Siyasal iktidar Ali’siz Alevilerden misiniz diye soruyor. Yanıtlardan önce sorulardan, yanıtlayanlardan önce soranlardan başlamak durumundayız.
Bugün Alevilerin yanıtlamaya çalıştığı soru ve sorunları onların önüne tümüyle siyasal iktidar koymuş gibi görünüyor. Alevilik İslam içi mi İslam dışı mı?
Bir mezhep mi yoksa ayrı bir din mi gibi Aleviler açısından hiçbir zaman tarihsel olarak gerçek bir sorun olarak görülmemiş, görülse de bu şekilde kavramsallaştırılmamış sorunların bir kez daha onların önüne konulduğunu ve başta Alevi entelektüelleri olmak üzere Alevilerin bu soru(n)lara yanıt aramaya çalıştığını görüyoruz. Oysa bu tartışma kolayca görüleceği gibi, Alevileri Aleviliğe ilişkin bir öz tariflemeye ve bu öz üzerinden bir cemaat inşa etmeye davet ediyor. Dolayısıyla kendi özünü tanımlayarak Alevilerin mevcut temsil siyaseti içerisindeki yerini alması istenirken, Alevilerin bu özü bir türlü tarifleyememe durumu da, bizzat onun zaafının veyahut Alevilik diye bir şeyin aslında hiç olmadığının bir işareti olarak yorumlanıyor. Kolayca görebileceğimiz gibi gerçekte yapılmaya çalışılan, tam da ona sabit bir öz atfederek Aleviliği mevcut temsil siyasetinin içerisine çekmek.
Oysaki Aleviliğin ve onun eşitlikçi cemaat oluş biçiminin gücü, tarihsel olarak onun her zaman kendisine dayatılan bu ikilikleri bertaraf etmesinden ya da onları sabit ikilikler olmaktan çıkararak, aralarındaki ayrımları istikrarsızlaştırmasından başka, kendi cemaatini bir öze dayalı olmaktan da kurtarmasında yatıyor. Siyasal iktidar, zannımca tam da onun gücünün geldiği yeri doğru tespit ettiği için işte buraya yükleniyor. Alevilik, sabit, belirlenebilir bir “özü” olmadığı gibi, bir “ötekisi” de olmayan bir cemaattir ve tam da böyle olduğu için temsil edilemediği gibi, mevcut temsil siyasetini de her zaman kesintiye uğratır. Aleviliğin içerisine girdiği krizin de güncel Alevi siyasetinin çıkışı da aslında burada yatıyor: Bir ötekisi olmaksızın yaşama dair olanı ortaklaştırarak kendini kuran bir topluluğun, kendini bu yolda etkin bir kolektif siyasal varoluş içinde yeniden kurabilmesi.
Bu bağlamda unutturulmaya çalışılan önümüzdeki temel soru işte şudur: Alevilik, kendini ötekine karşı konumlandırarak ve ötekini dışsallaştırarak oluşturan değil de kendini bizzat ona açarak/maruz bırakarak ifade eden ve bu süreçte kendi “dışındakini” basitçe sabit kimliğini tanınmak yerine, kendi varlığının eksikliğini tartışmaya çağıran/davet eden “kimliksiz” bir cemaat olabilir mi? Çünkü Aleviliğin “kendini” olduğu kadar, bu kendiliğini içinde var ettiği dünyayı da yeniden yaratması, düz bir kimlik güzellemesinde değil, Aleviler için her zaman tarihsel bir sorun olan, cemaatin eşitlikçi tarzda ve bir dünya “içinde” varoluşunun yeniden yaratılmasında düğümleniyor.
“Eksikliği kendi özü”nde bulan ve zulüm karşıtı teolojik-politik bir dünya anlayışı içinde dünyayı paylaşarak ortaya çıkan bir kolektif-siyasal var olma biçimi olarak Alevilik, kendini bu şekilde edimselleştirme kudretine hiç kuşku yok ki bugün de sahiptir. Fakat bunun için, bugün iktidarın nazarında hiçbir şey olan Alevilerin, artık her şey (yani eşit yurttaş) olabilmesi gerekiyor. Bunun yolu da Alevilerin gerçekten hiçbir şey olmasından, yani toplumda bir yeri/payı olmayan ve hiç bir hesaba gelmeyen bir kesim olarak, işte bu hesaba katılmayanlarla, “madem hiçbir şeyim, o zaman her şeyim” diyebilmesinden geçiyor. Bu da kendi tekil kimliğinin içerisine sıkışmadan veya mezhepçilik tuzağına düşmeden, bu toplumda tüm hissesi olmayanlarla, etnik ve cinsel farklılıklardan doğaya kadar hesaba dâhil edilmeyen bütün kesimlerle, Alevilerin kendi varlığını ileri sürerken yeniden özdeşleşmesini ve birlik olmasını gerektiriyor. Aslında olması gereken Aleviliğin, zaten şimdiye kadar her ne ise yeniden o olması demek. Ne eksik ne fazla!
Peki, Aleviliğin mevcut çok parçalı ve heterodoks yapısı, “bürokratik bir örgüt” ve “lider” tarafından temsiliyetinin imkânsızlığı gibi etkenler göz önüne alındığında, bu tür var oluşa yönelik bir siyaset olanaksız mı?
Kuşkusuz ki değil. Saymaya, güç hesabı yapmaya ve siyaseti iktidara indirgemeye dayalı düşünme biçimleri açısından bir zafiyet olarak görülen bütün bu nitelikler, demokratik siyaset açısından bir kudret işaretine, kendi tikelliğine hapsolmayan yeni türde bir siyasal özneleşmeye ve siyasetin imkân ufkunu genişletmeye dair olanaklara işaret ediyor olabilir. Ediyor da.
Alevilerin, mevcut çoğunlukçu siyasal proje karşısında, simgesel ve siyasal ufku bu projeye karşı çıkışı tarafından belirlenmiş reaktif bir azınlıklık siyasetini değil, etkin bir varoluş tarzında temellenen ve kendine dayatılan kodlara direnen, bütün dışlananları içinde çekebilecek bir azınlık oluş politikası üretmesi gerekiyor. Peki, tüm Türkiye’ye saçılmış ve Dersim hariç olmak üzere bulunduğu hiçbir ilde sayısal çoğunluk oluşturmadığı görülen Alevilerin, Türkiye genelinde etkili olabilecek bir siyaset üretmesi nasıl mümkün olabilir? Eğer siyaseti temsile, oy vermeye ve meclis çoğunluğu elde etmeye indirgersek bu soruya yanıtımız hiç kuşku yok ki olumsuz olacaktır. Oysa toplumsal mücadeleler tarihi, uygun biçimler, etkili kavramlar ve düşünceler bulunduğunda siyasal hareketlerin etkilerinin sayılarla sınırlı olamayacağını, aksine güçlü toplumsal hareketlerin sayılara dayalı siyaset anlayışını bütünüyle sekteye uğratacağını gösteriyor.
Baştan belirtelim, bulundukları her yerde kendi kimliklerini ileri sürerken, bu kimliğin ileri sürülüşüyle zulüm ve baskı karşısında tüm dışlananları etkinleştirmeye dayalı bir hak hareketi, bugün Alevilerin Aleviliği yeniden “yaratmasının” en temel koşullarından biridir. Fakat grup haklarından temel haklara uzanan bu tür bir hak hareketinin, Aleviliğin, içinde herkesin kendisini ifade edebileceği dünyasını yeniden yaratmayı amaçlayan bir ortaklık hareketiyle desteklenmediği müddetçe, başarılı olma şansı da yoktur.
Söz konusu olan, bir kimliği muhafaza etmek değil, aşina olduğumuz ve içinde hak yolunda hakikatle bir-arada olabileceğimiz bir dünyayı yeniden yaratmak olduğu içindir ki Aleviler, bu yolda unutulmuş olan asıl soruyu tekrar sorarak, o sorunun anlamını mevcut zaman içinde yeniden yaratmak durumundalar: Bu dünya içinde Ali’yi bin ve bizi “bir” yapan neydi? Bir dünya yaratmak, J. L. Nancy’nin ifade ettiği gibi, değerleri yeniden değerlendirerek dünyayı yeniden simgeselleştirmeyi gerektirir.
Bu nedenle Alevilerin, Aleviliği “kuran” değerleri yeniden değerlendirerek neşe ve aşk içinde, ama gerekirse ıstırap ve emekle, kendilerini içinde var ettikleri dünyayı bir kez daha yeniden yaratması gerekiyor. Hukuki çerçeveden hareket eden bir hak hareketi, Aleviliğin içinde anlam ve mekân bulduğu bu dünyayı yeniden yaratacak birlik ve dayanışma halkalarıyla çevrelenmediği müddetçe, böyle bir dünyayı yaratmak mümkün değil. Var olan dünyanın adaletsizliğine karşı “ele ele el hakka” diyerek, hiyerarşiyi öteleyen ve eşitlikçi bir daire içinde el tutanları ve verenleri ortaklık içinde bir araya getiren bir birlik halkası oluşturarak, Aleviler bulundukları her yeri ve başta kendilerini, yaratmaya çalıştıkları dünyaya yeniden, herkesin kendi derdinde ifşa olunan bir hakikatle bağlamalılar. Bu nedenle, için de yaşadıkları “adaletsiz” dünyayı yeniden değerlendirerek, bulundukları her yer ve alanda onun anlamını ortaklık içinde ve pek tabii ki eşitlik ve zulüm karşıtlığı temelinde yeniden yaratmalı ve yarattıkları o dünyayla yeniden bir “Ali”, ve o “Ali”yle de yeniden bir “dünya” olmalılar. (ZY/HK)
Dizinin diğer yazıları