Akademisyenlerin 17 Eylül 2025’te Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yürüttüğü tartışma, tespit ve önerilere devam edeceğim.
İlk bölümü için link bırakıyorum.
Süreç mimarisi ve akordiyon!
Bilkent Üniversitesi’nden Doç. Dr. Esra Çuhadar, çatışma çözümünün süreç tasarımı ve mimarisine odaklanarak “Bir barış anlaşmasının başarısı, tasarımının ne kadar kapsayıcı olduğuyla doğrudan ilişkilidir,” diyor.
Çuhadar, barış sürecini bir “akordiyona” benzeterek, “Bu metafora göre akordiyon, bazen üst düzey elit müzakereleri için daralmalı, bazen de geniş halk istişareleri ve katılımı için genişlemelidir,” diyor.
Çuhadar, 40 farklı araştırmanın bulgularından yola çıkarak bağımsız ve kapsayıcı komisyonların en etkili araçlardan biri olduğunu, komisyonlara son derece hayati işler düştüğünü ve kritik olduğunu özellikle belirtme ihtiyacı hissediyor.
Geçmişin dersleri ve somut yol haritası
Dicle Üniversitesi’nden hukukçu Doç. Dr. Vahap Coşkun, yaptığı sunumda Kürt meselesinin Türkiye’ye ve dünyaya etkileri üzerinden dikkatleri geçmişin lenslerine çevirerek, sosyolojik zeminin değiştiğini ve mevcut zamanı daha elverişli kıldığını savunuyor.
Bu bağlamda Coşkun, bir önceki süreci başarısızlığa uğratan altı temel riski şöyle sıralıyor:
“Tarafların sürece farklı anlamlar yüklemesi, iç politikanın olumsuz etkisi, kötü iletişim, kamu düzeninin bozulması, Suriye’deki gelişmelere uyum sağlanamaması ve zamanın kötü yönetilmesi…”
PKK’nin silah bırakma kararının taktiksel değil, stratejik olduğunun altını çizen Coşkun’a göre etnopolitik çatışmalarda talepler genellikle “yetki paylaşımı ve yereli güçlendirme”, “hak ve özgürlüklerin tanınması” ve “iktisadî kaynakların paylaşımı” olmak üzere üç alanda beliriyor. Bunlara ek olarak Türkiye bağlamında baktığımızda anadili hakkı, kapsayıcı vatandaşlık anlayışı ve güçlü yerel yönetimler başat konular oluyor. Coşkun, bu başlıkların sağlıklı şekilde ele alınarak çözülmesini, çözüm ve barış sürecinin de anahtarı olarak görüyor.
Coşkun, konuşmasının sonunda 11 maddelik taslak önerisi sunup, bu adımların atılması gerektiğini belirtiyor. Bu taslak önerisi “yasanın bütüncül amacını (silahsızlanma, eve dönüş, entegrasyon vs.), net tanımlarını, kovuşturmaların durdurulmasını, rütbeye değil ceza süresine dayalı kademeli bir af modelini, izleme mekanizmalarını, kadın ve çocuklar için özel hükümleri, yasanın süreli olmasını ve bağımsız bir izleme komisyonu kurulması”nı içeriyor.
Ayrıca, öneride hükümetin güven artırıcı adımlar olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını uygulaması ve kayyım sistemine son vermesi gibi acil adımlar da var, diyor.
11 maddelik taslak, düzeltilmesi ve aciliyeti olan başlıkları içermesi açısından önemlidir, diyebilirim. Ayrıca somut adım önerilerinin detaylıca verildiği tek sunum Coşkun’a ait.
“Türkiye Modeli” ve jeopolitik manzara
MIT Akademi Başkanı Prof. Dr. Talha Köse, güncel durumu bir “Türkiye Modeli” olarak tanımlayarak, süreci küresel ve bölgesel jeopolitik değişimler bağlamına oturtmayı tercih ediyor. Bu modelin “Büyük Türkiye Uzlaşısı” olduğunu da özellikle vurguluyor. (Bu sunumun ertesi günü Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın sürecin adını Bahçeli Modeli olarak tarif etmesi de dikkate değerdir.)
Köse, sunumun başında “Bugün gelinen noktada Ortadoğu’da yaşanan jeopolitik dönüşüm Türkiye için yeni güvenlik riskleri doğurmaktadır. Bu değişimlerle birlikte Türkler ve Kürtlerin, tarihten gelen kardeşlik hukuku üzerine bina edilmiş birlikteliklerini terör ve şiddet kıskacından kurtararak kurumsallaştırmaları ve sağlamlaştırmaları için yeni bir fırsat penceresi aralanmıştır,” diyor.
Belirttiği Türkiye Modeli’nin 12 özelliğini sıralayan Köse, bu özelliklerden bazılarını “yerli ve millî olması, üçüncü gözün olmayışı, devletin sahiplenmesi, bütünleştirici bir felsefe odağının olması, pedal teorisi ekseninde gitmesi (aşamalı ve esnek), örgütle kontrollü yürütülmesi, provokasyonlara geçit verilmemesi, pozitif barışa varmak istemesi, geçmişten dersler çıkarılarak yürütülmesi ve parlamenter meşrutiyetle yol alması” olarak ifade ediyor.
Köse, hızlı bir gidişattan yana ol(un)madığını, bunun yerine “beklentilerin doğru biçimde karşılandığı, aktörlerin kademeli olarak sürece dâhil edildiği bir yapı inşası”ndan söz ediyor. “Pozitif barışın inşası için daha etkili adımların da atılması ve barışın kalıcı hâle getirilmesi, hukuki olarak da bunun garanti altına alınması gerekmektedir,” derken, bunun nasıl ve ne olacağına dair bir şey ifade etmeyen Köse, Komisyon’un bu konularda rol alabileceğini söylemekle yetiniyor.
Genel değerlendirme
Dünkü yazıda dört, bugün de üç sunum üzerinden öne çıkan tespit ve önerileri aktardım. Birkaç teknik sunum daha vardı, tekrar olmaması adına almadım, merak eden okurlar Meclis tutanaklarından erişebilir.
Bu sunumlar üzerinden, toparlarsak, şunları ifade edebilirim:
- Sunumlar üzerinden gidildiğinde neden “barış yapmak” gerektiğine dair cevaplar yeterince gün yüzüne çıkıyor. Dahası, bunun “nasıl” olacağına dair çerçeve ve yol haritası da ortada duruyor. “Neden yapılmadığına” dair doyurucu cevaplar ise yok.
- Farklı disiplin ve perspektiflerden gelen yaklaşımlar, özünde soruna bütüncül yaklaşılması gerektiğini, siyasetin etkin rolüyle ilerleme kaydedilebileceğini ve meselenin çözüm gerektiren bir evrede bulunduğunu teyit ediyor.
- Sunumlarda da ortaya çıktığı üzere önümüzde ikili bir durum var. Kendi modelimizi yaratmak mı, yoksa dünya deneyimleri üzerinden gitmek mi? Bence Kürt çözümü özgün bir başlıktır ve birçok parametresi ile dünya örneklerinden ayrılan bir yerdedir. Bu anlamda dünyadan sahici örnekler (mesela somut yapılan yasalar, barışın hukuki kısmının nasıl hayata geçirildiği) alınabilir. Diğer yandan da buraya özgü bir modele de ihtiyaç var. Yenilikçi bir paradigma şarttır. Bu tamamen bir tercih ve siyaset kurumunun elindedir.
- Komisyon’a yüklenen anlam, sunumlarda da görüldüğü üzere hem geniş hem de dar bir beklentide kalabiliyor. Çözüme dair tüm toplar Komisyon’a havale ediliyor; fakat Komisyon da hiç orada değil. Böyle bir gündemi de henüz önüne katmadı. Adalet Bakanı da “Komisyon yapsın, biz uygularız” modunda sözler kuruyor; fakat somut adım atmaya çekinen bir Komisyonumuz olduğu da aşikâr. Bunun aşılması gerek, çünkü sürecin selameti buradan değişecek.
- Sunumlardan da tekrar açığa çıktığı üzere, mesele “tanımlama” değil, mesele “tanıma”dır. Esas konu; tanıma önünde duran engeller silsilesine dair bir çözüm konuşmamak, adım atmamaktır. Konu, tanımlanan riskleri yönetme konusundaki siyasi zorluklardır. Siyasetin kendini sürekli dışarıda bırakma halidir. 50 yıldır biriken külliyatta her şey söylendi, tespitler yapıldı, çözümlendi. Geriye ise harekete geçip bunları düzeltme çabası kaldı. Bu iradeyi gösterecek bir siyasi yapı, tarihe geçecek.
- Kürt meselesinin çözümünde özgün bir Kürt çözümü olacaksa, bunun bahsi geçen jeopolitik boyutunun gerçek olduğu da kavranmalı artık. Bu mesele kendisinden büyük bir başlık. Yürütme erki, dar-duygusal-geçmişin ezber bagajı ile düşünüp uzun vadeli değil de anı/dönemi kurtarma derdine düşerse çözüm gelmez. Tersine, çözüm tahayyülüne dair algı ve olgulara savaş açılır. Bugün devam eden süreç, Türkiye’nin gelecek yüzyılını pozitif anlamda etkileyecek en büyük olaydır.
- Akademi daha fazla söz kurmalı; teoriyi, pratik hakikat üzerinden göstererek daha çok anlatmalıdır. Akademinin barışın inşasında bütünüyle daha görünür olması gerektiğini düşünüyorum.
(ÖA/TY)








