AKP’nin, 64. Hükümet Programında yer alan “insan haklarını koruma mekanizmalarının etkinleştirilmesi amacı” doğrultusunda hazırlandığını iddia ettiği Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı, TBMM İnsan Hakları Komisyonunda bu hafta görüşülmeye başlanıyor.
Gerekçesinde; “üç ana işlevi aynı anda üstlenecek bir modeli içerdiği” ve “insan haklarının korunması; ayrımcılıkla mücadele; işkence ve kötü muameleye karşı ulusal öneleme mekanizması görevlerini görecek, ayrı yapılanma yerine, tek ve güçlü bir kurumsal çatı oluşturacak etkin bir yapıyı amaçladığı” belirtilen tasarı; bütün bir insan hakları alanını, her şeyi yapmakla görevli, sorumluluk taşımayan, yargı benzeri bir yetki dahil olağanüstü yetkileri bulunan, üyelerini Bakanlar Kurulu ile Cumhurbaşkanı’nın belirlediği, hükümete bağlı onbir kişilik bir Kurula bırakıyor.
Korumayı amaçladığı insan hakları, bu hakların gerçekleşmesi için gerektirdiği koşullar, bunları korumak üzere oluşturulmasını öngördüğü mekanizma, bu mekanizmaya yapılacak şikayet ve denetim yöntemi ile son derece eksik, sorunlu ve amacı gerçekleştirmekten uzak olan tasarı, AKP’nin “insan onuru odaklı demokratikleşme perspektifinin!” nasıl bir paradigmaya dayandığını ortaya koyuyor.
TIKLAYIN - İNSAN HAKLARI KURUMU, VIZE MUAFIYETI "TORBASINDA"
Kavram ve bilgi karışıklığı
Tasarı, her şeyden once, insan haklarının korumayı amaçladığı temel değerin ne olduğu konusunda bir kavram ve bilgi karışıklığını yansıtıyor.
Çünkü “ayırımcılık, kendi başına bir insan hakları ihlali olmakla birlikte, uygulanan her durumda, insan haklarını yaratan temel değerlere yapılmış topyakün bir saldırıdır”. Her ayrımcılık bir insan hakları ihlali oluşturur, ancak her insan hakları ihlali, ayrımcılık değildir.
İnsan hakları ihlallerinin önlenmesi mücadelesinin eriştiği düzey itibariyle; ayırımcılık (ve her türlü insan hakları ihlali) ile gerçek ve etkin bir mücadelenin; bu tür bir muamele tarzının yapılmasının önlenmesine yönelik her türlü önlemi (hukuki, idari, cezai, sosyal, psikolojik vs) almayı ve uygulamayı; bu önlemlere rağmen bu tür muamelelerin yapılması halinde, olabildiğince telafisinin ve tazminin sağlanmasını ve ayırımcılığın yapılmasına olanak vermeyecek koşulların gerçekleştirilmesini gerekli kıldığı ve bu alanlardaki tüm faaliyetlerin eş zamanlı gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğu ortadadır.
Ancak tasarı, hem bu özellikleri barındırmıyor, hem de hukuk tekniği, içerikteki eksiklikleri, çelişkili düzenlemeleri, öngördüğü yapının antidemokratik oluşumu ve işlevi itibariyle, kendisi uygulamada sorun yaratacak nitelikte. Üstelik formel, soyut ve uluslararası standartlardan oldukça geri bir düzenleme.
Kaygı ve baskıyla hazırlanan tasarı
Tasarı, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme’nin Seçmeli Protokolü (OPCAT) uyarınca oluşturulması öngörülen Ulusal Önleme Mekanizması konusunda Türkiye’ye yöneltilmiş olan eleştirileri karşılamak kaygısı ve baskısıyla acele hazırlandı. Hazırlık süreçlerine sivil toplum kuruluşları dahil edilmeden oluşturuldu ve oluşturulurken “BM İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması için Kurulan Ulusal Kurumların Statüsüne İlişkin İlkelere (Paris İlkeleri)” aykırı davranıldı
Ulusal Önleme Mekanizması görevini yürütmekte olan Türkiye İnsan Hakları Kurumu’na yöneltilen, Sözleşmenin öngördüğü şekilde “tarafsız, bağımsız ve etkin” olmama yönündeki eleştiriler, bu tasarıda öngörülen Kurum için aynı şekilde, hatta daha da ağır şekilde sözkonusu olmayı sürdürecektir.
Bu çerçevede ve aşağıda ayrıntılı olarak sunulan gerekçelerle;
- Tasarı geri çekilmeli.
- Bağımsız ayrı bir Ulusal Önleme Mekanizması için ayrı bir yasa hazırlanmalı.
- Türkiye Hukuk Mevzuatında büyük eksiklik oluşturan ayrımcılık konusunda da ayrı bir düzenleme yapılmalı. Bu düzenleme, konuya özgü, çağdaş, etkin, kalıcı çözümler sunmalı. Ayrımcılık kavramının imgelediği davranışların birer suç eylemi olarak taşıdıkları “farklı sosyo/kriminolojik boyutların” ve barındırdıkları pozitif hukuku aşan unsurların ortaya çıkarılmasını, açıkça görülebilmesini sağlamalı. Gerekçesinde sunulan amaçlara ulaşmak ve insan haklarının korunmasını sağlamak için kaçınılamaz zorunluluk oluşturmalı.
Tüm bunlar Anayasamızın ve taraf olduğumuz uluslararası insan hakları hukukun da gereğidir.
Tasarnın eksiklikleri ve öneriler
1. Tasarıda; “ayırımcılık” kavramının tanımı yapılmadan ve ayırımcılık temelleri de sayılmadan, ayırımcılık türlerinin tanımlanması yoluna gidilmiş. Bu tanımlamalar da eksik yapılmış. Bu anlamda ayırımcılık, yalnızca temel hak ve özgürlüklerin kullanımında ortaya çıkan bir dezavantajlı durum gibi algılanmış, indirgemeci bir tavırla, ayırımcılığın genel olarak her alanda bir muamele etme – muamele görme ilkeleriyle ilgili bir durum ve sonuçlar bütünü olduğu gözden kaçırılmış.
Bu nedenle öncelikle; ayırımcılık’ın kavram olarak;“siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel veya kamusal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin eşit ölçüde tanınmasını, kullanılmasını veya bunlardan yararlanılmasını kaldırma, zayıflatma veya güçleştirme amacına sahip olan veya bu sonuçları doğuran cinsiyet, ırk, renk, dil, dini,inanç, etnik, sosyal veya ulusal köken, cinsel yönelim, felsefi ve siyasi görüş, sosyal statü, doğum, medeni hal, sağlık durumu, mülkiyet, engellilik, yaş ve benzeri temellere dayanarak herhangi bir ayırma, dışlama, kısıtlama veya ayrıcalık tanıma” anlamına geldiği belirtilmelidir.
Bu tanım bağlamında; cinsel yönelim, sosyal ve ulusal köken, sosyal statü de ayrımcılık temellerinden sayılmalı ve bu temellere dayalı ayrımcılığın yasak olduğu belirtilmelidir. Tasarının 3. Maddesinin 2. Fıkrası bu şekilde değiştirilmelidir.
2. Amaç ve Kapsam başlıklı 1. Madde düzenlemesinde; “kişilerin eşit muamle görme hakkı” yerine, “ayırımcılığa uğramama hakkı” teriminin kullanılması doğru olacaktır. Çünkü birinci kullanımda ayrımcılık her zaman, “eşit olma durumu” ile bağlantılı bir kavram olarak kabul ediliyor. Bu durumda makul düzenleme, pozitif ayrımcılık ya da kişilerin olanaklara erişimdeki eşitsiz durumları ve bunların kaldırılması için yapılması gerekenler gözardı edilmiş oluyor. Kavramın içeriği daraltılıyor. Tasarı hak öznesi olarak gerçek veya tüzel kişileri kabul ediyor, kişi topluluklarını hak kapsamında görmüyor. O nedenle maddede: “Bu Kanunun amacı, gerçek veya tüzel kişiler ile kişi topluluklarının ayrımcılığa tabi tutulmama haklarının korunması ve yasama, yürütme ve yargı organları ile gerçek ve tüzel kişilerin eşitlik ilkesine ve ayrımcılık yasağına uygun davranmasını sağlamak.” düzenlemesi yer almalı, yasama, yürütme ve yargının bu yasağa uymak yükümlülüğünde olduğu, yani bu hakkın yükümlüsü oldukları açıkça belirtilmeli.
3. Tanımlar başlıklı 2. Madde düzenlemesinde;
- Maddenin, “ayrı tutma” halinin düzenlenmiş olduğu (a) fıkrasından sonra; “dışlama”, “yoksun bırakma” ve “üstün tutma” durumları ile “makul yerleştirme”yi de tanımlaması ve kapsama alması gereklidir.
Maddenin “Doğrudan ayrımcılık” başlığını taşıyan d bendindeki düzenleme; uluslararası hukukta kabul edildiği üzere;
“Doğrudan ayrımcılık: Bu Kanunda sayılan ayrımcılık temellerinden birine dayanılarak, bir kamu veya özel hukuk gerçek veya tüzel kişi veya topluluğuna, hak ve özgürlüklerin tanınması, kullanılması ve yararlanması esnasında, karşılaştırılabilir benzer durumlarda muamele edildiğinden, edilmiş olduğundan veya edileceğinden daha az elverişli davranma anlamına gelecek her türlü farklı muameleyi ifade eder.” şeklinde düzenlenmeli, böylece gerek kavramsal gerek davranışsal ayrımcılık, kapsama alınmalıdır.
Tasarının 2. Maddesinin “e” bendinde düzenlenen "Dolaylı ayrımcılık” şu şekilde tanımlanmalıdır: Dolaylı ayrımcılık;
- gerçek ve tüzel kişilerden kaynaklanan ve,
- görünüşte ayrımcı olmayan her türlü eylem, işlem ve uygulamalar sonucunda,
- cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, etnik, sosyal veya ulusal köken, cinsel kimlik, cinsel yönelim, felsefi ve siyasi görüş, sosyal statü, doğum, medeni hal, sağlık durumu, mülkiyet, engellilik, yaş ve benzeri temellere dayanılarak,
- bir gerçek veya tüzel kişinin veya topluluğun hak ve özgürlüklerden yararlanmasının, yasalarda öngörülen bir amaç tarafından haklı görülmemesine karşın dezavantajlı bir konuma sokulması veya
-genel bir eylem işlem veya düzenleme hazırlanırken belli koşulları ve özellikleri nedeniyle farklı ihtiyaçları ortaya çıkan bireyler ve birey grupları için koruma sağlanmasının dikkate alınmamış veya ihmal edilmiş olması durumudur.
Şekline dönüştürülmelidir.
- Maddenin taciz başlıklı c bendi; “… düşmanca ... veya saldırganca bir ortam yaratan veya kişi tarafından bu şekilde addedilen ve istenilmeyen her türlü davranıştır.” şeklinde genişletilmelidir.
- Makul düzenleme başlığı altında i bendinde; engelliler ile birlikte pozitif ayrımcılık anlamında özel korunması gerekli dezavantajlı grupların hepsi sayılmalı (örneğin kadınlar, yaşlılar ve çocuklar); engellilerle ilişkin düzenlemede, makul düzenleme yanında “makul yerleştirme” de hükme alınmalıdır.
4. “Eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağı” başlıklı 3. Maddede;
- 2. Fıkrada ayırımcılık temelleri genişletilmeli; “...cinsel yönelim, ulusal veya sosyal köken, sosyal statü” kavramları eklenmelidir.
- 3. Fıkrada “fiili eşitliği sağlamak üzere gerekli pozitif tedbirlerin bu kanun anlamında ayırımcılık sayılmayacağı” şeklindeki düzenlemede pozitif tedbirlerin; ne olduğu, bu tedbirlerin uygulanacağı hak öznelerinin kim olduğu, nerede düzenlendiği veya düzenleneceği ayrıntılı olarak hükme bağlanmalı, soyut düzenleme somut hale getirilmelidir.
- 3. Fıkrada yer alan; “Ayrımcılık yasağının ihlali halinde, konuya ilişkin görev ve yetkisi bulunan tüm kamu, ihlali sona erdirmek, sonuçlarını gidermek, tekrarlanmasını önlemek, adli ve idari yoldan takibini sağlamak üzere gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür” düzenlemeye; “Bu yükümlülüğünü yerine getirmeyenler hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 257 nci maddesi uygulanır” şeklindeki hüküm eklenmeli ve kamu makamlarına soyut bir tedbir alma yükümü ötesinde, ancak bunların neler olduğu veya olacağı, nasıl hayata geçirileceğine ilişkin hiçbir düzenleme öngörülmelidir.
Bu nedenle; “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine ilişkin Tedbir ve Uygulamalara ilişkin Yönetmelik” çıkarılması düzenlemede yer almalı ve tüm hususların bu yönetmelikte düzenleneceği belirtilmelidir.
5. Ayrımcılık türleri başlıklı 4. Madde hükmüne; “dışlama”, “yoksun bırakma” ve “üstün tutma” halleri de ayırımcılık türleri olarak eklenmelidir.
6. “Ayırımcılık yasağının kapsamı” başlıklı 5. Maddede;
- 1. Fıkrada, ayırımcılığın; siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel veya kamusal yaşamın tüm alanlarında yasaklandığı belirtilmeli; yasağın maddede sayılı alanlarla sınırlı değil, alanların örnekleme yöntemi ile belirlendiği kabul edilmeli ve içeriği genişletilerek; belediye hizmetleri ile bankacılık, sigortacalık, ticaret vb. tüm alanları kapsar şekilde yeniden düzenlenmelidir. Son paragrafta; “kişi aleyhine değil, “… kişi ve kişi grupları aleyhine ayırımcılık yapılamaz” şekline dönüştürülmelidir.
- 2. Fıkra hükmü ciddi bir eksiklik içermekte, bu haliyle düzenlemenin kendisi dolaylı ayrımcılık uygulaması barındırmaktadır.
Zira bu haliyle fıkra, hizmetlerin tasarlanması ve sunulmasında; engelliler dışındaki belli koşulları ve özellikleri nedeniyle farklı ihtiyaçları ortaya çıkan birey ve birey grupların (müslüman olmayan cemaatler, Kürtler, Aleviler, Romanlar, kadınlar eşcinseller vb.) ihtiyaçlarının dikkate alınmasında ve bunlara ilişkin makul düzenlemeler yapılmasında ihmalkar davranılabilirmiş, bu gruplar dikkate alınmayabilirmiş gibi bir sonuç doğurmaktadır. Bu nedenle düzenleme derhal değiştirilmeli; (Bu hizmetlerin tasarlanması ve sunulmasından sorumlu olan kişi ve kurumlar, kimi özellikleri nedeniyle farklı ihtiyaçları olan birey ve birey grupları ile engelli grupların ihtiyaçlarını dikkate almakla ve makul düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür.) haline getirilmelidir.
7. “İstihdam ve Serbest Meslek” başlıklı 6. Maddede;
6. Fıkrada Türkiye’de özellikle (Aleviler, Kürtler, Ataistler Eşcinseller, Azınlık Mensupları vb.) belli kesimler için hayati derecede önem arzeden, çok yoğun hak ihlalleri ve ayrımcılığın söz konusu olduğu “kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam” bu madde hükümlerine tabidir” şeklinde, son derece soyut şekilde ele alınmış ve adeta geçiştirilmiştir. Bu fıkra hükmü yeniden düzenlenmeli, Anayasanın Kamu Hizmetlerine Girme Hakkını düzenleyen 70. Maddesine atfen; “her kişi kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete almada görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilmez, hizmetin görüleceği yer veya hizmetle ile ilgili olarak bilgi edinmek isteyen kişi aleyhinde, bilgilenme, başvuru, çalışma ve çalışmanın sona ermesi süreçleri dahil olmak üzere, hizmetle ilgili süreçlerin hiçbirinde ayrımcılık yapamaz. Ayrımcılık yasağı çalışma yeri, çalışma koşulları, ücret ve diğer mali hak ve menfaatler, hizmet içi eğitim, sosyal menfaatler ve benzeri hususları da kapsar.” şeklinde bir içeriğe kavuşturulmalıdır.
8. Ayrımcılık iddiasının ileri sürülemeyeceği haller ve istisnalar başlıklı 7. Maddede;
Maddenin d bendinde yer alan; “Bir dine ait kurumda, din hizmeti veya o dine ilşkin eğitim ve öğretim vermek üzere sadece o dine mensup kişilerin istihdamı” şeklindeki düzenleme bu kanun ruhu ve lafzına uygun değildir. Çünkü madde “belli bir dine ilişkin din hizmeti veren kurumlara o dine mensup kişilerin kabulü ayırımcılık teşkil etmez” şeklinde olsaydı; yasal bir amaç tarafından nesnel olarak haklılaştırılabilmesi ve makul bir sebep taşıması mümkün, gözetilen amaçla yapılan muamele arasında bir ölçülülüğün var kabul edilebileceği bir uygulama olabilirdi.
Ancak, “tasarıdaki haliyle bu istisnanın kendisi, ayrımcılıktır. (örneğin Budist bir kişinin ilahiyat eğitimi alarak İslam Dinini öğrenmesi halinde, bu kişinin din dersi öğretmeni olamayacağı şeklindeki bir kısıtlama) yasal bir amaç tarafından nesnel olarak haklılaştırılabilmesi ve makul bir sebep taşıması mümkün olmayan, gözetilen amaçla yapılan muamele arasında bir ölçülülüğün olmayacağı bir uygulamadır.
O nedenle düzenleme; “her din ve inanç için bu alandaki istihdam, o din ve inancın özelliklerine aykırı olamaz” haline getirilmelidir.
Görüş ve öneriler
- 8. Madde kapsamında tanımlanan Kurumun; kamu tüzel kişiliğine, idari ve mali özerkliğe sahip olması olumludur. Ancak ne anlama geldiği hukuken tartışmalı olacak şekilde “Başbakanlıkla ilşkili” olduğunun belirtilmesi, ilşkinin hukuki niteliğinin ne olduğunun açıklanmamış olması, Kurumun bağımsız ve tarafsızlığını tartışmalı hale getiriyor.
- Kurumun 9. Madde tanımlanmış olan görevleri çok fazla kapsamlıdır. İnsan hakları alanında herşeyi yapmakla görevli, sorumluluk taşımayan, yargı benzeri bir yetki dahil olağanüstü yetkileri olan bir yapı oluşturuluyor. Bu sayılan görevlerin birarada yürütülmesinin hayatın olağan akışına uymadığı, bu görevlerin çoğunun pratikte birbiriyle çelişen yönleri olduğu da gözden kaçırılıyor. Bu durum Kurumu işlevsiz kılacak öncelikli sorunlardan birini oluşturuyor.
- Kurul başlıklı 10. Maddede, Kurumun karar organı Kurul’un oluşumu ve görevleri düzenleniyor. Kurumun bağımsız olduğu, kimeden emir ve talimat almayacağı, hiçbir makam ve mercinin tavsiye ve telkinde bulunamayacağı belirtiliyor. Ancak, Kurul üyelerinin seçimi, bu bağımsızlığa ve tarafsızlığı ortadan kaldıracak nitelikte.
Zira maddenin 2. Fıkrasında; “Kurul biri Başkan, biri İkinci Başkan olmak üzere onbir üyeden oluşur. Kurulun sekiz üyesi Bakanlar Kurulu, üç üyesi Cumhurbaşkanı tarafından seçilir” demektedir. Ancak adayların nasıl belirleneceği kim tarafından aday gösterilecekleri belirtilmemektedir. Maddenin 4. Fıkrasında üye seçimlerinde çoğulcu temsilin sağlanmasına özen gösterileceği belitilmekte ise de, bunun nasıl sağlanacağı, hükümetin tek irade sahibi olduğu bu yapılanmada, bunun nasıl gerçekleştirileceği açıklanmamıştır.
Böyle bir seçim yönteminde; hükümetin olanca ağırlığının olması, bürokratik ve hiyerarşik bir yöntemin izlenmesi, sivil kitle örgütlerinin, meslek odalarının, üniversitelerin, kadın kuruluşlarının, özürlülerin, sakatların, işverenlerin, gazetecilerin sanatçıların, çalışma hayatı temsilcilerinin, sendikaların vb. yapıların dışlanması, hem yöntemi hem de oluşacak yapıyı antidemokratik kılmakta, hukuki ve etik açıdan meşruiyeti sorgulanır hale getirmektedir. Hükümet, ayırımcılık alanında, bütünüyle bağımsız, tarafsız ve adil şekilde hareket edecek, Ombudsman niteliğinde, tüm kesimlerin olurunu kazanacak bir yapı oluşturmak yerine, kendine bağımlı, denetimi altında sınırlı görev görecek, oldukça geniş imkanları olan bürokratik bir yapı oluşturmayı hedeflemiştir.
Bu yöntem derhal değiştirilmelidir. Sivil kitle örgütleri, meslek odaları, üniversiteler, sendikalar, dini ve inanç grupları, azınlık mensupları kendi temsilcilerini seçip kurula doğrudan göndermelidirler. TBMM bünyesinde, Mecliste temsil edilen her partiden iki milletvekilinin katılımıyla Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komisyonı oluşturulmalı. Bu Komisyon insan hakları veya ayrımcılıkla mücadele alanlarında çalışmaları ile tanınmış kişiler ile birinci sınıfa ayrılmış hâkimler ve öğretim üyeleri arasından sekiz aday belirlemeli ve Genel Kurula sunmalıdır. Bu adaylardan dördü, Genel Kurulda salt çoğunlukla seçilmelidir. Kurulun üye sayısı yirmi olmalıdır. İl ve ilçe düzeyinde Adliye binalarında konumlanacak, en az üç kişiden oluşan Ayırımcılık Uygulamaları Şikayet Kabul Komisyonları oluşturulmalıdır. Bunların oluşum ve görevleri yönetmelikle belirlenmelidir.
Maddenin 7. Fıkra f. bendinde yer alan “… 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48'inci maddesinin Abendinin 5 no lu alt bendinde belirtilen suçlardan mahkûm edilip de cezasının infazına fiilen başlanan üyelerin, hallerinin Kurul tarafından tespit edilmesi üzerine Başbakan veya görevlendireceğei bakanın onayıyla üyeliğine son verilir” şeklindeki hüküm değişmeli ve üyelerin bu durumda cezalarının kesinleşmesi ile birlikte üyeliklerinin re sen düşmesi düzenlenmeli, onay ve cezanın fiilen infazına başlanması şartı kaldırılmalıdır.
- 12. fıkrada, Başkan ve üyeler için soruşturma izinlerinin Başbakan tarafından verileceği, soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine ilişkin kararlara karşı itirazlar, Danıştay tarafından karara bağlanacağı düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin aşırı bir korumacılık getirdiği, başkan ve üyeleri için eylem ve işlemlerinden dolayı sorumsuz olma, hatta kısmi bir cezasızlık olanağı tanıma kaygısı ile getirildiğini düşündürmektedir. Cezai sorumluluk bu şekilde hakkaniyete aykırı bir düzenlemeye tabi tutulmuşken, kurul başkan ve üyelerinin hukuki sorumluluklarına ilişkin (kusursuz fiil ve kusur sorumluluğu, görev kusuru tazminat yükümleri vs.) herhangi bir düzenleme olmaması önemli bir eksikliktir. Kurul üyeleri hakkında soruşturma yapılmasının Başbakan veya görevlendireceği bakanının iznine tabi tutulması, hukuk dışında bir alan yaratma çabası, insane hakları alanını hükümete bağlı çok yetkili ama sorumsuz kişilere bırakama arayışıdır ve bilffil kendisi, insane haklarına aykırı bir durumdur.
- Kurulun görev ve yetkileri başlıklı 11. Maddede, Kurulun yetkileri soyut betimlemeler şeklinde sıralanmıştır. Kurulun, ayırımcılık iddialarını resen ya da başvuru üzerine nasıl inceleyip karar bağlayacağı, hangi sürede incelemeyi tamamlayacağı, inceleme esnasında hangi belge ve bilgiye ulaşabileceği, kamu kurum ve kuruluşları karşısında nasıl yetkilerle donatılacağı, kısaca esas ve usule ilişkin yetki ve görevinin ne olacağı bir yönetmelikle düzenlenmelidir. Aynı şekilde ayrımcılığa uğrayanlara ne tür yardımlarda bulunacağı, uzlaştırma sürecinin usul ve içeriğinin ne olacağına dair yönetmeliklerde düzenlenmelidir.
Tasırının “ihlal incelemeleri” başlıklı 18. Maddesinde; "Kurulun hangi hallerde re’sen harekete geçeceği, bu konuda bir takdir hakkı olup olmadığı düzenlememiştir. Ayrımcılıkla etkin bir mücadele için bu durumlar açıkça sayılmalıdır. Kurulun takdir hakkı olmamalı ve düzenlemede bu durumlarda “Kurul ... harekete geçer” şekinde olmalıdır.
- Maddede; iddiaların araştırılması ve yerinde yapılan inceleme yöntemlerinin ne olduğu ve gerçekleşecek aşamalar ile, tarafların durumlarına ilşkin düzenleme yer almamaktadır. Bu durumların yönetmelikte ayrıntılı düzenleneceği belirtilmeli, hangi koşullarda uzlaşma teklif edileceği açıkça yazılmalıdır. Kurulun ayırımcı uygulamaları saptaması halinde ne tür karar vereceği düzenlenmiş ancak, verdiği kararların niteliğinin ne olduğu belirtilmemiştir. Kurul kararları kesin midir? Taraflar Kurul kararlarına karşı hukuki yollara başvurabilecekler midir? Kurula başvuru iç hukukta tüketilmesi zorunlu hukuki yollardan biri olacak mıdır? Bu soruların cevabı düzenlemede yer almamaktadır.
Tasarıda Kurul’a kamu kuruluşlarında denetlemeler yapma, denetimlerde tespit ettiği ayırımcı uygulamalara ilişkin düzeltici önlemlerin belli sürelerde alınmasını isteme, bu sürelere uymayan kurum ve kuruluşlara yaptırım öngörme yetkisi verilmemiş olması büyük bir eksikliktir.
- Kurum, “Kurumun gelirleri” başlıklı 23. Madde c fıkrasınında belirtilmiş olanın aksine, hiç bir şekilde bağış ve yardım almamalıdır. Kurum mali yönden kim tafaından denetlenecektir? Sayıştay denetimine tabi olacak mıdır? Sorularına yanıt oluşturacak düzenlemeler yapılmamıştır. Bu ciddi bir eksiklik oluşturmaktadır.
Sonuç:
İnsan hakları alanında ve özelde ayrımcılık yasağı ile ilgili yapılacak düzenlemelerin ihtiyaca cevap verebilmesi, insan hakları temelinde işlev görmesi ve her bireyin insan haklarından eşit şekilde yararlanmasının güvencesini oluşturabilmesi için; son derece objektif olması, eksiklikler barındırmaması, hem hukuk hem de etik açıdan meşru olması ve tüm bireyler ile toplum gruplarını kapsaması, etkin ve tarafsız işleyecek mekanizmalar oluşturması gereklidir. Ancak insan onurunu oluşturan değerlerden türetilen kurallar bütün bu unsurları içerebilir. İlgili tasarı bu özellikleri taşımamaktadı.
Türkiye, insane hakları ve ayırımcılık konusunda ulusal alanda mevcut düzenleme eksikliklerini tamamlamaya çalışırken, bu temelde haraket etmeli, aynı zamanda bu konudaki uluslararası sözleşme ve protokolleri (AİHS 12 no’lu protokol gibi) imzalayarak ivedelikle yürürlüğe koymalı, Anayasa hükümleri dahil yasal düzenlemeleri, bu uluslararası hükümlerle uyumlu hale getirmelidir. (NOB/HK)