Özellikle son dönemlerde önüne geçilemeyecek ve tahribatını aşmak yıllar sürecek, ne söyleseniz fayda etmeyecek mekân tasarımları, bina kurulumları ve bittabi kahramanlık anlatılarıyla dolu çevremiz. Doğru veya yanlış ayrımı gözetilmeksizin ilk sözü söyleyenin madalyayı kazandığı bu düzlemde, ne söylediğinizin çok da bir önemi kalmadı. Doğruyu söylemek istiyorsanız da birilerinin huzurunu kaçırmayacak kelamlar etmeniz gerekiyor. Çünkü bunu yaptığınızda çoğunlukla ödenmesi gereken bir bedelle karşılaşıyorsunuz. Belki de tam burada mizah giriyor devreye, tabii hâlâ akli dengenizi koruyabiliyorsanız.
Artık en trajik olayda ve hakikati bilmek istediğimiz anlarda bile devlet yetkililerinin açıklamalarına sinirden gülmek veyahut “Şimdi bizimle dalga mı geçiyor?” diye düşünmek aşina olduğumuz bir tablo. Veya aynı şekilde kent meydanlarında gördüğümüz heykelden bozma yapıların, kamusal bina dizaynlarının fotoğrafları önümüze düştüğünde ne düşüneceğimizi kestirememek de. Yeni bir inşa, yeni bir mekân kurgusu ve yeni bir tarihle karşı karşıyayız. Bu tür bir hafıza/hafızasızlıkla yaşamaya çalışırken hafızamızı korumak ise yine bize düşüyor.
Anadolu’da hazin bir komplo öyküsü
“Sayın Gürler Gür. Berhava İleri Teknolojik Araştırmalar Külliyesi’nde meydana gelen sabotajı araştırmak üzere kurulan komisyona atandınız. Göreviniz sabotajın nasıl gerçekleştirildiğini yerinde araştırmaktır. Yerinde incelemeler için en fazla on gün olmak üzere iki aylık bir çalışma süresi öngörülmüştür.”
Denizaltı Vadisi, İkibinseksendört, Gofer Ağacı, Trinidad’ın Dönüşü ve Kurbağa Adası, Bir İstanbul Distopyası kitaplarının da yazarı olanSelim Erdoğan’ın “Sabotaj: Anadolu’da Hazin Bir Komplo Öyküsü” kitabı eylül ayında İthaki Yayınları aracılığıyla okurla buluştu.
Kitabın ana karakteri Gürler Gür, akıl tutulması merkezi de diyebileceğimiz bir bilim tesisinde gerçekleşen patlamanın nedenini ve bu sabotajı kimin gerçekleştirdiğini bulmak için Meclis tarafından görevlendiriliyor. Üstelik hiç de beklemediği bir anda. Berhava İleri Teknolojik Araştırmalar Külliyesi’nde gerçekleşen patlamayı ilk olarak haberlerden öğreniyor.
Aslında yanlış bilgi aktarımının pervasızlığına ve dolayısıyla bir bakıma cehalete duyduğu tahammülsüzlüğünü mizahi bir şekilde öğrencilerine ve ailesine yansıtan Boğaziçi Üniversitesi’nde sıradan bir fizikçi Gürler Gür. Görevi kabul etme nedenlerinden biri ise ilk gençlik yıllarında aşık olduğu Leyla Kızılçay’ın bu sabotajda hayatını kaybetmiş olması.
Ancak kibrini hiçbir zaman gizlemeyen Gürler Gür’ün derdi Leyla’nın nasıl ve neden öldüğünü bulmak değil, zamanında onun da kendisine aşık olup olmadığını ve başka biriyle yaptığı evlilikten pişmanlık duyup duymadığını öğrenmek.
Konya’daki bilim üssü
Gürler Gür sabotajın nasıl meydana geldiğini araştırmak için Konya’ya ailesiyle birlikte gitse de buradan hiçbir şey çıkmayacağını ilk günden anlıyor.
Soruşturma kapsamında külliye çalışanlarıyla sırayla görüşüyor ancak bir türlü istediği yanıtları alamıyor. Onun yerine şunlarla karşılaşıyor: “İnan, Uygula, Yeniden Dene, İnan” yazan pirinç bir tabela, Türk savaşçıların portreleriyle donatılmış bir duvarın yanında asılı zırh ve miğferler, Türk bayrağı desenli minyatür halılar, sabotajın “Türklerin tarih sahnesine yeniden çıkmasını engellemek” isteyen dış mihraklar tarafından yapıldığına inanan bilim insanları.
Bilim insanının görev tanımında “Yeni Teknolojiler” yazsa da beden eğitimi mezunu. Ve tesisteki herkes haliyle akraba. Soruşturma için gerekli bilgilere ise “Milli Sırlar Yasası” nedeniyle ulaşmak zaten mümkün değil. Bu belirsizlik dehlizinde yolunu bulmaya çalışan Gürler Gür, bir aşamada buraya gelmesinin asıl nedenine yöneliyor ve Leyla’nın günlüğünün peşine düşüyor. Bu yol ayrımında başına gelmeyen kalmıyor ve hikâyesi tahmin etmesi çok da zor olmayan bir yerde nihayete eriyor.
Akıl tutulması
Yerli ve milli bilim merkezini romanının merkezine yerleştiren Selim Erdoğan, distopik bir dünya çizmeye çalışıyor; ancak yaşadığımız gerçekliğe baktığımızda anlatıların hiçbiri distopik kalmıyor. Dış mihrakların etkisi, dünyanın süper gücü olunması, komplo teorileriyle açıklanan trajediler aslında hakikatin yerine konulmaya çalışılan anlatılar olduğu için, kitaptaki diyalogların hiçbiri amiyane tabirle sırıtmıyor.
Sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde de hüküm süren güncel bir krizi ve akıl tutulmasını ele alan Selim Erdoğan’ın kalemi politik hiciv konusunda cömert oynasa da bazı yerlerde farklı gelişmeler olmasını bekliyorsunuz. Örneğin Leyla’nın hikâyesini daha çok merak ediyor ve o günlüğü siz de okumak istiyorsunuz. Ancak roman boyunca hüküm süren sarkazmın devamı olarak günlükte yazılanlar da Gürler Gür’ün talihsizliğini destekleyen bir yere varıyor. Soruşturma esnasında yürütülen bazı diyaloglar belki de bazen havada kalıyor; ancak yazarın bunları yazarken içten içe eğlendiği çok belli. Romanı besleyen en özel detaylardan birisi ise işaret edilen müzikler. Strauss’un Mavi Tuna valsi, Joan Baez’in Donna Donna’sı, Borodin’in Prens Igor’u bunlardan bazıları.
Nihayetinde, Gürler Gür’ün istediği gibi bir aile kuramaması ve eşinden, çocuklarından memnuniyetsizliği ama onları kabullenişi bir zorunluluk gibi verilse de kibrine rağmen bir türlü sahnedeki yerini alamayan Gür’ün yaşamının özeti. Belki de sürekli yakındığı gibi tanıştıklarında fonksiyonel sanata meraklı sevgilisinin, evlendikten sonra içinden dernekten derneğe koşan, evini altın varaklı mobilyalarla döşeyen bir eş çıkması; çocuklarının dünyadan bihaberliği, onun hiçbir şeyi reddetmemesi, sözünü söylemesi gerektiği yerde susması ve değiştiremeyeceği şeyleri ekseriyetle hicivle karşılaması ile alakalı. Belki de Gürler Gür’ün tüm sorunu bu zaten.
Selim Erdoğan hakkında
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu.
Çalışma hayatına kamu sektöründe başladı. Özel sektörde sermaye piyasaları ve enerji sektörlerinde çalıştı.
Denizatı Vadisi isimli ilk romanı 2012’de NotaBene tarafından yayımlandı.
2013’de İkibinseksendört, 2014’de Gofer Ağacı ve 2015’de Trinidad’ın Dönüşü adlı romanları aynı yayınevi tarafından yayımlandı.
İthaki tarafından 2018’de yayımlanan Yeryüzü Müzesi ile 2021’de yayınlanan İlk isimli bilimkurgu öyküleri derlemelerine birer öyküyle katıldı.
2019 yılında yine İthaki Yayınları’ndan Kurbağa Adası-Bir İstanbul Distopyası isimli romanı yayımlandı. Evli, iki çocuğu var. 1970 İzmit doğumlu. (TY/AS)