Arkadaşım Bodrum'dan "Akbelen'de kesim başladı" diye fotoğraflar yolladığında köşede duran bavuluma baktım. Yıllardır gelenekselleşmiş senede bir Gümüşlük tatilime çıkmama sadece birkaç gün kalmıştı ve bu kez geçen yıl babamı kaybettiğimde doğayla bütünleşme arzusu duyarak kaldığım Gürece'de bir orman içi kamp yerine de tekrar uğrayacaktım. Babamın ölümünün bendeki ağırlığını o ağaçların altında yer yer ağlayarak, çoğunlukla bir ağaç ömrünü ve toprağın sonsuzluğunu düşünerek, yaşam döngüsünü algılamaya çalışarak atlatmaya çalışmış, kendimi oradaki horoz, tavuk ve cırcır böcekleriyle avutmuştum. Ne büyük handikaptır ki bu yıl aynı zamanlarda beni avutan her şey tek tek yok ediliyor, İkizköy (TDK'daki ismiyle Ekizköy) köylüleri için büyük kayıplar, yası mümkün olmayan kıyımlar yaşatılıyordu.
Karıncalar düştü ansızın aklıma... Oradan kaçacak zaman bulabilmişler miydi? Bir arkadaşım karıncaları izleyerek saatler geçirdiğini anlatmıştı bir kişisel gelişim yolculuğunun inzivasında. Bir ağacın gölgesine nasıl yuva yaptıklarını, yuvalarının etrafında nasıl toplaştıklarını, kalabalığı dağıtmadan nasıl bir hiza yarattıklarını uzun uzun izlemiş ve onların bu devinimleri üstünden bir ömrün ne demek olduğunu kavramış. Bu bilge ve öğretici hayvanlar şimdi nereye doğru kaçıyorlardı acaba?
Bodrum'a iner inmez Gümüşlük Forum'dan arkadaşlarımla Akbelen Ormanı'na doğru yola çıktık. Merkezden bir buçuk saat süren yolculuğun sonunda korumamıza muhtaç ormana ulaştığımda aklımda yine karıncalar vardı. İleriye baktım ve ağaçların gölgesine uzanmış jandarmaları gördüm. O sırada bir kalabalık civardaki beyaz arabanın etrafını sardı, dediler ki Nebil Özgentürk gelmiş. Hemen hemen her gün geliyormuş, kalabalığın içinden bir kadın "Artık 'Bir Yudum İnsan' gibi programları neden yapmıyorsunuz?" diye seslenince, "Bizlere artık yer yok ki medyada" dedi. Ormana doğru yürüdükçe etrafta hiçbir ana akım medyadan gazeteci görememek de bana bu gerçeği hatırlattı. (Sunay Akın'ı anmadan edemeyeceğim, o da aramızdaydı.) Akbelen'de köylüler, kesilen ve kesilecek ağaçlar, elle sayılır protestocu insanla baş başaydı. Kesim haberlerini ve fotoğrafları basına aktaran da yine bizim gibi halktan birilerinin spontane cep telefonu görüntüleriydi. Yaşlı ve üzgün köylü teyzeler artık genç ziyaretçilere röportaj verir olmuştu.
Akbelen Ormanı, jandarmaya, basına ve Limak'a karşı yalnızdı. Kimdi bu Limak Holding? Dört yıldır Deniz Gümüşel ile ekibinin sürdürdüğü davaya rağmen Akbelen Ormanı kömür madeni yapılması için kesimi başlatan 1976 kuruluşlu ve inşaat tabanlı şirketler grubunun oluşturduğu holding. Jandarma ve kesim araçları yollamanın dışında alana adımını atmayan, köylülerle tanışmayan holding, gazetelerde açık mektup yayınlatarak görevini yaptığını düşünüyor belli ki... Evinden çıkmayan ya da çıkamayan halkımız da bu tür yalanları okuyarak, olayı kavradığını düşünüyor maalesef. Oysaki gerçekler böyle değil!
Gerçekler her gün ağlayan ve evinden edilmek istemeyen köylülerin durumu, Deniz Gümüşel ve ekibi gibi burayı yasal yollarla savunmaya çalışanları aniden gözaltına alıp, işkence edip, sabaha karşı bırakmaları, oraya köylüye yardıma giden doğa dostlarına sıkılan gaz, çevrede gazeteciye izin verilmezken sayıca fazlalığından çekinilmeyen TOMA'lar ve de ağaç kesimine başlamadan kesilen sinyallerle, ablukaya alınan insanlar kadar acı ne yazık ki...
Ormana girdiğimde yoğun bir ağlama duygusu ile kaplanıyorum. Tarih boyunca paranın önemini biliyorum ama insanın kendisini bu kadar para ve hırsa kaptırmasını, onca psikoloji kitabı okumama rağmen algılayamıyorum. Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Özdemir'in nasıl oluyor da Doğal Hayatı Koruma Vakfı WWF mütevelli heyeti üyesi olduğunu anlayamıyorum. Bize ilkokulda öğretilen tüm çevreci söylemlerin altının boş olduğu hissine kapılıyorum bu türden tekinsiz bağlantılarla karşılaşınca... Bu ihmalkarlık, 2040'lara kadar sürecek bu kredi vadeleri binlerce insanın yaşamına mal olacak.
Bu insanlarla bizi ayıran ne bilmiyorum. Onlar da gelse şuraya bir çadır kursa, bu yüzyıllık ağaçların endamından etkilenmeyecekler mi? Bir ağacın bile tekrardan bu hale ulaşması seneler alırken, bir orman kendini nasıl ve ne kadar zamanda toplayacak bunları sormayacaklar mı? Akbelen Ormanı'na yapılan katliamın uydudan çekilmiş fotoğraflarını görünce orada yaşanan orman katliamını görmeyecekler mi?
Kaldı ki bu ülkenin gerçekten başka bir kömür madenine ihtiyacı var mı? Daha Soma'da yaşanan facianın yaralarını saramamışken, orada babalarını oğullarını kaybetmiş ailelere sahip çıkamamışken, kanser vakaları bu kadar artmışken ve tedavi kaynakları bu derece azken, insanı korumaya değil de insanı yok etmeye dair takınılan bu tutku ve yakım arzusu nedir? Evet, insan zaman zaman kötüdür ama bizler hâlâ kötülük çağında mıyız? Tarih boyunca o kötülükleri görüp, ders çıkarmamız, öğrenmemiz gereken dönemimizde değil miyiz insanlığımızın?
Akbelen Ormanı, babamın ölümünden, insanlara yapılan işkenceye kadar uzanan zihin yolculuğumda beni insanlığı sorguladığım noktada durduruyor. Dilerim ağaçlar bana bir ömrü çağrıştırdığı gibi size çağrıştırmıyor da olsa, insanlığı sorgulatır. İnsanlığı ve insanlığınızı... Belki oradan yeşerir bazı tohumlar. Umut ediyorum, çünkü hâlâ insanım. Yazımı da umutlar dinmesin diyerek sonlandırıyorum.
(GÖ/AÖ)