Yaklaşık 1,5 milyon kişinin ter döktüğü ÖSS sınavının yapıldığı günün hemen ertesinde Anayasa Mahkemesi’ne kapatma davasıyla ilgili savunmasını veren AKP, bir anlamda kendi sınav kağıdını teslim etmiş oldu.
Böylece sınav süresini sonuna kadar kullanmayan AKP’nin sınav kağıdının içeriğine ve akıbetine ilişkin spekülasyonlar da başladı.
Savunmanın niteliği, temeli olup olmadığı, geleceğe dönük bazı mesaj ve anlamlar taşıyıp taşımadığı en çok karşılaşılan sorular arasında.
Bu bağlamda, AKP’nin sınav kağıdını okuyarak kısa bir değerlendirme yapalım.
‘Kes-Kopyala-Yapıştır’lı savunmada “Fahiş Hata” var
Öncelikle, savunmanın siyasi mi yoksa hukuki mi olduğu yönündeki “popüler” soruya yanıt aranmalı.
Hemen belirtmek gerekir ki, bir mahkeme önünde usul kuralları gereğince yapılan her savunma, tanımı gereği, hukukidir.
Zira ‘savunma’nın tanımı, kabaca, “hukuk kuralları uyarınca ortaya atılmış bir iddiaya yine hukuk kuralları uyarınca karşılık vermek”tir.
Dolayısıyla, “falanca gerekçelerle bu iddiaları ciddiye almıyor ve mahkemeyi/yargılama yetkisini tanımıyorum!” denilmediği sürece savunma savunmadır ve esasen hukukidir. “Siyasi” nitelemesiyle anlatılmak istenen şey hukuki savunmadaki argümanların niteliği ise, o zaman neyin siyasi olduğunu tartışmasız bir şekilde tanımlamak gerekir ki bu zaten mümkün değildir.
Zira AKP’nin savunmasında yer alan laiklik gibi kavramları yorumlama çabası ve bu çabanın içeriği siyasi olarak nitelendirilebileceği gibi hukuki olarak da nitelendirilebilir.
Öyleyse, “siyasi” nitelemesi ile aslında başka bir şeyin anlatılmak istendiği görülmektedir: AKP’nin “sistemle”, yani bir anlamda sınavın kendisi, hazırlayıcıları ve gözetmenleriyle çatışmaya ve tartışmaya girmeyi göze alıp almadığı.
Yani AKP’nin, savunma vesilesiyle ve dava üzerinden sistemle bir tartışmaya, sistemi sorgulamaya girmesi halinde savunma siyasi olarak nitelendirebilecektir.
Kavramlara ve mevcut duruma bu söylenenler bağlamında bakıldığında AKP’nin savunmasının siyasi olarak nitelendirilemeyeceği; sınav kağıdının, –kopya çekme imkanı da olmadığına göre!– sınavdan bir an önce kurtulma psikolojisiyle yazıldığı görülmektedir.
Liberal çevrelerin şimdiye kadar defalarca dile getirdiği argümanlar hatırlandığında, daha çok “kes-kopyala-yapıştır” komutları kullanılarak yazılmış izlenimi veren cümleler, demokratik sistemin aksayan yanlarına ciddi bir şekilde meydan okumak şöyle dursun, sanki sadece iddia sahibinin bakış açısının yanlışlığı gibi ön kabuller üzerinden ve bunu kanıtlamaya dönük şekilde yazılmış gözükmektedir.
Dolayısıyla, savunmadan alınan izlenim, iddia sahibinin argümanlarına olanak tanıyan ve sistem bir bütün olarak değiştirilmediği sürece tanımaya da devam edecek olan esas meselelerin tartışılması ya da sorgulanması değildir; özetle, savunma, “iddia sahibinin argümanları mantıklı ve kanıtlanmış olsaydı herhangi bir partinin kapatılması mümkün olabilir ve olmalıdır”, kabulüyle yazılmış gibidir.
Dolayısıyla, savunmanın hangi temel üzerinden yazılmış olursa olsun bu düşünceyle hazırlandığı bir durumda, savunmanın yalnız siyasi açıdan değil ama hukuki açıdan da tehlikeli bir mantığa dayandırıldığı görülmektedir; zira “şartlar olgunlaştığında bir siyasal parti kapatılabilir” ön kabulü geçerli ve meşru ise yargıçların bunun hukuki gerekçesini bulmakta zorlanmayacakları ortadadır. Bu “fahiş hata”, not kırmamızı gerektiren en büyük hatadır.
Kurtarma sınavı Temmuzda
Üstelik, AKP’nin sınav kağıdındaki tutarsızlıkları da gözden kaçırmamak gerekir. Sınava günü gününe ve konu konu çalışmak yerine son gün çalışmış olan AKP’nin, gelinen bu noktada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına, hukukun, demokrasinin ve insan haklarının genel ilkelerine gönderme yapması inandırıcı olmayacaktır.
Zira, örneğin vicdani ret meselesinde AİHM’nin ihlal kararına, hükümetin Bakanlar Komitesi’ne defalarca söz vermesine ve sorunun çok ağır bir şekilde devam etmesine rağmen konuyla ilgili hiçbir adım atılmaması, 301’in gündemden çıkarılmış olması, anayasa değişikliğinin ise bu hengamede artık tamamen rafa kaldırılmış olması AKP’nin samimiyetinin sorgulanmasına neden olacaktır.
2002’den beri bu konular başta gelmek üzere Türkiye’nin kronikleşmiş demokratikleşme, insan hakları ve eşitlik sorunlarına kararlılıkla el atılmış olsaydı, AKP’nin büyük ölçüde vize notu sayesinde bile geçmesi mümkün olacak ve iş final sınavından “100” almaya kalmayacaktı.
Temmuzda kurtarma sınavına girme imkanı olan (sözlü savunma) AKP’nin, “elektriklerin kesildiği”, “suların akmadığı”, “internetlerin yasaklı olduğu” ve bu eksikliklerin sorumluluğunun iktidardaki 6 yıldan sonra artık AKP’nin üzerine geçtiği bir ortamda nasıl ders çalışacağı ise ayrı bir soru işaretidir.
Ancak her şeye rağmen AKP’nin sınavı geçmesinin, daha doğrusu bu tür sınavlarda “ter dökmek zorunda kalmamasının” belki de tek bir yolu var gözükmektedir: Bu tür savunmalar yapmaktansa hiç savunma yapmamak ve işte o zaman gerçekten siyasi bir duruş sergilemek. Yani ÖSS’den bir gün önce yapılan bazı basın açıklamalarında dile getirilen şeyi söylemek ve içtenlikle sonuna kadar savunmak: “ÖSS’ye İnat, Yaşasın Hayat!” (ECG/EZÖ)
* Ertuğrul Cenk Gürcan, A.Ü. SBF Anayasa Hukuku Bilim Dalı