Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishane’deyken 25 Ocak 2012 tarihli Birgün Gazetesinde okumuştum sevgili Şükran’ın “İki Yürek... İki Saat” başlıklı yazı ve çağrısını.
Okuduklarım boğazıma düğümlenmiş bir halde, hızla neler yapabileceğimi düşünüp, o haftaki “Görülmüştür” damgalı mektubumda bu çağrıya yer vermiştim.
Belki benim bu küçük katkımla Şükran’ın çağrısı yaygınlaşarak büyür, Ali Ekber Yürek’in saatini saklayan kişiyi tanıyan bilen birileri ya da kendisi okur, Şükran’ın bu arama çabasına katkısı olur diye!
Tahliye olduktan kısa bir süre sonra, Şükran benimle “buluşmak, tanışmak ve bana olan teşekkür borcunu ödemek istediğini” söylediğinde hem şaşırmış hem de çok mutlu olmuştum.
İstanbul’a döndüğümde ilk işim Şükran’ı aramak oldu.
Bir görüşmeye giderken yarım saatliğine Kabataş İskelesi’nde buluştuğumuzda elimi uzattığımda, “izin verirsen sana sarılmak istiyorum” diyip, kırk yıllık iki dostun buluşması gibi kucaklaştığımızda ikimiz de dokunsanız ağlayacağız modundaydık.
Kısacık zamanla yarışırcasına hemen iskelenin yanındaki çay ocağına oturduk... Ve Şükran yıllar sonra dayısı Ali Ekber Yürek’in öyküsünün peşine düşmesine yol açan “İki Saat”i nasıl buluşturduğunu anlatmaya başladığında etrafımızdaki insanlara aldırmadan gözyaşlarımızı kendi haline bıraktık!
O gün Şükran benim için imzaladığı kitabını da birlikte getirmişti.
Yıllar sonra dayısı Ali Ekber Yürek’in saatine ulaşmak için ne kadar çok uğraştığını, yaşadığı hayal kırıklıklarını, insanların duyarsızlıklarını, benim bianet’te yazdığım yazıdan haberdar olduğunda bunun onu nasıl etkilediğini bir solukta anlattı.
Tahliye olduğumu duyduğunda benimle tanışmak ve teşekkür etmek istemesinin nedeninin de bu yazım olduğunu belirtti...
Oracıkta tanışıp vedalaşırken, daha uygun bir zamanda uzun bir sohbet için sözleşip ayrıldık Şükran’la...
Eve dönüş yolunda metroda kitabı okumaya başladığımda, önce o lanetli 12 Eylül sabahını bütün ayrıntılarıyla anımsadım...
Sonra bir biri ardına hücum etti anılar... Gayrettepe, Dal, 5 Nolu, Davutpaşa, Maraş ve diğerleri... Yüzlerce devrimciyi üç aylık gözaltılarda işkencelerden geçirmiş her biri ayrı bir işkencehane olan hapishanelere tıkmış, onlarcasını katletmişlerdi... Ve Şükran Lılek Yılmaz da “Ali Ekber Yürek: Ben Dünyayı Değiştirmeye Talibim” adlı kitabın da, Maraş işkence hanesini, aslında dayısı şahsında, 12 Eylül faşizminin katlettiği insanlarımızın öyküsünü anlatmış.
Bugünmüş gibi hatırlıyorum o günleri...
12 Eylül sabahı evinde misafir kaldığım arkadaş sabahın 05.00’inde evden çıkmış, apartmanın önünde yolu askerlerce kesilmiş ve darbe olduğu, sokağa çıkma yasağı konulduğu ve bu nedenle evine dönmesi söylenmişti.
O da memlekette aylardır yapılan “darbe geliyor” tartışmalarının etkisiyle hızla yukarı çıkmış ve benimle birlikte ev halkını da uyandırmıştı.
12 Mart askeri faşist darbesinde çocuk yaşlardaydık.
Bir askeri faşist darbenin neler yaptığını daha çok kitaplardan öğrenmiştik.
Maraş katliamından sonra birçok ilde konulan sıkıyönetimi ise, pratikte ciddiye aldığımız pek söylenemezdi.
Hemen televizyonu açıp, beklemeye başladık.
Siyah beyaz televizyonda beşli çetenin başı Kenan Evren darbe bildirisini okuduğunda hepimiz dona kalmıştık!
Zaten hemen sonrasında da memlekette yaşananlara birebir tanık olmuştuk.
Kimimizin payına ağır işkenceli sorgular ve mapushaneler, kimimize işkencede katledilme, kimimize zor koşullarda kaçak yaşamak ya da sürgünler düşmüştü!
Genç bir devrimci olan Ali Ekber Yürek’in payına da, Maraş işkencehanelerinde işkenceyle katledilmek düşmüştü!
Sevgili Şükran dayısının öyküsünün peşine düştüğünde, 12 Eylül generallerinin yargılanması talebi gündemdeydi.
Aynı süreçte aile Ali Ekber Yürek’in işkenceyle katlediğinin kanıtlanması, Adli Tıp’tan rapor alınabilmesi ve mezarın açılması için mücadele ediyordu.
Şükran’ı daha geniş araştırmaya sevkeden şey ise, 15 Kasım 2008 akşamı o gün yayınlanan ve tesadüfen eline geçen Atılım gazetesinin ön sayfasının sağ alt köşesinde dayısının fotoğrafını görmesi olur.
Hemen ilgili yazının olduğu sayfayı açar ve tabloid boyda tam sayfa yazılmış anma yazısında dayısıyla ilgili satırları arar.
Bulduğu paragrafta “Kolundaki saati çıkarır Abla’ya verir. O saati abla hala yanında saklıyormuş” sözleriyle başlar iki kol saatinin öyküsü.
Kitabı okurken bir kol saatiyle başlayan Şükran Lılek Yılmaz’ın dayısının öyküsünü araştırma serüveninde genç bir devrimci öğretmenin 1970’li yıllarda kendini ideallerine adayışı, işkencede direnişinin öyküsü, insanın yüreğine ince bir burgu gibi işleyen adı konulmamış aşkını idealleri uğruna ardında bırakması, yoldaşlık, dostluk, arkadaşlığa dair duyguların içimden akıp gittiğini hissettim.
Her kitabın bir de öyküsü olduğuna inanırım... Ancak, sevgili Şükran kitabında birden fazla öyküyü ustalıkla birleştirmeyi başarmış.
Kitap “Ali Ekber Yürek’e ve Devrim mücadelesinde evlatlarını yitiren annelere” adanmış.
Girişte uzunca bir “Teşekkür” bölümü var. Zira Şükran dayısının genç öyküsünü yazarken, O’na dair bilgilere ulaşmak için bir dedektif gibi uğraşmış ve kitabında yer vermiş.
Bundan olsa gerek kitap hem bir biyografi, hem bir roman tadında... Ama aynı zamanda Ali Ekber Yürek özelinde bir dönemle yüzleşme ve hesaplaşma kitabı.
Kitabın “Önsöz”ünü Şükran’ı yazarlık serüveninde destekleyen ve teşvik eden hocası Şükrü Aslan yazmış.
Ali Ekber’in genç ve direngen öyküsü, Şükran’ın bu kitabı yazarken dayısıyla ilgili bilgilere ulaşma çabası, 12 Eylül işkencecilerinin yargılanması için mezarın açılması ve bütün bunların ardından kitapta yazılmayan ama Şükran’ın kitabı bastırma öyküsüyle devam etmiş...
Tanıştığımız gün kısacık bir zaman diliminde Şükran’ın anlattıklarıyla, dayısının saatine ulaşma çabasına dair yazılanları okurken, sık sık insanların duyarsızlıklarına, hissedememe hallerine takılıp kalsam da, metrodan inip, eve gittiğim akşam bir solukta okudum kitabı.
Daha sonra Şükran’dan kitabı bastırmak için yayınevi yayınevi dolaşmasını ve yayınevlerinin esas olarak nasıl işin akçeli kısmıyla ilgilendiklerini bu nedenle kitabını bastırmak için Dersim Yayınları’nı kurma öyküsünü dinledim.
Bugün tarihle yüzleşme ve hesaplaşmanın gerekliliği tartışılırken, Şükran Lılek Yılmaz’ın bu hesaplaşmaya bir katkı niteliğinde olan kitabını okumanızı öneriyorum...
Sevgili Şükran’ın eline emeğine sağlık. Dersim Yayınları’nın gelecekte bu türden başarılı çalışmalara imza atacağına ise yürekten inanıyorum... (FE/HK)