İşçi sınıfının taleplerini sokağa, eyleme yansıttığı, mücadele birikimlerini evrensel olarak ifade ettiği en önemli gün 1 Mayıs'tır. Bu nedenle 1 Mayıs eylemleri ve talepleri emekçi sınıfın geleceği ile ilgili önemli mesajları içerir.
2023 1 Mayıs’ının 14 Mayıs seçimlerinin adeta arifesine denk gelmesi hem siyasi partiler hem de işçi sınıfı açısından daha özel bir öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 20 yıldır sürdürdüğü iktidar dönemine işçi sınıfının penceresinden bakmak 14 Mayıs seçimleri açısından önemlidir. AKP’nin iktidarı döneminde (2002- 2023) on dokuz 1 Mayıs yaşadık. 14 Mayıs Seçimleri öncesi yirminci 1 Mayıs kutluyoruz.
Doğum tarihi 2003 1 Mayıs olan işçiler bugün 20 yaşında. 14 Mayıs seçimlerinde ilk kez oy kullanılacak seçmen sayısı 4 milyon 904 bin 672 olarak açıklandı. Genç seçmen AKP’den başka iktidar ve mevcut muhalefetten başka siyasetçi görmedi.
İşsizlik oranı genç kadınlarda daha yüksek olmakla birlikte gençlerde yüzde 25'e yakındır. Bu da ilk defa oy kullanacak seçmenlerin dörtte birinin işsiz olduğu anlamına geliyor. Sendikaların gençlerden, gençlerin sendikalardan ve siyasi partilerin gençlerden, gençlerin siyasi partilerden uzak olduğu önemli bir toplumsal kesimden bahsediyoruz.
Bu gerçekliğin sendikaları ve emekten yana siyasetin kendisini gözden geçirmesini zorunlu kıldığını söyleyebiliriz. Aksi takdirde sınıfın hak alma, örgütlenme, taleplerini gerçekleştirme ve en önemlisi de üretimden gelen gücünün toplumsal değişimdeki potansiyeli gerilemeye devam edecektir.
Neoliberalizmin insan yaşamında inşa ettiği tahribat, milyonlarca gencin geleceğini belirsiz hale getirdi. İşsizlerin, güvencesizlerin, esnek çalışma ile birlikte her türlü kuralsızlığın uygulandığı bir sistemden bahsediyoruz. Böyle bir kısır döngü içerisinde siyasetin toplumsallaşmasındaki handikaplar aşılmadan toplumsal değişimin özneleri de net olarak ortaya çıkamıyor.
20 Yıllık AKP’li yılları ve siyasi durumu göz önüne getirdiğimizde 14 Mayıs seçimlerinin Türkiye halkları için ne anlama geldiğini daha doğru değerlendirebiliriz.
Emek hareketinin ve sendikaların AKP iktidarı döneminde maruz kaldığı saldırıların boyutu özel olarak incelenmesi gereken akademik bir çalışmayı gerektirdiğini söylemek abartı olmayacaktır. İfade etmek istediğim emekçilerin ve sendikaların yaşadıkları normal kapitalist düzen içindeki karşılaştıkları sorunların ötesinde olduğudur.
Emek Platformu
AKP iktidara gelmeden çok önce kurulan Emek Platformu Demokratik Sol Parti (DSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Anavatan Partisi'nden (ANAP) oluşan 57. Hükümet döneminde gündeme gelen Yeni Sosyal Güvenlik Yasasına karşı oluştu.
Emek Platformu, Sosyal Güvenlik (mezarda emeklilik) yasasına karşı 24 Temmuz 1999'da Ankara’da yüzbinlerin katıldığı mitingle en önemli eylemini gerçekleştirdi. Bu miting hem Emek Platformunu meşrulaştırdı hem de siyasi iktidarın Uluslararası Para Fonu (IMF) politikalarına en önemli resti oldu. 17 Ağustos 1999 Marmara depremi kamuoyunun tüm gündeminin değiştirdi, "Mezarda emeklilik" yasasının meclisten geçirilmesi de kolaylaştı.
2001 ekonomik krizi bir taraftan yoksulluğu derinleştirirken diğer taraftan siyasi krizi de tetikledi. Bu gelişmelerin siyasi sonucu DSP ve ANAP gibi siyasi partilerin 2002 Kasım seçimleri sonrası tarih sahnesinden silinmesine vesile oldu.
IMF politikalarına karşı alternatif emek programını tartışan Emek Platformu DSP, MHP ve ANAP’ın uyguladığı emek düşmanı politikalara karşı seçimlerde en ağır bedeli ödetti.
Siyaset sahnesinde Avrupa Birliği (AB) kriterlerini parti programı haline getiren AKP kuruluşundan sonra ilk seçimlerde iktidara geldi.
Ve o günden bugüne yirmi yıldır devam eden AKP’li yılları hep birlikte yaşamaktayız. Ne Emek Platformu, ne AB kriterleri, ne parlamento, ne adalet ne hukuk hepsi adeta bertaraf edildi. Ve şimdi "tek adam rejimi"nin yarattığı toplumsal gerilim üzerinden 14 Mayıs seçimlerine gidiyoruz.
6 Şubat depremi ekonomik kriz ve emekçilerin 1Mayısta göstereceği güçlü değişim iradesi 14 Mayıs’ın sonuçlarını nasıl etkileyecek, ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ denecek mi hep birlikte on dört gün sonra göreceğiz.
AKP'nin ilk 1 Mayıs’ı
12 Eylül’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ağır darbe aldı. İşçi sınıfının mücadele örgütü 1980 sonrası kendini toparlamaya çalışsa da 12 Eylül faşistleri amaçlarına ulaşmışlardı.
90’lı yıllarda hak alma mücadelesi ve bahar eylemleri ile sınıf hareketinde ortaya çıkan kıpırdanma kamu emekçilerinin örgütlenmesinin önünü açtı ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) doğdu. Daha sonraki yıllarda DİSK ve KESK sınıf mücadelesinin sürükleyicisi ilerici iki kardeş örgüt olarak birbirlerini tamamladılar. Emek Platformu içerisinde etkili tutum aldılar.
1 Mayıs kutlamalarında geleneksel devlet tutumu hiç değişmedi. Ya kutlamalar yasaklandı, ya da izole edilmiş alanlara sıkıştırılarak emekçilerin eylemleri etkisiz hale getirilmek istendi. İstanbul Çağlayan Meydanı da bunlardan biridir.
KESK, DİSK ve emekten yana siyasi güçler emekçiler için tarihsel öneme sahip ve yıllardır yasaklanan Taksim meydanında 1 Mayısı kutlamak için mücadele kararı aldılar. Böylelikle 2003 1 Maysı’ı Çağlayan'da son kutlanan 1 Mayıs oldu.
2004 1 Mayıs’nda Türk-İş Çağlayan'da kutlamaya devam ederken DİSK, KESK Saraçhane Meydanında toplanıp Taksim Meydanına yürüme kararı adı. On binlerce emekçi saraçhane meydanını doldurdu. Saraçhane 1 Mayısı ile Emek Platformu içinde ilk ayrışma pratik olarak da başladı.
Emek Platformu kendine özgün özelliklerini kaybetmeye başladı. AKP'nin kendi yandaş ilişkilerinin yansıması etkisini göstermeye başladı. AKP iktidarı ile birlikte Hak-İş ve Türk-İş‘in Emek Platformu içindeki rolleri değişti. Kamu emekçilerinin örgütlenmesinde hiçbir etkisi olmayan Memur Sen’e devlet sendikası rolü verildi, AKP’nin emek düşmanı politikalarına karşı mücadeleyi engelleme noktasında tutum almaları giderek netleşti.
1 Mayıs eylemleri iki yıl 2005 ve 2006’da 1996 yılından beri yasaklı olan Kadıköy’de, esas olarak DİSK, KESK, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği'nin (TTB) çağrıcılığıyla Türk-İş ve Hak-İş’in de katılmasıyla on binlerce emekçi meydanlardaydı.
DİSK, 1977 katliamının 30. yılında “1 Mayıs alanı Taksim’dir” çağrısını yaptı. 2007 yılında İstanbul’da adeta sıkıyönetim ilan edildi. Şehir dışından gelen otobüsler Kurtköy’de durdurulurken kent içi ulaşım da neredeyse felç edildi. Ancak Dolmabahçe-Mecidiyeköy-İstiklal hattı eylem alanı oldu, Kurtköy’de beş bin kişi TEM’i kapattı yaklaşık dört bin kişi Taksim’e girmeyi başardı.
2008 yılında Erdoğan ‘Ayakların başı yönettiği yerde kıyamet kopar’ açıklaması yaptı. Başbakanın bu mesajından vazife çıkartan kolluk kuvvetleri Beşiktaş’ta, Şişli’de, İstiklal’de ve Okmeydanı’nda binlerce kişi polisin tomalı, plastik mermili ve coplu saldırılarına maruz kaldı. DİSK Genel Merkezi ablukaya alınıp gaz bombardımanına tutuldu, Şişli Etfal Acil Servisi’ne dahi gaz bombası atıldı.
Bu iki yılda kararlı duruş Emek Platformu dağılsa da AKP’yi sıkıştırdı. 2008’in Nisan ayında 1 Mayıs’ın ‘Emek ve Dayanışma Günü’ olarak kutlanması kabul edildi ve 2009 Nisan’ında ise 1 Mayıs resmî tatil ilan edildi. 2009 1 Mayıs’ında Taksim Meydanı’na ‘makul sayıdaki kitlenin girebileceği’ açıklandı. Ancak polis barikatlarını aşan binlerce işçi de Taksim Meydanı’na girdi.
Emek Platformu 2008’lere gelindiğinde tamamen işlevini kaybetti ve sönümlendi. AKP İktidarı sadece emekçilerin hak taleplerine tutum almanın ötesinde emek hareketini parçalamak, dağıtmak kendi yandaş ilişkileriyle rejimin sivil destekçilerini yaratma hedefine yöneldi.
Türk-İş iktidar güdümünde
15 Aralık 2009'da Türk-İş'e bağlı Tekgıda-İş Sendikası'n başlattığı Tekel direnişinin özelleştirmelere karşı eylemin tüm Türkiye’de yaygınlaşması AKP iktidarını hayli sarsmıştı. Tekel direnişini kırmak için Türk-İş genel sekreteri aynı zamanda Tekgıda İş genel başkanının istifasıyla başlayan müdahaleler ile eylem sona erdirildi.
Tekel Direnişi’nin kırılmasından sonra Türk-İş siyasi iktidarın güdümüne girdi. Ve iş kollarındaki ilerici sendikalar tasfiye edildi. Tekgıda İş susturuldu.
2003’den 2010 kadar emek platformunun etkinliklerinin zayıflatılması girişimi hep devam etti. Bu süre içerisinde KESK-DİSK-TTB ve TMMOB ile birlikte mücadeleyi hiç bırakmadı.
AB kriterlerini savunduğunu iddia eden bir siyasi iktidarın barışçıl gösterilere orantısız güç uygulamaları ve tutarsız politikaları teşhir olmaya başlamıştı.
Emekçiler acısından hedef Taksim’de 1 Mayıs kutlamasını kazanmaktı. Bu karar uzun soluklu bir mücadeleyle 32 yıl sonra 2010 1Mayısı’nın Taksim’de kutlanmasını sağlayana kadar devam etti.
2011 ve 2012 yıllarında emekçiler 1 Mayıs'ta Taksim Meydanındaydılar.
2013 yılına AKP, “Yayalaştırma Projesi” adıyla bir inşaat başlattı. Gezi Parkı yok edilecek, tüneller açılacak, cami ve alışveriş merkezleri yapılacaktı. Bu bahane ile Taksim meydanı 1 Mayıs'a tekrar yasaklandı. Başbakan “Ben istersem izin veririm, istemezsem vermem” diyerek yasak kararını resmi olarak açıklamış oldu.
12 Eylül faşizmi ile başlayan yasak AKP eliyle tekrar devreye sokulmuş oldu.
27 Mayıs 2013’te iş makinelerinin Gezi Parkı’na girmesinin ardından bu haberin sosyal medya aracılığıyla kısa sürede yayılması sonucunda bazı eylemcilerin parka gidip çalışmaları durdurma gayretine polis orantısız müdahalede bulundu.
Birkaç gün boyunca artan şiddette devam eden müdahaleler 31 Mayıs’ta Türkiye çapında büyük eylemlere dönüştü, 1 Haziran günü Taksim Gezi Parkı’ndan polis çekildi, direnişçiler parka girdi. 15 Haziran akşamı polisin yaptığı şiddetli müdahaleye kadar devam eden eylemler, ülke siyasi tarihine haklı ve meşru toplumsal bir tepkinin direnişine dönüştüğüne tanıklık etti.
2014, 2015 1 Mayısları Gezi eylemleri bahanesiyle Taksim tekrar yasaklandı.
2015 yılında Gar ve Suruçolmak iki büyük katliam gerçekleştirildi.
20 yılın 1 Mayıs'ları
Akabinde rejimin niteliğinin değişmesi neden olacak sonuçlar üreten 15 Temmuz 2016 darbe girişimi oldu. Bertaraf edilen darbeler sonrası demokrasinin kazanması beklenirken durum öyle olmadı.15 Temmuz’un siyasi sonuçları tek adam rejiminin inşa sürecini güçlendirdi.
Binlerce insan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) işsizliğe mahkûm edildi. Rejim kendi geleceğini demokrasiyi rafa kaldırarak belirlemeye başladı.
Belediyelere kayyımlar atandı, Halkların Demokratik Partisi'ne (HDP) kapatma davası açıldı, çok sayıda siyasi kişilik tutuklandı ve gezi eylemleri ile ilgili adeta düşman hukuku devreye sokuldu.
Mahkeme "Türkiye Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçuna yardım"dan Osman Kavala'yı ağırlaştırılmış müebbet, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Yiğit Ali Ekmekçi, Ali Hakan Altınay, Şerafettin Can Atalay'ı 18 yıl hapse mahkum etti. Osman Kavala ise altı 1 Mayıstır Silivri'de, diğerlerinin de hapiste bu ikinci 1 Mayısı.
Binlerce muhalifin hukuksuz şekilde tutuklu olduğu, cezaevlerinin dolu olduğu bir ülkede 14 Mayıs seçimlerinin ne anlam ifade ettiğini sanırım anlatmaya gerek yok.
2016, 2017, 2018 ve 2019 1 Mayıs kutlamaları tekrar izole edilen alanlara taşındı.
Dünyada COVID-19 pandemisi ilan edilmesiyle birlikte sendikalar 2020 ve 2021 de emekçileri meydanlara çağırmadı.
Pandemi sonrası 1 Mayıs 2022 Maltepe meydanında kutlandı.
Bu yıl 1 Mayıs, emek ve meslek örgütlenmelerinin “Emek Bizim Gelecek Bizim” çağrısıyla Maltepe'de yapılıyor.
14 Mayıs seçimlerinde özellikle Cumhurbaşkanlığı oylaması referanduma dönüşmüştür. İşçi sınıfı 1 Mayıs’ta faşizme geçit vermeyecek bir eylemliği gerçekleştirmek zorunda.
14 Mayıs işçi sınıfı ve Türkiye halkları açısında kendi geleceklerinin oylanması yapılacaktır. Daraltılmış mücadele alanlarımızı yeniden kazanmamız için nefes almak zorundayız.
İşçi sınıfının 1 Mayısta alacağı sınıf tavrı demokrasi mücadelesini kazanacağının önemli bir işareti olacaktır.
2023 1 Mayıs’ının faşizme karşı ihtar eylemine dönüşmesi 15 Mayıs sabahını aydınlatacaktır. (SE/APK)