Ali Kazma'nın kamerasına hayranım. Kamerayı sadece imaj üreten bir araç olmaktan çıkarıyor. Bunu da, lensin teknoloji, beden ve doğa ile ilişkisini siyasi açıdan üretim etrafında sorgulayan bir ajandaya dönüştürerek yapıyor.
Emeğin kapitalleşme sürecinde, öznelerin kaydına kendi bakış açısının etki alanını işaretleyen bir gözlemci olarak, danstan performansa değişen bir datadan ince bir koreografi çıkarıyor.
Kameranın farklı planlarında açılan eylemler, bir vakanüvis titizliğiyle kaydedilirken; dokümanlaşmanın doğası gereği henüz doğarken ölmüş dil-bedenlerinden çıkıp, ilk olarak sadece -kendi ses iklimiyle yaşayan öznelerin hareketleri olarak algılanıyor. Daha sonra bu tekrarların, ritüelleşmiş manevraların ve mekanikleşmiş ustalık gösterilerinin etkisiyle, insan eli ile aklı arasında bağ bizi büyülüyor.
İnsanın henüz böyle bir yalınlıkla tarihselleşmemiş üretme kültürünün etrafında, şaşkınlıkla ve merakla geziyoruz.
Filmlerinde bir dış sesin konuşmaması, bizim içselleşmiş dış seslerimizi, ansiklopedik bilgilerimizi, günlük telaşımızı ve savunma mekanizmalarımızı kırıyor.
İzleyiciye gözü ile düşünmesini ve kendi kafasını dinlemesini öneren bu filmik mekanlar, sadece bugünün kapitalini kamusallaştırmıyor; aynı zamanda bugün evrimsel mirasın, kültürel dönüşümün ve çalışma psikolojisinin iklimini de yansıtıyor.
İmaj ile marakın ilişkisi
Kazma'nın işlerindeki video dili akarken beraberinde birçok okuma imkanı, referans ve bugünün toplumsal ve ekonomik örgütlenmesine dair görsel ipucu getiriyor.
Bu referanslar temel olarak alındığında ortaya çıkacak uzun teorik ray hattı, (videolara yakışan bir hızda, rap yapar gibi) şöyle özetlenebilir.
Deleuze ile Guattari'nin şizofren olarak metaforlaştırdığı ve bireyle ilişkisini tartışmaya açtığı -bugünün ekonomik örgütlenmesi, tüketicisini korumak için, eleştirel yaratıcılığını ezen bir reklam diliyle ve muhafazakâr mesajlarla iletişim kurar.
Zaten bizler de, iflah olmaz şehvetimizle sürekli (bir şeyler) arzulayan makineler olarak bunu hak etmiyor muyuz?
Eleştirel gelenekte, Walter Benjamin'e göre, 'paraziti' olduğu Hıristiyanlığın elinden tarihini alıp, 'emeğin sömürüsü' olarak yeniden yazan kapitalizme, şifa olarak, -Negri'nin Hardt ile ortak üretimi olan tezinde- 'maddi olmayan emeğin siyasi örgütlenmesi' öneriliyor. Bu tez, Marx'ın yönteminden yola çıkarak; küresel sermayenin bir dışarısı, yani kapsamı dışında bir alan kalmadığını, aynı şekilde maddi olmayan emeğin üretildiği biyo-politikaların haricinde de bir siyaset imkanı olmadığını söyler.
Psikanalizin politik bir bağlam kazandığı bu metinlerde, ekonomiye sadece materyalist bir pragmatizmle değil, yapısalcı bir arayışıyla ve insan merkezli bakarız. Bu bakış, bireysel anlamda siyasi değeri olan bir tutum olarak ele alındığında, bizi işimizle, emeğimizle ve aynı zamanda da tüketici olarak pozisyonumuzla ilgili bir kendini sorgulama sürecine davet eder. Bence, Kazma'nın imajla merak ilişkisi burada gizli.
Kazma, uzmanlaşmış emeğin birbirinden uzakta ve birbirinden habersiz dallarında gezerken, aslında çok temel bir noktayı her seferinde saklandığı yerden yeniden bulup çıkarıyor. Yani, ısrarla emeğin ürün reyonunda görmediğimiz arka planını göstermekte.
Emeğin kişisel(leşmiş) tarihlerini kaydederken, kazara yakaladığı bazı varoluşsal anlar hep aynı şeyi açık ediyor: "Gerçekte özgürlük âlemi ancak, ihtiyaçlar ve dünyevi kaygılar tarafından dayatılan emeğin bittiği yerde fiilen başlar." (K. Marx, Kapital, İng., c. 3, s. 820.)
İstanbullu sanatçı, elle-mekanikleşmiş/profesyonelleşmiş/yabancılaşmış insan emeğinin izini sürdüğü "Engellemeler / Obstructions" serisiyle, günümüz üretim dünyasının imkanlarının sınırlarını araştırıyor.
Zanaatlardan mesleklere farklı uzmanlaşma alanlarına açılan ve öznelerini işçilerden uzmanlara, ustalardan dansçılara sürekli dönüştüren bu serinin odağında, teknoloji, doğa, beden ve ürün var. Şimdilik 15 videodan oluşan bu seriden iki tanesi, bu aralar İtalya'nın Milano şehrinde, ünlü galerici babasının galerici kızı Francesca Minini tarafından sergileniyor.
Moda ve tasarım endüstrisinin oldukça geliştiği şehrin bir bağlam olarak videolarla çok yakın ilişki kurduğu bu sergide, Kazma'nın daha önce gördüğüm iki videosunun dilini kıran (serinin dışında üretilmiş) yeni bir işini de görme fırsatı buldum.
Av hayvanlarının doldurulmasını, Alman ustasından izlediğimiz "Taxidermist" (2010), ölümden sonra bedenin korunmasını teknoloji bilgisi, sabır terapisi ve sevgi ilişkisi üçgeni olarak inceliyor.
Okşanarak ölümsüzleşen cansızlar, finalde canlılara karışıyor; ya yeniden canlanıyor ya da ölümsüzleşiyor.
Tahnitin, deri yüzme, kurutma ya da yeniden şekil verme gibi teknik süreçleri, izleyiciye kendi bedeni ile ilişkisi üzerinden yeniden yansıyor.
"Cuisine" (2010) ise, star aşçıların mutfağında geçiyor. Pratiğin hızını, tasarım işçiliğini ve meslek aşkını açan bu işin sesi ise, orkestral bir dokuya sahip. Lezzet endüstrisinin arka planını gösteren bu çekimler, hemen herkesin az çok bildiği yemek pişirme halinin meditatif etkisini de içeriyor. Sergide ortak bir açıda bir araya gelerek bütünlük kuran bu iki video, küçük bir odada izleyiciyi iyice köşeye sıkıştırıyor.
İlk kez Minini'nin galerisinde izleme fırsatı bulduğum 2011 tarihli "Absence" ise, çift kanal video projeksiyon olarak, hemen girişte sergilenmiş. Hollanda'da bulunan ve artık kullanılmayan NATO bölgesinde yapılmış çekimlerden oluşuyor.
Bu kez, hareketli görüntünün art arda dizilen ve yanyana farklı ritimlerde gösterilen donuk anlardan oluşması; bu işin içinde bedenin, insan hareketinin ve eylemin kendisine değil, izlerine rastlanarak, mekânla ve alanla baş edilmesi, savaşın ve savunma teknolojisinin hızla, doğanın zarif bir sıralamayla -resimsel- akması...
Bütün bunlar bana Perihan Mağden ile geçen bir söyleşimizde, bugünün edebiyatında aradığı okur profilini tarif etmek için sarf ettiği bir cümleyi hafızamdan geri getiriyor: "Gerçek akılda, -her zaman- duygu vardır."
Görseller: Ali Kazma, 'Intimacy' sergisinden yerleştirme görüntüsü- Courtesy Francesca Minini, Milano.