“Alevilik-Bektaşilik Açısından Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” oldukça önemli bir kitap. Şakir Keçeli ve Aziz Yalçın yönetimindeki bir kurul tarafından hazırlanmış olan kitap, “Din Nedir?”, “İslamiyet”, “İnanç”, “Alevilik-Bektaşilikte Ahlak ve Toplumsal Yaşam” ve “İbadet-Erkan” başlıklı beş bölümden oluşuyor.
İlk bölümde çeşitli dinlerle ilgili bilgiler olabildiğince nesnel bir biçimde veriliyor. İkinci bölümde, Alevi-Bektaşi inanışına göre İslam tarihi sunuluyor. Üçüncü bölümde Alevi-Bektaşi inanışında Tanrı’ya, evrene, 12 İmamlara vd. yönelik inançlar açımlanıyor. 4. bölümde toplumsal yaşam gibi dünyevi konular ele alınıyor. Son bölüm ise cem gibi Alevi-Bektaşi ibadetlerine ayrılmış.
Kitabın önsözünde yayınevinin ve yazarların zorunlu din dersine karşı olduğu belirtiliyor. Onlara göre, din eğitimi aile tarafından verilmelidir. Bu eğitimin kamusal alanda verilmesi Alevi inancına aykırı olarak değerlendirilmektedir.
Aleviliğin farkı
Kitap, Aleviliğin diğer Ali yanlısı inanışlarla farkını şöyle dile getiriyor:
“İran ve Irak'ta uygulanan Caferi Mezhebi de, Anadolu’da yaşayan ve Caferîlikten esinlenen Alevîlik de İslam'ın ilk üç halifesini benimsemez, aksine onları Teberra ederler yani eleştirirler. Ayrıca Alevîler, Caferîler gibi, Emevi Soyunu, İslâmiyet'e ihanetle suçlarlar, onlarla Abbasiler arasında fark görmezler. İmamlığın da halifeliğin de Hz. Ali soyundan gelenlere ait olduğuna inanırlar.” (s.80)
“Anadolu Alevîliği; vicdan özgürlüğünü, ilerlemeyi ve uygarlığa kapalı olmamayı, çağdaşlaşmayı, kadın-erkek eşitliğini, aklın üstünlüğünü, İslâm'ın şekilci yorumlanmasının yaşamı çekilmez hale getireceğini, insanın, doğanın tüm ürünlerini kullanmak hakkı bulunduğunu benimsemekle, Caferi mezhebinin İran ve Irak'taki uygulama biçiminden ayrılmıştır.” (s.80)
Bir diğer ayrım noktası olarak, kadına bakış anılıyor:
“Alevî-Bektaşî inancının ortaya çıkışından bu yana bu inanç sisteminin kadın erkek eşitliğini yaşatması, kadına verdiği önem, Alevîliğin en önemli değerlerinden birisi olmuştur. Batı toplumlarında bile kadınlar birçok temel haklarını 20. yüzyılın başlarında kazanmışlardır. Halbuki Alevî - Bektaşî yolu, yüzyıllar önce kadına bu hakları tanımıştır. Bu yol kadına 14. ve 15. yüzyıllarda yöneticilik vermiştir. Osmanlı belgeleri, bu yüzyıllarda kurulan birçok Bektaşî tekkesi ve zaviyesinin kurucularının kadın olduğunu göstermektedir. Belgelerde ismi geçen Ahi Ana, Kız Bacı Dede, Hacı Fatma zaviyesi bunlara örnektir.” (s.161)
Türkler neden Alevi oldu?
Kitaba göre, Türklerin Alevi olması, Emevilerin zulmü nedeniyle idi. Emeviler, Müslümanlığı fetihler yoluyla yaymaktan çok ganimet ve yağmaya önem vermişlerdi. Dolayısıyla, yağmaladıkları ülkelerdeki halkların Müslüman olup olmaması önemli değildi. Hatta Türklerin Müslüman olmalarını zorlaştırdılar ki daha yüksek vergi almaya devam etsinler. Okuma-yazma oranlarının son derece düşük olduğu bir dönemde Emeviler Müslümanlığa kabul için gerçekçi olmayan koşullar ileri sürüyorlardı. Böylece, Türkler Müslüman oldular; ancak Emevilerin anladığı biçimde olmadılar. Dolayısıyla, Türklerin Müslümanlığı büyük oranda resmi Müslümanlık değil halk Müslümanlığı ekseninde kendine yer bulmuş oluyordu. Kitap elbette, Türklerin Alevi olmasının Emevi zulmü gibi tek bir nedene bağlanamayacağını belirtiyor.
Kitaba göre, İslam’ın “şekilci ve katı yorumu”, göçebe Türk toplumuna uygun değildi. Şöyle ki: “(...) göçebenin kadınını dört duvar arasına kapatması, göçebeliği yüzünden olanaksızdı. Sürekli hareket halinde olan bir toplumun yılda bir ay bile olsa oruç tutması, ayrıca günde beş vakit namaz kılması çok zordu.” (s.82)
Bu durum, İslam’ın göçebeliğe uyarlanmasını ve göçebelerin yerleşikleşmesini gerektiriyordu. Bu nedenle, göçebeler, İslam’ın yerleşik topluma özgü “şekilci ve katı yorumu”nu benimsemediler. Alevilik doğdu böylece...
“Gerçek Müslümanlık bu değil”
Kitapta Emevilerin lideri Muaviye ile gaddarlığıyla ünlü annesi Hind’in inanarak değil yenilgiyle (kılıç zoruyla, Mekke’nin fethiyle) ve çıkar için Müslüman olduğu belirtiliyor (s.113). Kitaba göre Emevilerin fetih düşüncesindeki, ancak gerçekten ganimet ve çıkar peşindeki yayılmacılık anlayışı, dünya malına yönellik vurgusu nedeniyle, “gerçek Müslümanlık değil”. Bu anlayış, Osmanlı başta olmak üzere sonraki Müslüman imparatorlukları da olumsuz etkiliyor:
“Tüm bu devletlerin hakim güçleri, başkentlerinde sefahat ve her türlü ahlâksızlık içinde yaşarken, İslâmiyet adına milyonlarca insanı katletmiş, milyonlarcasını da yaşamları boyunca yoksulluğa, açlığa, acılara mahkûm etmişlerdir. Tanrı düşüncesi unutulmuş, kardeşlik, eşitlikçilik, doğruluk dürüstlük gibi erdemler yok edilmiş, İslâm dini özünü kaybetmiş, dindeki esas insani anlamlar yerine, görünürdeki kurallar abartılarak içleri boşaltılmış, anlamsızlaştınlmıştır.” (s.114)
“Ehlibeyt ve onun yandaşları, İslâmiyetin kuruluş günlerindeki paylaşımcılık ve dayanışmacılık ilkesine titizlikle bağlı kalarak yaşıyorlardı. Emeviler ise, bunun tam aksini yapıyorlar, hem kendilerini ve hem de yandaşlarını zenginleştiriyorlardı.” (s.124)
Mahzuni Şerif’in de bir sayfalık katkı sunduğu kitap (s.226), “Alevilik, İslam’ın Anadolu yorumu mudur?” sorusuna bir soru daha eklemiş oluyor: “Gerçek İslam, Alevilik midir?” Emevilikle birlikte İslam’ın özünün bozulduğu düşünülürse, bu soru, daha da anlamlı oluyor.
Kitap, gelişmeye açık
Kitabın geliştirilebilecek yanı, çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa geçişle ilgili bölüm olabilir. Tektanrılı inanış, çoktanrılı inanıştan aslında kategorik olarak değil derece olarak ayrılıyor. Bundan kitapta biraz söz edilmiş; fakat konu, daha uzun tartışılabilir. Şöyle ki, çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa geçişteki bir ara basamak baştanrıcılık. Buna göre, çok tanrı var ama biri hepsinden üstün, onları yönetiyor. Örneğin Zeus inancı. İkincisi, tektanrıcılıkta çoktanrıcılık farklı biçimlerde de olsa sürüyor: Tektanrıcılıkta, tanrı dışında, melek, cin vb. gibi göksel varlıklar var, ancak bunlar tanrı kadar güçlü değil. Diğer bir deyişle, bunlar, tanrılık payeleri alınıp rütbeleri düşürülmüş eski tanrılar. Örneğin, ölüm tanrısı, tektanrıcılıkta bir meleğe dönüşüyor. Ayrıca, kitapta da belirtildiği gibi, bir toplumda belli bir dinin benimsenmesi, önceki dinin tümüyle bırakılması biçiminde gerçekleşmiyor. Her din kabulu, yeni sentezler doğuruyor.
Kitabın eğitsel yönünün daha da geliştirilmesi gerekiyor. Kitap, pedagojik açıdan bakılırsa, tam anlamıyla bir ders kitabı olmaktan uzak. Ders kitabı olabilmesi için, bölüm sonu soruları, bölüm içi ve sonu alıştırmaları, metin içi öne çıkarmalar, sayfaların sağ ve sol boşluklarına tanımlar konması, ödevler, sınıf etkinlikleri gibi örneklerle desteklenmesi gerekiyor.
Önerilir...
Yine de, buradaki eleştiriler, çözülemeyecek büyük çaplı sorunlara karşılık gelmiyor. Yazarların emeğinin hakkını vermek gerekiyor. Kitap, “başka tür bir eğitim” olasılığına odaklanan herkes için önerebileceğimiz bir kaynak...(UBG/NV)
* Keçeli, Ş. ve Yalçın, A., Alevilik-Bektaşilik Açısından Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, 1996, Ankara, Ardıç Yayınları.