Duygusal değil öfkeliyim.
O güzel, genç kadının öldürüldüğü haberini okuduğumdan beri sürüyle duygu deneyimledim; üzüntü, acıma, empati, tekrar üzüntü tekrar üzüntü. Ancak her duygudan sonra bir müddet öfke doldu içime. Her yeni detayda bir kat daha artan, derecesi gittikçe yükselen bir öfke.
Bir sürü duygusal makale ve her biri diğerinden daha çok acıtan deneyimler okudum #sendeanlat kampanyasıyla paylaşılan. Hepsi farklı kişilerce yazılmış ancak her biri bu ülkede yaşayan kadınların çok iyi bildiği hikayelerdi. Hepimiz farklı versiyonlarını yaşamıştık. Çoğunda susmuştuk, kimse bilmemişti sokakta başımıza neler geldiğini. Bazen eve gelip sinirimizi evdekilerden çıkarmış, bazen de sokak ortasında ağzımıza ne geliyorsa söyleyip öfkemizi dışa vurmuştuk. Ama hepsinde korkmuştuk. Susup hızlı adımlarla eve yürürken de, bağırıp çağırır öfkemizi dışa vururken de.
Yani Özgecan çoğumuzun bildiği bir korkuyu yaşamış, ve ne yazık ki onun korktuğu başına gelmişti. Bir minibüste yalnız kaldığında, özellikle de karanlıksa, korkmadığını söyleyecek kadın bulmak çok zordur bu ülkede. Korktuğumuz karanlık değildir ancak, karşımızda oturan ve dikiz aynasından gözlerini üzerimize diken şofördür. Hepsinin hakkını yememek lazım, bazı şoförler korkumuzu anlayıp ya gerçekten insanca bir sohbete girişirler, ya da durduk yerde kapıyı açıp, açık kapıdan medet umarak rahatlamamızı sağlarlar. (Yazarken daha çok farkına varıyor insan deneyimlerinin aslında ne kadar ürkütücü olduğunun! )
Özgecan hepimizin bildiği bir şekilde öldürüldü. Bu vahşetin detaylarını ne duymak ne okumak ne de yazmak istiyorum.
Biliyorum ki bizim ülkemizde yasalar adaleti yerine getirir. Hem adalet mülkün temelidir hem de belki de kendimizi Türk yargıçlarına emanet etmeliyiz. Ve dahası burası bir hukuk devletidir, ki hukuk her şeyin üstündedir. Gereken yapılacaktır. Bu yaşananların bir daha yaşanmaması için tüm önlemler alınacaktır. Ve en önemlisi TANRIMIZA hamd olsun, DEVLETİMİZ var olsun. Amin!
Öyle mi peki?
Özgecan’ın katilinin itirafını okuyunca sesli küfrettim. Biraz cinsiyetçi buldum küfrü. Sonra cinsiyetçi olmayan küfür aradım, bulamadım. Allah belanı versin dedim. Adaletin, var ise, öteki dünyaya kalması da huzur vermedi.
Uygun küfür bulamadım. Tıpkı şimdi yazmak için uygun kelime bulamadığım gibi.
Siyahlar giyilecek, bu korkunç olay protesto edilecek.
Belki de yapmamız gereken siyahlar giyinmek değil, giyinmeden sokağa çıkmaktır.
Görmek istedikleri ne varsa hepsini bir anda göstermektir yani.
“Al sana bu bir bacak”, demektir.
“Bu kalça.
Bunun adı koltuk altı, bunun adı da baldır. Bunun adı diz kapağı.
Bu da ayak bileği.
Bunlar memeler.
Bunun ne olduğunu sen zaten küfürlerinden gayet iyi biliyorsun.
Hepsini birleştirince bir insan ediyor.
Ama hepsi değil. Sadece bazılarını toplayınca insan ediyor. Bu bedene bakarken akıttığın salyalarla, senin toplamının insan olması imkansız!”
DEMEKTİR.
Belki de gereken çıplak kalmaktır. Yeterince uzun çıplak kalarak, en doğal kıyafetin derimiz olduğunu göstermektir. Akıtacak salyaları kalmayana kadar bedenimize baktırmaktır.
Çıplaklığın, mini eteğin, açık yakanın, dekoltenin tecavüzü haklı çıkarabileceğini ima edenlere, hatta utanmadan direkt söyleyenlere, gördüğü bir parça et parçasından etkilenip, tecavüze yeltenen ve hatta karşısındaki kadının karşı koymasıyla onu öldürebilen “toplamı insan olamayan” yaratıklara “AL SANA BU BİR BACAK ” diyebilmektir.
…
Burada bir nokta.
Kocaman siyah bir nokta. (SK/ÇT)