Bir taraftan Alevilerin zorunlu din dersi ve cem evlerinin ibadethane olarak tanınması konusundaki taleplerinin sürekli göz ardı edildiği, diğer taraftan da Alevi açılımı gibi süreçlerle Aleviliğin iktidarın temerküzüne daha da açılmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Bir önceki yazıda belirttiğim gibi, bu süreç artık onu dört bir yandan tanımlamaya çalışan bu aktörlere karşı Alevilerin, Aleviliği kendi geleneklerini yeniden inşa edecek şekilde tanımlamasının emniyet altına alınmasını zorunlu kılıyor.
Bunun yolu da artık, her ne kadar tek bir Alevi siyaseti olmasa ve olması gerekmese de, Alevilerin Aleviliğe ilişkin bu yorum ve anlam havuzunu muhafaza ederek, kendi kimliklerinin tanınmalarını sağlayacak bir siyaseti üretmelerinden geçiyor.
Bu bağlamdaki en temel sorun, hiç kuşku yok ki tikelciliğe, kendi kimliğinin basitçe ileri sürülmesine hapsolmayan bir kimlik siyasetinin nasıl geliştirileceğidir.
Böyle bir siyaset oluşturmaya nereden başlamalı sorusunun yanıtı kolayca verilemese de yaşananlar bize, Alevilerin yürüttüğü genel siyasette artık iki şeyin tarihsel sınırlarına geldiğimizi gösteriyor: Öncelikle belirtmeliyiz ki zulüm ve korkudan dolayı benimsenen ve temelde gizlenmeye, kimliğini saklamaya ve yahut da sözünü/kimliğini başka bir söz/kimlik içerisinde ortaya koymaya dayalı olan, “primordial” eski Alevi “siyaseti” artık bütün hükmünü yitirmiştir.
Aleviler açısından habitüelleşen (bir toplumsal yatkınlık haline gelen) ve sanıldığının aksine geçmişe ait bir olgu olmak bir yana, kendine Alevi toplumunda çok güçlü modern kökler de edinen bu siyaset biçimi varlığını günümüzde de sürdürmeye devam etmektedir.
Öncelikle, saklamak ve gizlemek, saklanmak ve gizlenmek, ancak saklayacak ve gizleyecek bir şeyleriniz olduğunda bir anlam taşır. Ulus devletleşme, piyasalaşma ve kentleşme süreçlerinin bir sonucu olarak Alevilerin eşitlikçi cemaatleşme biçimlerinin güçlü bir dönüşümden geçtiği ve siyasal ve sosyal bir birim olarak cemaatin ritüelleri, kolektif hafızası ve siyasal-sosyal bağlarıyla her yönden yeniden inşasının vuku bulduğu bir dönemde gizlenme stratejisi, artık arzu edileni muhafaza etmekle sonuçlanmadığı gibi, Aleviler eliyle yeninin siyasal ve kültürel inşasını da sekteye uğratmaktadır.
Zaman zaman açık meydan okumalarla sonuçlansa da geçmişten gelen ve zulme dayalı iktidarla karşılaşmaları ötelediği için Alevilerin büyük çoğunluğu tarafından benimsenmiş olan bu strateji, görünen o ki artık hedeflediğinin tam tersi bir sonuç vererek, Aleviliği iktidarın inşasına/müdahalesine her geçen gün daha da açık hale getirmektedir.
Bu bağlamda sözü edilmesi gereken bir diğer hata da bu siyaset etme biçimini sadece geçmişte benimsenmiş bir tutuma indirgemek ve bu tutumun modern biçimler içerisinde kendisine nasıl yeni yollar bulduğunu, kendi kimliğini başka siyasal kimlikler dolayımıyla ifade etme yollarını keşfederek kendisini nasıl yeniden ürettiğini göz ardı etmektir.
Fakat yukarıda belirttiğim gibi, artık bu tür bir siyasetin imkânlarının sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bunun en iyi örneklerinden biri, güncel Alevi hareketi tarafından benimsenen, daha modern ve kendini ifadeye dayalı modern eşit yurttaşlık siyasetidir.
Herkesin içerisinde kendisini bulabileceği bir siyaset önermekle Alevi hareketi, diğer taraflarla kendisi arasındaki eşitliği tesis etmek istemekte; ama bu çağrısına bir türlü yanıt alamamaktadır.
Çünkü modern siyaset ancak diğerleriyle arasındaki eşitlik iddiasını savunma ve evrenselci ilkeleri taşıma kapasitesine sahip olan siyasal özneler bir hareket olarak ortaya çıktığında ve bu özneler kendi kimliğini/kendi varoluşunu bu evrenselciliğin (eşit yurttaşlığın) doğrulanması olarak ileri sürdüğünde etkili olabilmekte, yani sözün özü, bu özneler kendi kimliğini evrenselin taşıyıcısı olarak kurabildiğinde kendi iddialarına taraftar bulabilmektedir.
İkinci olarak modern Türkiye siyaseti, her ne kadar biri eşitlikçi, bir diğeri otoriter bir yönelim içinde olsa da, Kürt hareketi veya siyasal İslamcılık özelinde görüldüğü gibi, kimlik siyasetini izleyebilecek güç yapılarını oluşturabilen, bu doğrultuda kolektif bir asabiyet geliştirerek duygusal ve maddi bağlar yaratabilen ve bir hareket olarak kendi kimliği etrafında güçlü duygusal kenetlenmeler oluşturabilen aktörlerin başarılı olduğu bir siyasettir.
Evrensel yurttaşlık ya da başka siyasal aktörlerin ideolojik şemsiyesi altında yürütülen “utangaç” kimlik siyaseti, Aleviliğin böyle bir kolektif aksiyonerlik edinmesini imkansızlaştırmakta ve onu söz konusu güç yapılanmasında en iyi ihtimalle cezbedilmesi gerek birer müttefike, en kötü ihtimalle de CHP’nin uzun yıllardır yaptığı gibi, Alevilerin cumhuriyetin “uysal” yurttaşları olarak, her zaman el altında tutulabilecek “sadık” birer oy deposuna indirgemesine yol açmaktadır.
Farklılıklarına, çoğulluğuna ve çok parçalılığına rağmen, kendi kimliğini güçlü bir biçimde ifade etmeye dayalı bir hareket haline gelmediği sürece, Aleviliğin bu tarihsel süreci atlatarak kendini yeniden kuracağı/tanımlayacağı ve yaşadığı bu krizi kendisinin kendi eliyle yeniden inşasının bir olanak koşulu haline çevirebileceği bir imkâna kavuşması da oldukça zor görünüyor.
Toplumun geniş kitlelerine kendi tikel kimliğini kabul ettirme gücünden yoksunken, bu tür bir “evrenselci” pozisyonun ya da “gizlenme” siyasetinin devam ettirilmesi, hedeflediğinin aksine muhtemelen Aleviliğin giderek daha fazla etnisize olmasına, ulus devletle entegrasyonunun daha da fazla artmasına ya da hegemonikleşen yeni muhalif siyasetler tarafından soğurularak, bu sefer de bu yeni hareketlerin siyasal amaçları uğruna seferber edilmesine yol açacak.
Sorun Alevilerin eşit yurttaşlık siyasetine gönül vermesi, yükselen demokratik hareketlere destek olması değil hiç kuşkusuz. Eşit yurttaşlık, Türkiye’de kendi kimliğinin tanınması mücadelesini yürüten tüm aktörler açısından değerli ve önemli bir siyasal çerçeve.
Sorun, daha önce belirttiğim gibi, Alevilerin bir hareket olarak güçlü biçimde önce kendi taleplerinin ve kültürel kimliklerinin tanınmasını ileri sürerek, eşit yurttaşlığın bunun çözümü olabileceğine dair diğer toplumsal kesimleri ikna edebilmesi. Çünkü bilindiği gibi eşitlik, her şeyden önce tarafların varlığının kabulü esasına dayanır.
Peki, kendi kimliğinin tekilliğine sıkışmayan ve evrensellikle bağını muhafaza eden bir kimlik siyaseti nasıl sürdürülebilir? Bunu görmek için imkânsıza bakış açımızı olduğu kadar, siyaseti kavrayış biçimimizi de değiştirmemiz gerekiyor.
Dindar Sünni Türklük üzerinden hâkim siyasal topluluğun yeniden tariflendiği bir dönemde, politik alanın, yani egemenlik ve temsil ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini talep etmeyen, kendisini sadece sınırlı hak taleplerine indirgeyen bir hareketin, kendi çoğul kamusal alanlarını oluşturarak, en temel kamusal tanınma talebini toplumun geniş kesimlerine benimsetebilmesi olanaklı görünmüyor.
CHP nezdinde Alevilerin zaten temsil edildiğini veya bir siyasal partisinin olduğunu söylemek ise son derece yanıltıcıdır. Açıktır ki Aleviler açısından temsil, hem seçimler düzeyinde hem de hâkim siyasal kodlar düzeyinde bir “içleyerek dışlama” sürecine tekabül etmektedir.
Alevilerin mecliste temsil edildiği sanısını uyandıran ve yer yer Alevilerin taleplerini mecliste dillendirmekten başka da bir işe yaramayan bu süreç aslında, Alevilerin siyasal kimliğinin inşasını olanaksızlaştırarak, bir siyasal özne olarak Aleviliği temsil sürecinin dışında tutmaktadır.
Hiç kuşku yok ki bu siyasal özneliğin inşası için Aleviliğin kendi partisine de ihtiyacı yoktur. Öyle bir parti olmamalıdır da. Alevilerin taraf olacağı parti, tüm farklılıkların eşitlik ve özgürlük içinde tanınması doğrultusunda kendi kimliğini ifade etmek olmalıdır. Fakat bu ilkelere taraf olurken kendi varlığını ifade edebilmek için Alevilerin artık bir hak hareketi oluşturması ve bu hak hareketine uygun siyasal biçimleri yaratması, dolayısıyla kendi Ali’siyle yeniden buluşması gerekiyor. (ZY/YY)