Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, kişisel olarak, uzun süreden beri, ayakta alkışlayacağım hemen hiçbir şey yapmamıştı. Ta ki 21 Nisan 2008 günkü Bakanlar Kurulu toplantısına kadar. Bu Bakanlar Kurulun'dan 1 Mayıs'ın "Emek ve Dayanışma Günü" olarak ilanı çıktı. Teşekkür ederiz!
Eniştenin bayramı
Bayram değil seyran değil enişte bizi neden öpüyor, sorusunun cevabı çok da karmaşık değil. Bir yandan Avrupa Birliği (AB) uyum süreci için yeniden harekete geçen hükümet, 1 Mayıs'ı "yasakçı" bir zihniyetle ele almadığını gösterdi. Avrupa'ya gönderilen bu şirinlik gösterisinin diğer bir ayağı da var. Bu ayak da ülke içindeki işçiler.
Ayrıca, "neden şimdi" sorusu önemli. 1 Mayıs'ın devlet tarafından kabul edilen bir gün olduğunun ilanı için başvuran AKP'li eski sendikacı milletvekili Agah Kafkas, önceki meclis döneminde, 1 Mayıs ile ilgili "kanun teklifinde" zaten bulunmuştu.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) dışındaki konfederasyonların genel başkanlarının AKP yakınlığının ayyuka çıktığı bir dönemde, türban için bin takla atan hükümet, yaklaşan ekonomik kriz öncesi Nasreddin mayasından daha belirsin biçimde "ya tutarsa" hesabını uyguladı.
Hoş Sosyal Güvenlik ile ilgili süreçte AKP'ye çanak tutan Türk-İş'in bile "tatilsiz işçi bayramına" karşı çıkması, mayanın tutmayacağının ilk işareti olarak düşünülebilir.
Bunun dışında, AKP için, kapatma davası sürecinde ciddi biçimde yıpranan façanın hem toplumsal alanda, hem de parlamento cephesinde toparlanması gerekiyordu. Toplumsal alan için 1 Mayıs'ın "gün" olarak ilanının, AKP'nin aslında arzulamadığı bir düzeltme olacağını söylemek zor değil.
Son bir ay Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve AKP'nin atakları ile geçti. Bu süreçte Erdoğan'ın, içine CHP ve Deniz Baykal'ı alan her türlü atağını CHP rahat karşıladı. Erdoğan "Baykal'ın bakanlığı zamanında rüşvet verdim" dedi, Baykal "Rüşvet veren de günahkardır" diyerek karşıladı.
Erdoğan "CHP Atatürk resmini paradan çıkarttı" dedi Baykal "Hayır, bizzat Atatürk cumhurbaşkanlarının resimlerinin basılmasına dair kanun çıkardı" diyerek karşıladı.
Ama bugün Erdoğan "CHP 1 Mayıs'ı yasakladı, biz tekrar kabul ettik" dese Baykal'ın bu atağı karşılaması çok da kolay olmayacak gibi.
"Ayaklara" sınıf düşmanlığının izleri
Elbette AKP'nin CHP'ye karşı kullanacağı 1 Mayıs hamlesi, onların işçi sınıfı başta olmak üzere emekçilere aşık olduklarını göstermiyor. Öyle ki, 1 Mayıs'ın "Emek ve Dayanışma Günü" olarak kabul edilen Bakanlar Kurulu kararını açıklayan Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in, 1 Mayıs'ın neden tatil ilan edilmediğine dair açıklamaları, sınıfsal düşüncenin özünü açık biçimde sunuyor.
Çiçek'in, bir günlük tatilin 2 katrilyonluk ekonomik zarara yol açacağı ilk savunmasıydı. Ancak tatilin kendi yapısı onun ekonomideki yerini de belirler. AKP hükümeti başta olmak üzere, birçok hükümet dini bayramlarda ekonominin canlanması adına, hafta sonu tatillerini de birleştirerek, 9-10-11 günlük tatil ilan ettiler. 9-10-11 günlük dini bayram tatilleri için, bugüne kadar hiçbir hükümet "ekonomik zarar"dan bahsetmedi.
Doğrudur çünkü bu tür tatillerde tatil olanlar devlet memurları ve özel sektör sahipleridir. Birçok fabrika, mağaza, işletme en fazla bir günlük izin ile bayram tatilini yaparlar.
Ayrıca eski anti-komünist Çiçek çok iyi biliyor ki 1 Mayıs "tüketim günü" değil, mücadele günü. Yani 1 Mayıs'ta tatil olan işçiler, emekçiler mağazalara dolup alış-veriş yapmayacak tam tersine meydanlara dolup iktidara olan muhalifliğini gösterecek.
Bunu çok iyi bildikleri için dünyanın "çoğu ülkesinde 1 Mayıs tatil bile değil" diyebilecek kadar ileri giderek cahilliklerini sergilediler. Oysa bugün dünyada 1 Mayıs'ın "resmi tatil" olduğu ülke sayısı 135.
Sınıf kini o kadar güçlü ki, Taksim'de 1 Mayıs kutlanmasına dair talepleri reddetmesini, kendi oy avcılığı aracı olan mitinglerle karıştırılıp "Biz Kızılay'da, Meclis önünde miting yaptık mı" sorusu ile açıklamaya çalıştılar. Elbette onlarca insanın kontr-gerilla tarafından katledildiği tarihsel dönemde, sağ-faşist cenahta yer alan bir hükümetten aksini beklemek saflık olur.
Ancak sınıf düşmanlığını ortaya çıkaran en net ifade Taksim'de ısrar eden sendikalara istinaden söylenen "Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar" ifadesi oldu. Bir sınıf korkusu bu kadar net ifade edilebilir ancak. Zamanında Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) başkanı Halit Narin "12 Eylül'den önce işçiler konuşuyordu, şimdi sıra bizde" sözlerinden zerre kadar farkı yok.
Narin'in dediği gibi 27 yıldır "onların sırası". Ancak buna rağmen Erdoğan "ayaklar" ile ilgili korkunun hâlâ taşındığını da gösteriyor.
Aslında Erdoğan ayakların başları idare ettiği anda burjuvazi için kıyamet olduğunu iyi bildiğini de göstermiş ve bu nedenle de Taksim söylemini "mülki görev" (polis şiddeti) ile tehdit etmekten de geri duramamıştır.
Yaşasın AKP, yaşasın 1 Mayıs
Şimdi başlığımızdaki "Yaşasın AKP" ifadesini açıklamak daha kolay. Tarihte hiçbir sınıf, istediği kadar ideolojik söyleme, kendi sınıfının dışında herkes için var olduğu iddiasına sahip olursa olsun, eninde sonunda sadece kendi sınıf ilişkilerine dayanmak zorunda.
AKP işçi ve emekçilere karşı düşman saffında olduğunu ikiyüzlülüğü ile gösterdi. Bizler uğraşsak bu kadarını başaramazdık. Bu nedenle "Yaşasın AKP".
Çiçek'in kendi burjuva mitingleri ile özdeşleştirerek hiçleştirmeye çalıştığı "1 Mayıs Alanı Taksim" düşüncesini, 1 Mayıs'ın kutlanacağı her yerde var etme zamanı. Bu nedenle de "Yaşasın 1 Mayıs!" (DEZ/GG)