Kavramlar, iktidarların elinde altüst ediliyor.
İktidar merkeze çektiği her kavramı sorgulayıp tutsak ediyor!
İktidar demokrasiyi, adaleti kendi kurduğu merkezle anlamlandırmaya çalışarak, kendi hegemonyasını sağlamlaştırmaya çalışıyor.
Merkeze yaklaştıkça, hükümetin çizdiği sınırların daraldığını ve kendine tabi olmanın kavramları "doğru" anlamlandırmak için şart olduğunu görüyoruz.
Yaşam alanımız zamanaşımına uğratılıyor. Hukuk bunun bir aracı haline getiriliyor. Siyaset adım adım dışlayan bir sürece evrilirken, siyasetin o dışlananlar üzerinden yeniden devreye girmesini sağlamak zorundayız.
Kavramlar eğilip bükülürken tabii ki onca çelişkiyi bünyesinde taşıyor.
Hükümet herkesi kucaklayıcı olduğunu ileri sürerken dindar gençlik yetiştirmek istiyor (dindar olmayanlar dışarı), kendine yöneltilen eleştirileri ''ideolojiksiniz'' diyerek savuştururken, muhafazakar demokrat olduğunu söyleyebiliyor (diğer tüm ideolojiler dışarı).
Dindarlık ve demokrasi
Bundan anladığımız muhafazakarlığın ideolojiler üstü olduğu!
Anlaşılan hükümet yetkilileri, diğer ideolojilerin yanlış düşünceler bütünü olduğunu varsayıyor. Doğruya erişmek için de çizilen çerçeveye biat gerekiyor.
Bu çerçevede merkezinde dindarlığın yer aldığı, birbirine çıkar bağımlılığının olduğu, çıkarları uzlaştırdığı için de bağımlılığın arttığı, demokrasinin de buna yasal çerçeve sunduğu bir toplum düzeni.
Demokrasi, bir uyuşmazlık ve tartışma düzeni değil, işleri kılıfına sokan bir uyum projesi haline geliyor. Bu düzenin her yeri merkez! Merkezde olmayanlar ise marjinal.
Geçiş çok sert.
Halbuki merkeze yaklaştıkça siyasetin olanakları daralıyor. Herkes birbirine benzediği, herkes aynı düşündüğü, herkes merkezi onayladığı anda siyaset olanaksız hale geliyor. Demokrasi meclis komisyonlarında işleyen bir prosedüre indirgeniyor.
Herkes konuşur, sonra, "kabul edenler-etmeyenler": Kabul edilmiştir!
Siyaset, dışarıyı kuran sınırda üretilmeye devam ediyor. Hükümetin dışarıda bıraktığı, marjinal gruplar diye ötelediği kesimlerin talepleri, siyasal olanın tartışma ve çatışma üzerinden işlediği gerçeğini hatırlatıyor.
Merkezin dışını oluşturan sınırlar, her türlü karşılaşmanın, buluşmanın ve fikirsel temasın yeri haline geldiği için üretici gücü çoğalıyor.
İdeoloji de kendini ve kendini oluşturan çevreyi kuran bir ilişki silsilesi içinde oluşur. Bu temas ağı merkeze gittikçe kaybolduğu için, düşüncenin ve eylemin yerini ''kabul etme prosedürü'' alır. Sonuçta ortaya çıkan siyasetin ölümüdür.
Hükümet, hayatın her alanına yaptığı müdahalelerle siyasetin ölümü için çabalıyor, kurduğu siyasetsiz ideoloji ile her şeyin durdurulduğu, teknikleştirildiği ve ekonomik çıkar birlikteliğine indirildiği bir ilişkisizlik türü hayal ediyor.
Hakkını verelim, gerçekleştiriyor da...
Yeni merkez yaratmak
İktidar muhafazakarlığıyla, dindar gençlik yetiştirme hedefiyle, sistemin temel kurumlarını ele geçirme telaşıyla, merkeze aldığı her kavramı altüst edip siyasal olandan siyaset dışı bir gerçekliğe geçerek kendini kuruyor ve koruyor.
Eğitim sisteminden hukuksal dizgeye, muhaliflere baskıdan sivil toplumun "işine bakması" hatırlatmasına kadar ortaya konan her söz ve eylemin hedefinde tartışmanın, temasın ve düşüncenin kesilip bunun yerine uyumun ve boyun eğmenin yer alması var.
Böylece Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, devletleştiğini açık ve net ortaya koyuyor.
Devletin kurucu ideolojisi de çatışma ve çelişkinin olmadığı, farklılıkların bir potada eritildiği bir düzen hayal etmiyor muydu?
10 yılı aşan iktidarı boyunca, AKP yeni bir pota/merkez yaratarak siyasetin Türkiye koşullarında sınırlara çekilmesini bir kere daha gerçekleştirdi.
Böylece kendini siyasetin dışına atarak otoriterleşen her güç gibi, önceki tek bir vücut olma hevesiyle, kendinden öncekilerin hatasına düşmüş durumda.
Bu durumda, hareketin olanaklı olduğu sınırları yeniden keşfetmek muhaliflerin görevi olarak belirtilebilir.
Olanaksız kılınan, müdahale dışı görülen, yekpare haline getirilen her türlü yerleşik "merkez"e karşı, sınırda olmanın ve harekete geçmenin gücünü, kurucu gücünü, hatırlamamız gerekli (Express'in Mart 2012 sayısındaki Begüm Özden Fırat'ın yazısının ilham verici olduğunu söylemeliyim).
Hükümetin, devlet olarak işlemeye başladığı ve her kavramı donuklaştırarak sabitlediği bir merkezin karşısında fikirlerin, temasın ve işbirliğinin harekete geçirici zeminini canlandırmalıyız.
Bunun için kavramlarımıza, mücadeleye, karşı koymaya yeniden sarılmamız, onları daha fazla dolaşıma sokmamız gerekiyor. İnternet bunun bir aracı ama tek yeri olmamalı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın korktuğu ve kolluk kuvvetinin gaz bombasına boyadığı sokaklar, yeniden bu kurucu gücün üretileceği alan olarak işaret edilmeli. Temas ederek öğreneceğimiz ve fikirlerimizi yayacağımız bir sınır-alan.
Çünkü toplumsal muhalefetin eylemleriyle siyasal tartışma ısrarını sürdürdüğü müddetçe, hükümetin siyasal olanda uzaklaşmış olduğu ve otoriterleştiği daha da belirginleşecek. (HK)
* Yavuz Yıldırım - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Siyaset Bilimi, Araştırma Görevlisi