- Bence akıllı bir adamsın, neden sinema eleştirmenliği yapıyorsun ki?
- Seviyorum, bu benim mesleğim!
- Çocukların var mı?
- Evet, bir oğlum var!
- Oğlunuz annesine “Babam ne iş yapar?” diye sorduğunda eşin “Sinema eleştirmeni” cevabını mı veriyor yani?
Diyalog İtalya’nın en meşhur yönetmenlerinden Federico Fellini ile ülkenin en mühim sinema eleştirmenlerinden Tullio Kezich arasında geçiyordu.
Fellini’nin kendine göre bu küçümseyici tavrı benimsemesinin anlaşılır yanları yok değildi: Kezich hayatı boyunca eleştirmenlik dışında birçok alanda kabiliyetli bir insan olduğunu kanıtlamıştı. Radyoda programcılık, yönetmenlik ve oyunculuk yapmış, edebiyat programlarına katkıda bulunduğu gibi ses efektleri hususunda da ustalaşmıştı. Çocukluğundan beri kapıldığı sinema büyüsünü katmerleyen macera, Luigi Zampa’nın Beyaz Çizgi filminin setine gencecik prodüksiyon asistanı göreviyle katılması olmuştu. Filmde Gina Lollobrigida ilk önemli rollerinden birini oynuyordu. Kezich akabinde prodüktörlük yapmış, senaryo yazarlığına soyunmuş, Venedik Film Festivali için film seçmişti; yine çocukluğundan beri haşır neşir olduğu tiyatroda da kendini kanıtlamış, dramaturji konusunda ustalaşmış, hatta memleketi Trieste’nin lehçesinde piyes bile yazıp sahneye koymuştu.
Fakat yönetmenliğini Gioia Magrini’nin üstlendiği Tullio Kezich - Bana Dair (Tulio Kezich - A Proposito di Me) adı belgeselin sonunda eleştirmenin ısrarla ifade ettiği şekilde o her zaman bir seyirci heyecanıyla sinemaya yaklaşıp daima “meraklı bir seyirci” olarak kalmayı tercih etmişti.
Diktatörün tesiri altında…
Belgeselde kendini barışsever bir insan olarak tanıtan 1928 doğumlu Kezich mazisindeki utanılacak anekdotları da bizden esirgemiyor. Ne de olsa tarihsel ve coğrafi olarak aslında İtalya’ya çok da ait gözükmeyen, doğduğu şehir Trieste’de milliyetçilik davulları mütemadiyen çalınmıştı.
Daha ufacıkken Mussolini’nin neferlerinden biri olarak koreografiden, jimnastik ekibinde yer almaktan ve bilhassa üniformalardan çok hoşlanacak, faşist liderin Etiyopya çıkarmasını ilan ettiği 1935 tarihli Trieste konuşmasını ezberleyerek herkesin gözbebeği haline gelecekti. Annesiyle babası onu küçücükken sinemaya alıştırmıştı; filmlerden önce tekrar tekrar gösterilen haber kisvesi altındaki propaganda görüntülerinde sansasyonel metni çığıran liderinin tavırlarını kusursuzca taklit etmesi ondandı.
Yanız kendi okulunda değil, başka okullarda da aldığı davet üzerine sahneye çıkıyor, rejimin küçük soytarısı haline dönüşüyordu. Faşist İtalya’nın lideri, bilhassa Yahudiler’e karşı ırkçı politikalarını resmen ilan edeceği konuşmayı da birkaç sene sonra gene Trieste’de yapacaktı.
Diktatör nüfusun patlaması gerektiğini düşündüğü için ayrıca popülist organizasyonlar da yapılıyordu. Trieste’den 70 çift topluca evlendirilecekleri Roma’ya askeri gemiyle götürülürken Kezich, mevzubahis izdivaçlardan doğması beklenen çocukların sonradan kıyma makinesi misali savaşta kurban edileceği gerçeğini eninde sonunda anlayacaktı.
Zaten çocukluğunun karanlık anıları arasında 2.Cihan Harbinin bombardımanları geniş yer tutuyordu.
Bu arada idealist bir avukat olan babası Tullio’nun kendi yolundan ilerlemesini istemiş, oğlunun sinemayla yakın alakasını ancak muhtelif tartışmalardan sonra kabul etmek zorunda kalmıştı.
Kezich gezegenin nispeten daha soğuk olduğu dönemde kükreyen Trieste’nin ünlü rüzgârı “bora”yı anmaktan da geri durmuyor; muhteşem arşiv görüntüleriyle desteklenen bölümde, 1940 yılındaki aşırı soğuk hava akımı sırasında ortalığın buz kestiğine ayrıntılarıyla şahit oluyoruz.
İtalya’nın sinemadaki parlak yılları
Kezich’in kamera karşısında kendini anlattığı, arşivlerden çıkarılmış muhtelif röportajlar 2009 yılında vefat etmiş sinema eleştirmenini az çok tanımamıza imkân tanıyor. Ayrıca Massimo De Frankovich’in bir üst ses olarak yine Kezich’i seslendirdiği bölümler de enteresan.
Hemşerisi, yine İtalya’nın en saygıdeğer eleştirmenlerinden Callisto Cosulich’le gençlik yıllarından beri yakınlıkları hakkında da seyirci bilhassa siyah beyaz fotoğraflar aracılığıyla bilgilendiriliyor.
Fellini’nin Dolce Vita filmi hakkındaki kitabı yazmak üzere görevlendirildiğini, bu sayede Marcello Mastroianni ile Kezich’in yakın dostluk kurduğunu da öğreniyoruz. Meşhur aktörü çok uyumlu, zeki, hafiflik duygusu veren, görgülü, nazik, ölçülü, hatta olağanüstü bir insan gibi ifadelerle övüyor. Fellini setinin çok hareketli, eğlenceli ve öğretici olduğunu belirtiyor; hatta filmi perdede izlerken sette bulunanlardan bazılarının aynı heyecanı hissetmeme ihtimalinden de bahsediyor.
İtalyan siyasi sinemasının önemli kahramanı, yönetmen Francesco Rosi’nin Salvatore Giuliano filmi hakkındaki kitabı yazmakla da görevlendirildiğinden Kezich filmin çekimi sırasında sette aktif olarak bulunuyor. İtalya tarihinin en karanlık sayfalarından biri belgesel edasıyla çekilirken Portella della Ginestra katliamının üzerinden fazla vakit geçmemiş, hadisenin bölge halkı üzerindeki etkisi silinmemiştir. Filmin çarpıcı sekansında, 1947 yılındaki 1 Mayıs göstericilerine tepelerden silah sıkılacak, halk rampadan aşağıya, bazısı yayan, bazısı at sırtında kaçışacaktır. Görkemli sahnenin tek defada çekilmesi gerekli olduğundan hiçbir şeyin aksamaması şarttır. Kezich çekim sırasında neredeyse üzerine kapaklanan atlardan o kadar ürker ki adeta kalp krizi geçirir. Geçenlerde vefat eden Lina Wertmüller de oradadır, fakat o hiç heyecanlanmamıştır. Kezich sonradan yönetmenlikte muvaffak olmuş Wertmüller’in aksine, bir yönetmen gibi böylesine büyük bir sorumluluğa asla sahip olmak istemeyeceğini kesin olarak anlayacaktır.
Merak şart
Tullio Kezich’in renkli dünyasına bizi sürükleyen 2022 yapımı 60 dakikalık film ağzımıza bir parmak bal çalıp biraz da sinema nostaljisine sevk ediyor.
Trieste’nin, şanlı denizcilik mazisi kapsamında, bir zamanlar New York’a gidip gelen transatlantiklerin limanı olması nedeniyle ABD kütürü ve sinemasına aşinalığı yadsınamaz. Akabinde Birleşik Krallık ve ABD tarafından idare edilen uluslararası bir mıntıka olması nedeniyle yine ABD sinemasına erişilebilirliğin olması ve Kezich’in bilhassa John Ford odaklı Western sinemasına kafayı takması da tesadüfi değil.
Zamanla Kezich’in muhalifliğe kaymasının, arkadaşlarıyla kurduğu sinema kulübünde İtalya solunun ürettiği filmlere ve Sovyet eserlerine geniş yer ayırmasının, günümüzde bile sağa yapışıp kalmış Trieste burjuvazisini rahatsız ettiğini de unutmayalım.
Zaten 20’li yaşların ortasından itibaren Kezich Milano’ya taşınmış, Venedik’i çok iyi bilmesi bir yana Roma’da Cinecitta’ onun adeta ikinci yurdu haline gelmişti. Yılın bir kısmını zaten festivallerde geçirmiş, bilhassa Cannes, Berlin ve Venedik başlıca uğrak yerleri olmuştu.
Kezich şirin belgeselde, film eleştirmenlerinin mevzuyu kavrayabilmek için hayatlarında en azından bir film setinde bulunmaları gerektiğini engin tecrübesinden yola çıkarak ifade ediyor. Bu tecrübenin çok üst düzeyde veya defalarca tekrarlanan bir dinamik olmasına gerek olmadığını da belirtiyor.
Sonuçta kendi başına da geldiği gibi ekonomik olarak daha tatmin edici işlere göre daha zor bir parkura girenlerin sinema tutkusuna kulak vermelerinin kaçınılmaz olduğunu da ifade ediyor.
Yolunun bazen gayet yakından kesiştiği De Sica, Germi, Rossellini, Antonioni, Olmi gibi sinemacıları, beraber çalıştığı tiyatroculardan usta Strehler’i minnetle anıyor ve hepsinden bir şeyler öğrendiğini belirtiyor.
Sinema eleştirmeni olarak her şeye alaka gösterilmesi gerektiğini, her türlü mevzunun bir sinema eserinin odağına alınabileceğini söyleyen Rossellini’den feyz alarak belirtiyor. “Önemli olan meraktır” diyor ve İtalya sinemasının önde gelen eserlerinin bu merak sayesinde ortaya çıktığını belirtiyor.
“Yaşamak, merak duyarak yaşamak!”
Belgeselin sonunda, çocukluğundan itibaren gördüğü filmler hakkında not almaya başlamış, sinema eserleri hakkında uzun uzadıya düşünmüş, tartışmış, araştırmalar yapmış, kitaplar yazmış ve alanını mütemadiyen genişletmiş verimli eleştirmen profilini epeyce özümsemiş oluyoruz. Kezich arada perdenin arkasına geçmiş olduğunu da kabul ediyor, fakat tüm donanımına rağmen kendini bir seyirci olarak görmeyi tercih ediyor. Sinema macerasını büyük sevinç ve coşku içinde, samimiyet, dürüstlük ve tevazuyla aktarması boşuna değil. (MT/AS)