Önce Maraş’ta birkaç yıl sonra da Çorum’da Alevi vatandaşların iş yerleri ve evleri kırmızı boyayla işaretlenmiş, bu tertip ve tespitten sonra da devlet desteğiyle düzenlenen saldırı sonucu iki yüze yakın insan öldürülmüş, işyerleri yağmalanmış, evleri yakılmıştı.
Devlet, yerel işbirlikçileri ve gayri resmi silahlı güçleriyle giriştiği bu pogrom elbetteki ilk değildi; yıllar önce 6-7 Eylül 1955’te Ermeni ve Rum’lar özelinde gayrimüslimler üzerinde test etmişti.
Ciddi bir direniş ve kınamayla karşılaşmayınca bu cesaret ve cüretle önce Maraş’ta sonra Çorum’da ve en sonrasında da 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta 33 yazar, aydın, sanatçı olmak üzere 35 insanı, naklen yayında bir otel binasında yakarak katletmişti.
Emrah Poyraz ve Ulaş Özkan’ın birlikte kaleme aldıkları Kör Kanun polisiye roman kahramanları yukarıda kısaca özetlediğim olayların insan üzerinde bıraktığı ruh durumuyla hareket ediyorlar.
Toplumsal ve bireysel hafızanın etkisinden bir türlü çıkamamanın psikolojisiyle her an tedirgin, teyakkuzda ve kulağı eşikte yaşamaya çalışıyorlar.
Haliyle bu güvercin tedirginlikleri yaşamlarının her anına nüfuz ediyor. Mekana yansıyor, insan ilişkilerinde otokontrol halini alıyor. Çok sağlıklı görünmüyor olabilir bu durum ama geçmişin gölgesinden kurtulmak da çok kolay değil zaten.
Türk sağında bir miras: yalnız yakaladığını linç et
Tokat ve Zile ilçesinin olay yeri olarak seçilmesinde, alevi kırımın yaşandığı iki şehirden Çorum ve Sivas’ın arasında sıkışıp kalmasının da bu tedirgin ruh hallerinin her an canlı kalmasında elbette çok büyük etkisi vardır.
Can, 80 darbesinin hemen arifesine denk gelen yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi Hukuk Bölümünde okumaktadır. Sağ sol çatışmalarında en önde mücadele ederek sol cenahın öncü neferlerindedir.
Ülkücüler bir gün Can’ı yalnız yakaladıklarında orantısız bir şiddetle sokak ortasında hastanelik ederler. Buna şahit olan Songül Can’ı hastaneye götürür ve sonrasında Songül ile Can arasında bir aşk alevlenir. Bu aşkı, bu birlikteliği iki taraf da istememektedir. Kız tarafı mutaassıp suni, Can tarafı Alevi kesimdendir; iki kesim de karşı çıkar, evlenmelerini istemez.
Bu durum Can’ın ölümüyle sonuçlanır ve üzerinden yıllar geçer Can’ın kardeşi Hasan Hoca’nın etrafında dönen olaylarla günümüze döneriz. Romanın büyük kısmı günümüz Zile’sinde geçer.
Zeynel Başkomiser yılların yorgunluğunu atmak, son yıllarını artık huzurlu ve sesiz yerde geçirmek için memleketi olan Zile’ye tayin istemiş buradaki görevine yeni başlamıştır.
Fakat işlerin hiç de beklediği gibi olmayacağını anlaması uzun sürmez; ağır işkence edilerek öldürülen biri Zile Cinayet Büro’nun biteviye temposunu alt üst eder. Soruşturmalar ve kovalamacalar sonucunda bunun ilk cinayet olmayacağına da kanaat getirdiklerinde iş çığırında çıkmak üzeredir.
Kanlı 77 1 Mayıs'ı
Kör Kanun, yakın dönem Türkiye Tarihini Türk Solu üzerinden sorgulayıp aktarırken günümüz karakterleri hiç de siyasi kişilikler değillerdir.
Bir vicdan abidesi olarak Hasan Hoca karakteri öne çıkarken adeta bir İsviçre Çakısı kabilindedir. Elinden gelmeyen iş yoktur neredeyse; ilginç olan şu ki: Hasan Hoca kördür.
Tam bir aile babası olduğu gibi herkese karşı önyargısız ve sevecendir. Bu özelliğini kör olmasından mı yoksa yıllar önce abisinin ölümü dahil ağır badireler atlatmasından mı kazanmıştır pek bilinmez. En büyük özelliği kör olmasına rağmen her kesi şaşırtacak kadar iyi görmesidir ( hissetmesidir).
1 Mayıs kutlamalarından önce ‘ben geliyorum’ diyen katliam hazırlıkları ve 1977 yılının kanlı 1 Mayıs'ı… DİSK’in bütün hazırlıklarımızı yaptık, önlemlerimizi aldık vatandaşların çekinmeden, korkmadan rahatlıkla 1 Mayıs kutlamalarına katılabilirler demesini hafif bir meşreple eleştiren yazarlar katliamın sorumluluğunu elbette ki DİSK’e yüklemiyorlar, bilakis bütün bunlara rağmen katliam gerçekleşti diyerek 80 öncesindeki konjonktürü, ‘kurt puslu havayı sever’ demeye getiriyorlar.
Aynı bilinçle konuşan karakterler
Romanın ikinci yarısından sonra yer yer sarkma, dolgu ve hantallık görülürken, romanı aşağı çeken bu durumu erken fark edip sona doğru bunu düzelterek tempoyu, merakı, heyecanı ve gerilimi uzaya çıkarmayı başarıyorlar.
Romanın başlarında romana renk katan, inandırıcılığını pekiştiren mekanla özdeşleşen lehçe, yöre ağızları sonlara doğru neredeyse hiç yok, kaybolup gidiyor.
Oysa yöre insanının dışında kimseyle görüşmüyorlar, hepsi oralı ve oranın şivesiyle konuşması gereken insanlar; devam ettirilseymiş daha iyi olurmuş.
Romana katılan Şükran karakterinin bölümlerinde voodoo büyüsüyle dinsel ve teolojinin karasularına girerek bu tür ( mistik ) meraklılarına Kör Kanun’un doğasına uymamasından dolayı sadece selam çakarak kısa tutuyorlar.
Birkaç yerde yazarların metne müdahalesi söz konusu, günümüz yazarlarının kronik çıkmazları; belki mesaj verme kaygısı belki metne kendini kaptırma belki de heyecan; bilemiyorum. Dönem dönem benim de yaşadığım bir durum; sıyrılamıyoruz.
Kör Kanun’da bütün karakterler neredeyse aynı bilinç seviyesiyle konuşuyorlar. Yaşlı bir amca güzellik üzerine felsefik demeçler verebiliyorken başka biri siyasi ve sosyolojik tahlillerde bulunabiliyor.
Oysa karakterler kendi hallerinde ‘sıradan’ insanlardır. Öncesinde karakterlerin bu bilinçte olduklarına dair her hangi bir aktivite, söylev, tirat ya da repliğine şahit olmuyoruz.
Adalet yoksa kaos vardır
Öldürülen insanları bir et yığını olarak değil de empati kurarak daha insani düşünen, duygusal bağ kuran, mekanik olmayan karakterler/ komiserler taşranın dar çevre insan tipini hatırlatması bakımından oldukça sahici olmuş. Kanlı canlı olarak karşınızda durduğunu görüp tokalaşma isteği uyandırıyor.
Romanın isminden mütevellit sonundaki gönderme/yakıştırma oldukça yerinde ve komik olduğu gibi karakter isimleri de mezhep/fraksiyonlara cuk oturmuş.
Yakın dönem Türkiye tarihini ve beyaz soğuğu arka fona başarıyla yerleştirilen romanın tartışmaya açtığı affetme olgusu adalet sisteminin körlüğüne işaret ederek her kesin kendi adaletini sağlaması sonucu ortaya çıkacak sonucun hiç de iç açıcı olmadığının altını çiziyor.
(HB/EMK)