “Londra’nın bir zamanlar en çok gezdiğim sokaklarında yürüdüm buraya gelirken. Metroyla Oxford Circus’a geldim, oradan Tottenham Court Road’a, oradan da Leicester Square’e yürüdüm. Sonra da Garret Street yoluyla buraya, Covent Garden’a geldim. Oturmadan önce, binanın içini dışını tavaf ettim iyice. Anlık flaş patlamaları gibi kimi görüntüler geliyor gözlerimin önüne. Kaç yıl önceydi? On sekiz yıl mı, on dokuz mu yoksa? Bazı şeyleri hiç anımsayamıyorum ama ve şaşkınlığa düşüyorum. Ben mi yaşamışım buralarda? Bu sokaklarda ben mi yürümüşüm? Nasıl yapmışım? Nasıl öğrenmişim? Nasıl alışmışım bütün bunlara? Sokaklarda yürürken anlıyorum ki, âdeta bir köstebek yuvasına çevirmişim buraları, delik deşik etmişim. Ama nasıl? Nasıl? O kişi kim? Ben miyim? O günlerden bu günlere nasıl geldim? Nasıl değiştim? Ben aslında kimim? O günkü ben mi, bugünkü ben mi, hiçbiri mi yoksa –çünkü yarın bambaşka bir ‘ben’ çıkacak ortaya, dünkü ve bugünkü ‘ben’i şaşkınlıkla izleyecek.”
Teoman’ın odaklandığı ve baktığı iki nokta var: Zihninde dolananlar ve hem Londra hem de Edinburgh’da akan ve durağan yaşam. Okuma notları ve yorumları da her zaman olduğu gibi bakıp gördüklerinin eşlikçisi.
Teoman’ın Edinburgh ve Londra notlarında dikkat çeken şeylerden biri, eski ve yeni caddelerin, bazı kafelerin, otellerin ve yolların eskiliği; dün ve bugünün bir arada bulunması, hatta geçmişin neredeyse ilk hâliyle korunması. Şehrin içi hariç büyük kalelerde, müzelerde ve şatolarda, uzak ve yakın geçmişin izlerine rastlıyor yazar. Bir bütün hâlinde değerlendirdiğinde ufkunun hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar genişlediğini not ediyor. Aralara hayatî sorular ve hatta tartışma konuları da sıkıştırıyor: “Kendini yalnız hissetmemek için kaç kişi gerekirdi? Beş, on, on beş? Daha mı fazla yoksa? Kişiye göre değişir elbette ama sorun salt kendini yalnız hissetmekse ‘bir elin parmakları’ bence yeter de artar bile. Hatta belki üç ya da evet, neden olmasın, gerçekten kafa dengiyse tek bir kişi bile yetebilir kendini ‘kalabalık’ hissetmek için. Şunu sormalı: Borges’in Bioy Casares’ten başka kimi vardı?”
‘Defterlerde yazılanlar okunmaya değer mi?’
Teoman, özellikle Londra’da gezerken şehre dair hatıralarına bir kez daha dönüyor: Şimdiden bakıp geçmişi görüyor ve karşılaştırmalar yapıyor. Beri yandan, kendi geçmişiyle şimdisini de kıyaslıyor doğum gününe bir kala: “Yaşadıkça, yaşam deneyimim sanki bir yandan artıp bir yandan azalıyor. Gitgide daha silahsız kalıyorum yaşam karşısında, süngüm gitgide daha düşüyor.”
Uzun zaman evvel mesleğini bırakmasına rağmen etrafını bir mimar gözüyle inceleyen Teoman, daha önce Londra’ya gelişleriyle 2008’de gördüklerini kıyaslıyor. Buna İngiltere-Türkiye karşılaştırmasını ekliyor. Sonra, ne olduğunu yazıyor: “Amatör bir mimar ve daha da amatör bir yazarım! Düşünülürse yaşamın amatörüyüm aslında.”
Edinburgh ve Londra ile birlikte kendini, okumalarını ve yazma koşullarını anlatan Teoman, o tarihlerde bu günceyi yayımlama konusunda ikilem yaşayıp “Defterlerde yazılanlar okunmaya değer mi?” diye soruyor.
Teoman geziyor, romanlar okuyor, müzeleri ziyaret ediyor ve Doğu-Batı gerilimine tanık oluyor Londra’da. Kısacası hemen her şeye eleştirel bir gözle bakıyor. Bir gün Kurt Vonnegut’ın romanını (Mezbaha No: 5’i) enine boyuna inceliyor, bir gün müzelerdeki eserlerin geçmişini, oraya nasıl ve neden getirildiğini düşünüyor.
Teoman’ın düşündüğü bir diğer şey ise yeni romanına başlamak; seyahat sırasında başka pek çok metni yazabildiği hâlde roman için alışık olduğu düzeni, odasını, masasını ve penceresinden izlediği caddeyi arıyor. Bunlara kavuştuğunda ise romanı yazma ve Britanya Defterleri’ni yayımlama tedirginliğiyle boğuşuyor.
Gezgin Günce bir düşünme yolculuğunun seyahatle birleşmesi; yazar Ali Teoman’ın İstanbul’dan hareket edip Edinburgh’la ve Londra’yla süren yolculuğu sırasında gördüğü, işittiği, denk geldiği ve zihnini meşgul eden pek çok şeyi kâğıda döktüğü notlar ve metinler bütünü.
(AB/RT)
Gezgin Günce, Ali Teoman, Yapı Kredi Yayınları, 180 s.