"Yeni Türkiye" kavramsallaştırması son zamanlarda yapılan siyasi tartışmalarda çokça kullanılıyor. Özellikle de iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) kendi iktidarıyla önceki dönemleri karşılaştırmak için bu kavrama sıklıkla başvuruyor.
Son zamanlarda siyasal gündemi meşgul eden ana konulardan ikisinin Anayasa yazımı ve başkanlık sistemi üzerinden yürütülen rejim tartışmaları olduğu düşünüldüğünde, Türkiye'nin gerçekten yeni sıfatının altını dolduran bir inşa süreci içinde olduğunu iddia edebiliriz. İnşa süreçleri sadece geleceğe yönelik projeksiyonlar taşımaz; bunlar aynı zamanda geleceğe yönelik tahayyüller üzerinden geçmişe yönelik sorgulamaların yapıldığı, daha açık ifadesiyle güncel politik kaygılarla örülü tarih yazımlarına sahne olan süreçlerdir. Çünkü inşa sadece geleceğe yönelik planlara değil, geçmişten kopuşu sağlayacak hesaplaşmalara da açık olan bir tiyatro sahnesidir.
Türkiye'de de 1938 Dersim üzerinde yürütülen tartışmalar, Meclis çatısı altında kurulan Darbeleri Araştırma Komisyonu, Turgut Özal'ın suikasta uğradığı noktasındaki iddialar veya Adnan Menderes'e iade-i itibar tartışmalarını bu sürecin bir parçası olarak değerlendirebilmek mümkündür.
Geçmişle hesaplaşma yolunda atılan adımlardan biri de yakın zamanda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül inisiyatifiyle gerçekleştirildi ve Devlet Denetleme Kurulu (DDK), Sivas Katliamını araştırmak üzere görevlendirildi. Bu konuda yeni bir araştırma talebinin içinde Sivas Valiliği ve Belediyesinin de bulunduğu 114 kuruluş tarafından dile getirildiğini, ama bu STK'lar içinde Cem Vakfı dışında hiçbir Alevi örgütünün olmadığını hatırlatmak gerekiyor.
Alevi kuruluşları Sivas Katliamının Cumhurbaşkanlığına bağlı bir yürütme kurumu tarafından değil, yargı tarafından sorgulanmasını istiyor. Bu sorgulamanın da adli bir vakayı ele alıyormuş gibi değil zaman aşımını engelleyecek insanlığa karşı işlenmiş suç kategorisi başlığıyla değerlendirilmesini istiyor. Bu anlamda DDK'nın girişimi Alevilerin taleplerinin çok gerisinde.
Bu girişimin samimiyetinin sorgulanmasına neden olan bir diğer nokta da katliamda hayatını kaybedenlerin aileleriyle görüşmeyi dahi kabul etmeyen Cumhurbaşkanının, katliamın mağduru olmayan STK'ların taleplerini dikkate alarak Sivas Katliamının, katliam bile demekten imtina ederek "Madımak Hadisesi" olarak araştırılmasını istemesi. Üstelik bu araştırma sürecinde Sivas Katliamının tekil olarak değerlendirilmeyip Başbağlar ile beraber ele alınmak istenmesi de katliamın üzerinin daha geniş bir tarih yazımı kılıfıyla örtüleceği izlenimini uyandırıyor.
Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun hazırladığı 1338 sayfalık raporda 1978 yılında ardı ardına yaşanan Alevi katliamlarına verilen yerin hacmi satırlarla ölçülmektedir. Alevi Bektaşi Federasyonu'nun yaptığı değerlendirme, Madımak Katliamı'nın raporda 27 satır, 1978 Eylülünde yaşanan Sivas Katliamı'nın 140 satır, Maraş Katliamı'nın ise sadece 163 satır yer bulduğunu göstermektedir. Alevilerin mağduru olduğu katliamlarla yüzleşemeyen bir tarihsel hesaplaşmanın sorunlu olacağını belirtmek gerekiyor. Geçen hafta sonu yaşananlar, Madımak ve Maraş Katliamları karşısındaki tavrın, kayıtsızlıktan daha öte bir anlamı olduğunu ortaya koydu. Valilik olay çıkabileceği gerekçesiyle Maraş'ta yapılmak istenen mitingi yasakladı ve katliamı anmak için yurdun dört bir yanından şehre gelmek isteyen Aleviler, Maraş'a sokulmadılar. Aslında bu tavır Maraş'a özgü değildi. Sivas Valiliği de geçtiğimiz yıllarda Madımak Oteli önünde gerçekleştirilmek istenen anma etkinliklerinin, Madımak önünde yapılmasını provokasyon gerekçesiyle yasaklamıştı.
Alevilere yönelik saldırıların olay olarak araştırıldığı, ama mağdurlarının katliamları anmasına izin verilmediği bir hesaplaşma dönemi geçmişin eleştirel bir muhasebesinden çok yeni bir resmi tarih yazımının habercisi niteliğinde. Bu yeni tarih yazımı içinde Alevi katliamları, ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen karanlık güçlerin, Alevi ve Sünni vatandaşları birbirine düşürerek bir mezhep çatışması yaratmak istemesinin ürünü olarak okunuyor.
1980 öncesinde gerçekleşen Sivas, Maraş, Malatya ve Çorum katliamları böylesi bir tarih okuması ışığında değerlendirilirken, Madımak Katliamı söz konusu olduğunda bu tarih okumasına bir de oteli ateşe veren kitleleri tahrik eden unsurlar ekleniyor. Bu tarih yazımı Alevi katliamlarını konu ederken, failleri her daim varlığıyla ülkede kaos yaratmayı amaçlayan karanlık güçlerle açıklıyor. Böylece katliamları fiilen gerçekleştirenlerle, katliamlara maruz kalanlar aynı karanlık güçlerin oyununun kurbanı olan mağdurlara indirgeniyor. Hatta bir adım ötesinde katliamlara maruz kalan Aleviler, katliamın arkasındaki güçlere yönelmek yerine doğrudan kendilerini öldürenleri suçladıkları için, yani buzdağının görünen yüzüne yöneldikleri için, karanlık güçlerin oyunlarına alet olmakla suçlanıyorlar. Öznesi olmayan bir tarihe yapılan gönderme, Alevi katliamlarını fiilen gerçekleştirenleri birer mazluma dönüştürürken, Alevilere de katledilmelerinin sorumluluğunu yüklüyor.
Geçmişin kara kaplı defteri böylesi bir tarih okumasıyla açılırken Aleviler ne yapmalı?
Alevilik Enstitüsü kurucularından Doç. Dr. Bedriye Poyraz geçtiğimiz haftalarda Milliyet gazetesinde kaleme aldığı bir yazıda, Alevi katliamlarını araştırmak için bir hakikat komisyonu kurulmasını önerdi ve bu komisyonun kurulması noktasında inisiyatifi üstlenmesi gerekenin de Alevi kuruluşları olması gerektiğini belirtti.
Yirmi yılı aşkın bir örgütlenme deneyimi olan Alevi kuruluşlarının yetkinliği, böylesi bir komisyonun ağırlığını kaldırmaya yeter. Burada hakikat komisyonlarının birer yasayla kurulan, resmi birer statüsü olan, yargılama, cezalandırma ve affetme haklarına sahip Güney Afrika ve Güney Kore örneklerinden farklı olacağı, yani yasal bir yaptırıma sahip olmayacakları ortada.
Ancak Alevi kuruluşlarının inisiyatifiyle, demokratik sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin ve bağımsız araştırmacıların destek vereceği, konusunda uzmanlaşmış araştırmacılardan oluşan komisyonlar, Alevilerin maruz kaldığı katliamların her birinin tarihsel, politik, ekonomik, sosyal ve hukuki yönlerini ortaya koyabilir. Mahkeme tutanaklarından, tanıklıklardan ve o dönemden kalan gazete haberleri gibi ikincil kaynaklardan yola çıkarak hazırlayacakları raporları resmi bir yaptırım gücüne sahip olmasa bile yaşananların daha sağlıklı bir zeminde tartışılmasını sağlayarak bir kamuoyu yaratabilir.
Aleviler geçmişle eleştirel bir hesaplaşma üzerinden maruz kaldıkları katliamları değerlendirmeye açmalıdır. Hakikat komisyonları ise bu konuda inisiyatifi ele almak için önemli bir adım olacaktır. Bir Afrika atasözü, kendi tarihlerini yazmayan aslanların, avcılık tarihini hep avcılardan dinleyeceğini belirtir. O halde Alevilere bu noktada düşen görev, her zaman avcılardan dinlenen avcılık tarihini, bir de aslanların gözünden yazmaya katkıda bulunmaktır. (ME/HK)
* Mehmet Ertan, Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk Enstitüsü, Doktora Öğrencisi