Bir iktidar tekniği olan ‘baskı’ tarihte ve kültürler içinde farklı görünümlere bürünse bile, tüm farklı baskı biçimlerinin ortak bir paydası vardır. Bu ortak paydaya göre bir kişinin ne yaptığı kim olduğuyla şekillenir ve kişi istikrarlı bir biçimde kim olduğu üzerinden yorumlanır.
Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin ya da diğer dinsel, cinsel, etnik azınlık gruplarının ayrımcılığa uğramasının nedeni ne yaparlarsa yapsınlar ‘azınlık’ olarak yapıyor olmalarıdır. Onların ırksal, dinsel, kültürel özellikleri kendilerine karşı kullanılır. Örneğin; Adana, Antakya ya da Mersin çevresinde yaşayan Arap Alevileri uzun yıllardır (ya da asırlardır) çiftçilikle geçimlerini sağladıkları için koyu/kara ya da pis olduklarına inandırılır. Hiçbir şey ‘fellah’ olarak damgalanan (fellahın gerçek anlamı çiftçi olmasına rağmen bir hakaret olarak kullanılır) Arap Alevilerinin temiz olduğunu kanıtlayamayacaktır. Bir Arap Alevisinin temiz olduğunu kanıtlayabilmesi için Sünni Müslüman olduğunu söylemesi gerekecektir.
Özne olan Arap Alevisinin özü, bilinebilir, değiştirilemez ve sabit bir varlığı vardır. "Ermeni dölü", "En iyi Kürt ölü Kürttür" gibi söylemlerin arkasında da aynı baskı biçimi vardır.
Jean Paul Sartre bu baskı biçiminin esasında, bir kötü niyet jesti, kendi anlayışına göre bilimsel bir tavrın tam tersi olduğunu ileri sürer. Baskı uygulayan kişi, yani zalim kendi önyargılarına karşı hiçbir kanıtı kabul etmez. Linç kültürünün rutine dönüşmesi bu kanıtı kabul etmeme haline dayanır.
7. Hangi İnsan Hakları? Film Festivalinde gösterime giren kısa film "Ali Değil Ari Komutanım" bahsettiğim baskı biçiminden bolca örnekler içermekte. Deniz Özden’in yönettiği bu kısa film Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan üç Ermeni ve bir Yahudi’nin askerlik hatıralarına kulak verirken bir yandan Türkiye’deki militarizmin ve ırkçılığın şiddetini gözler önüne seriyor.
Filmde askerde yaşadıkları şiddeti anlatan gayri-müslim vatandaşların maruz kaldıkları sözel şiddetten bazı örnekler ise şöyle: “Dünyanın en şerefsiz milleti İngilizler ile Yahudilerdir.” “Ermeni mi? Bir görmem lazım onu”. Filmde özneyi sabitleyen ve ırkçılığa kapı açan daha pek çok sözel şiddet var.
Ermeni vatandaş komutanla olan diyaloğunda komutanın kendisine ısrarla gülerek “Ermeni değil misiniz? Hepiniz işten kaçarsınız” deyişini hatırlatıyor. Freud “Şaka ve Bilinçdışıyla İlişkisi” adlı metninde şakanın gücünü bilinçdışının krallığından aldığını söylemişti. Metinde Freud şakanın arkasında bastırılmış bir dürtü olduğunu, bastırılmışın geri dönme çabası olduğunu belirtir. Komutanın ısrarla Ermeni vatandaşa “Ermeniliğin kötülüğünden dem vurması” ve ardından bu söyleminin şaka olduğunu belirtmesi de bilinçdışındaki ırkçılığın dışavurumu diyebiliriz.
Bedenlerin bütünüyle disipline edildiği, kapatılıp kuşatıldığı bir yer olan kışlada uygulanan militarist şiddet filmin bir diğer vurucu yanı. Gayrimüslim vatandaşlar askerlik yaparken militarist şiddetle de karşılaşıyorlar. Soğukta içtima, dayak ya da sorguya çekilme gibi uygulanan şiddete rahatlıkla militarist şiddet diyebiliriz.
Filmin bir diğer özelliği de gayri-müslim vatandaşların filmde sadece sesleri duyuluyor. Görüntüde ise kiliseden bir ayin, bir aile fotoğrafının görünmesi ya da berberden bir sahne…
Dolayısıyla film bize yaşananları kişilerin kim olduklarına göre değil, olayların gidişatına göre bir bakış geliştirmemizi sağlıyor.
“Ali değil Ari Komutanım” bu topraklarda yaşanan ırkçı ve militarist şiddete dair bir belge niteliğinde. Belge niteliğinde olan bu kısa filmi izlemek ve yaşananlara kulak vermek bizler için hayati bir önem taşıyor. (İCB/HK)
Ayrıntılı bilgi için: www.hihff.org