Kavimden ulusa kadar toplumların gerek söylence ve mitlerinde, gerekse tarihlerinde kendilerini yücelten ve ayrıcalıklı gösteren öğelere rastlamak mümkündür.
Bu, bir yere kadar anlaşılır. Zira kendini yüceltmeler ve ayrıcalıklı göstermeler, toplumların kendilerini koruma ve devam ettirme refleksleridir.
Ama bazıları dozu kaçırır ve olayı fazlasıyla abartır. Soylarını Tanrı nuruyla nurlandırırlar ya da süper kalite kana sahip olduklarını iddia ederek işi ırkçılığa kadar vardırırlar.
Böylelerine Çingenelerin bir çift sözü var:
“Tanrı, yeryüzünde yaşayan insan mahlûkunu yaratma işini bitirdiğinde, O, biraz da cennet balçığı aldı. O balçığı biçimlendirdi ve kızartmaya karar verdi. Fakat Tanrı, kendi eserini fırından biraz erken çıkartmıştı. Pişirme tonu kabaydı ve netice, beyaz adamdı. Tanrı, daha iyisini yapabilme umuduyla ikinci bir deneme daha yaptı.
Fakat Tanrı Devel, bu defa da balçığı fırında uzun süre bekletmişti. Netice, siyah adamdı. Nihayet Tanrı Devel, gerçekten takdim edebileceği insan şeklini oluşturmak için bir denemeye daha karar verdi. Üçüncü denemede Tanrı, istediğine ulaşmıştı. Uzun bekleyişten sonra esmer adam ‘Rom’ un yaratılışı gerçekleşti.”
Belki de Çingeneler, o bildik üsluplarıyla mitolojileri üzerinden dünyaya şöyle bir mesaj vermek istemişlerdir:
“Şayet uydurmak bir marifet ise, biz bunun en eylencelisini yaparız.”
Algı pazarı
Algınız ne ise hakikatiniz de odur. O hakikat için yeri geldiğinde boğazınızı yırtar, kora kor mücadele eder, hatta ölür ya da öldürürsünüz.
Algınız gerçek dışı olup hakikatle tezatlık da arz etse, bu bir şeyi değiştirmez; Kendi hakikatinizi esas alırsınız. Dışarıdan yapılan uyarıların da üzerinizde etkisi olmaz çoğu zaman.
Don Kişot da yel değirmenine saldırırken Sanço Panza’nın uyarılarına kulak asmamıştı. Hatta Sanço’yu korkaklıkla suçlamıştı. Zira Don Kişot ‘un algısına göre dönmekte olan kanatlı koca şey yel değirmeni değil, bir canavardı.
Algı bu kadar önemli olur da bunun bir pazarı, bu pazardan geçimlerini sağlayan tüccarları olmaz mı hiç?
Umut tacirinden inanç tacirine kadar nice tüccar iş yapar algı pazarında. Her algının illaki bir müşterisi vardır. Zira her kişiye göre algı pazarlanır, algı pazarında.
Yeter ki müşteri çoğalsın ve mal satılsın, olmadık hile ve desiseler yaşanır bu pazarda. Vicdana kilit vurmak, ahlakı paspas etmek ve değerleri tersyüz etmek pahasına bile olsa.
Bir yalana ihtiyaç duyulsa, anında kurgusu yapılır, mantığa poşetlenir ve müşteriye sunulur. Hakikat ise paslı bir sandığa konarak kilitlenir. Şansı varsa o hakikatin, yıllar sonra o sandıktan kurtulabilir ama buna pek sevinemez. Zira yaşamının kışında salıverilmiştir.
Başta siyasi kurumlar olmak üzere tüm örgütlü oluşumların algı mühendisleri vardır. Bu mühendisler, hizmet verdikleri kurumların mutfaklarında topluma servis edilmek üzere aralıksız algı pişirirler. Artık kim topluma ne kadar yedirebilirse.
Cihad motivasyonuyla “gâvur” Hıristiyanların topraklarını fethederek Müslümanlığı yayma algısı olmasa, Ortadoğu köylüsünü ordularına katarak İspanya’ ya kadar koşturmak kolay olmayacaktı.
Aynı biçimde, kutsal toprakları “kâfir” Müslüman’ların elinden kurtarmak ve taşı – toprağı altın olan Doğu’nun zenginliklerinden bir parça faydalanma algısı olmasa, aç Avrupa köylüsünü Haçlı Seferleri ‘ ne katmak kolay olmayacaktı.
Oysa Ortadoğu’daki hakikat Emevi Hanedanlığı’nın çıkarlarında, Avrupa’daki hakikat ise Kilise ve Derebeylerin çıkarlarında saklıydı.
Gelişen teknik ve iletişim araçlarıyla birlikte algı ticareti çok daha yaygın bir hal almıştır. Mamuller de olabildiğine artmıştır. Algı pazarında çığırtkanlardan geçilemiyor artık. Binbir türlü algı sunuyor çığırtkanlar. Kimi zaman güzelleme, kimi zaman taşlama okuyorlar. Kim hünerini ne kadar iyi sergilerse o kadar fazla müşteri kapıyor. Ve, çoğu zaman hakikate poşetlenmiş yalanlar sunuluyor müşteriye. Öyle ki tilki deve diye sunulsa şaşmamak gerek.
Tilkinin biri büyük bir telaşla düşe kalka kaçıyormuş. Onu görenlerden biri sormuş:
“Ne oluyor? Bir felaket mi var?”
“Evet,” demiş Tilki. “İşittim ki develeri bedava çalıştırıyorlarmış.”
“A budala, senin deveye neren benzer? Deve ile aranda ne alaka var?”
“Öyle söyleme, sus!” demiş Tilki. “Eğer kıskanç biri çıkar, beni deve diye gösterir de yakayı ele verirsem, kendimi kime anlatacağım ve beni kurtarmayı kim düşünecek?” (APK)