Kuzey Kıbrıs’taki cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlandı. bianet'te yayımlanan ilk köşe yazımda öngördüğüm gibi Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) ve Birleşik Kıbrıs Partisi (BKP) ile çok sayıda sendikanın desteğini alan bağımsız aday Mustafa Akıncı ikinci turda yüzde 60.50 oranında bir halkoyuyla cumhurbaşkanı seçildi.
Mustafa Akıncı Kıbrıslı Türk siyasetinde önemli bir siyaset insanı… Dürüstlüğü ve dik duruşuyla biliniyor. Zaten Akıncı’nın seçim bildirgesi de dürüstlük, tarafsızlık ve dik duruş üzerine kuruluydu. Kıbrıslı Türkler Akıncı’nın seçim bildirgesine ve sözlerine güvenip ezici bir oy üstünlüyle onu cumhurbaşkanı, diğer bir adıyla “Toplum Lideri” yaptı.
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyaları sırasında birey seçmenin en çok üzerinde durduğu nokta “toplumsal onurun korunması” oldu. Bunun geçmişten gelen “müdahale” nedenleri vardı. Ancak bardağın taştığı nokta o günlerde başbakan olan, bugünkü Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Beslemeler” yakıştırması olmuştu.
Görüldüğü kadarıyla Sayın Erdoğan’ın Kıbrıslı Türk toplumuna bakış açısı değişmemiş! Seçim sonuçlarının kesinleşmesi ve Sayın Akıncı’nın mazbatasını almasının üzerinden henüz bir saat bile geçmeden yapılan söylemde ortaya koydukları yeni hakaret ve aşağılamalar içerir nitelikte oldu.
Kıbrıslı Türk toplumu için Türkiye dünyadaki en önemli devlettir. Sayın Erdoğan ise Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanıdır. O nedenle Kıbrıslı Türklerden ve onun seçtiği liderlerden söz ederken kullandığı sözcükleri doğru seçmesi gerekmektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın üslubu nezaket kurallarına aykırıdır.
Bir cumhurbaşkanı, başka bir ülkenin halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanına “ağzından çıkanı kulağı duysun” derse bu en hafif tanımlamasıyla kabalıktır. Diplomatik dilde kabalığa yer yoktur. Erdoğan’ın izlediği politikayla Kıbrıslı Türk toplumu kazanılamaz. Tersine kendinden uzaklaştırılır.
Erdoğan’ın izlediği kaba ve kırıcı söyleme dayalı politikalarıyla Kıbrıslı Türkler arasında Türkiye’nin Kıbrıs’ta kurtarıcı değil işgalci olduğu görüş ve düşüncesi haklılık bulup beslenmektedir. Türkiye’nin bundan ne çıkarı olduğunu gerçekten anlamış değilim.
Odak noktasında insan olmayan, bir toplumu toptan aşağılayan, “parayı ben veririm, sizi keyfime göre ben yöneteceğim” anlayışına dayalı bu politikanın mantığının “parayı veren düdüğü çalar” özdeyişine dayandığını düşünüyorum. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kıbrıs Türk toplumuna yönelik politikasının para vererek sömürgeleştirme mantığına dayandırılmış olacağını düşünmek bile istemiyorum. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının uygulamaları bu görüntüyü çağrıştırıyor.
Kıbrıslı Türkler Türkiye denince sadece o sıralardaki iktidarda olan parti veya partileri görmez. Muhalefeti ve sivil toplumuyla birlikte görür. Bu bakımdan Kıbrıslı Türk toplumunun AKP uygulamaları yüzünden Türkiye’den kopacak kadar uzaklaşmasının söz konusu olmayacağını düşünüyorum. Ancak, Türkiye muhalefeti ve sivil toplumunun da Kıbrıs’a sağlıklı bir bakış açısıyla yaklaşması gerektiğini de düşünüyorum.
Para verme konusuna gelince; bu çok tartışmalı ve bir o kadar onur kırıcı bir konu! Hele Erdoğan’ın son konuşmasında dillendirdiği “biz orada şehitler verdik” söylemi en nazik konudur. 1974’ün üzerinden 41 yıl geçmesine karşın “sizi biz kurtardık” hatırlatması yapılması, Kıbrıslı Türklerin “Toplumsal varoluş mücadelesi” adını verdiği kanlı mücadelede ödediği ağır bedellerin yok sayıldığı algısını güncellemekten öteye bir şeye yaramamıştır.
Kıbrıslı Türkler artık Türkiye’den gönderildiği söylenen ama onların hiç göremediği paranın kendilerine yarar değil zarar verdiğini düşünmektedir. Benzer şekilde, Türkiye adına Kıbrıs’ta görev yapan bürokratlar da soğuk savaş yıllarından kalan zihniyet ve yöntemlerle iş yapmaya devam edecekse geri çekilseler dahi iyi olacak diye düşünmektedirler.
Seçimin ardından daha ilk saatlerde AKP iktidarı Kıbrıs seçimlerinden yenilgiyle çıktığını kabul etmiş oldu. Merak ettiğim muhalefet ve sivil toplumun ne düşündüğüdür. (MD/BA)