17 Eylül 2025 tarihinde 10. toplantısını gerçekleştiren Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, Türkiye’nin en karmaşık ve uzun soluklu sorunlarından birine çözüm bulma meselesine akademinin gözünden baktı.
Toplantıda önemli tespitler ve öneriler sıralandı. Sadece kayıtlarda kalmasın diye sunumların içeriğine eğilmek istiyorum. Prof. Dr. Havva Kök Arslan, Prof. Dr. Sevtap Yokuş Veznedaroğlu, Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik, Doç. Dr. Çerağ Esra Çuhadar, Fatih Ulusoy, Hüseyin Oruç, Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, Doç. Dr. Vahap Coşkun ve Prof. Dr. Talha Köse’nin sunumları, ekseriyetle kesişen şeyler söyleseler de arada dikkate ve tartışmaya değer önemli tespitler vardı.
Tutanaklardan yola çıkarak, önemli gördüğüm bağlam/çözüm önerilerini iki bölümde ifade etmek istiyorum. İkinci bölümde de sunumlara dair ayrıca genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Jeopolitik kırılma ve 3 dünya görüşü!
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Havva Kök Arslan’ın sunumunda, içinden geçtiğimiz dönem, 500 yıllık bir jeopolitik kırılmanın ve Türkiye’nin uluslaşma sürecinin son aşaması olarak tanımlandı. Arslan, Türkiye’nin bundan ders çıkarması gerektiğini belirtti.
Arslan’ın ifade ettiği ve altını çizdiği “zihinsel dönüşüm”, ihtiyaç duyulan en zor ama doğru çözüm. Sunumda uluslararası ilişkilerde kullanılan makro-orta-mikro analiz çerçevesini ele alarak çözüm süreçlerindeki yapısal şiddete dikkat çekti.
Arslan, Kuzey İrlanda ve Güney Afrika gibi çatışma sonrası topluluklarda yerel demokrasiden, özerklik düzenlemelerinden, insan hakları komisyonlarından ve gerçeği açığa çıkarma mekanizmalarından dersler çıkarmak gerektiğini söylüyor.
Arslan, Türkiye’de anadili eğitimi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kapsayıcı yeni anayasa ve geçmişle yüzleşme mekanizmaları gibi adımların kalıcı barış inşası için kritik olduğunu, bunun da Türkiye’ye has bir modelle olması gerektiğini ifade ediyor.
Arslan, üç dünya görüşü olduğunu (Beka Temelli, Birlik Temelli ve Kimlik Temelli) ve bunlardan birlik temelli modelin dünyada nadiren uygulandığını ama değerli olanın bu birlik olduğunu; Farabi’nin "Evvela doğruyu bilmek gerekir, doğru bilinirse yanlış da bilinir" sözüyle temellendiriyor.
Çatışma ekosistemini anlamak
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, soruna politik psikoloji perspektifinden yaklaşarak, sorunun münferit bir eylem değil, karmaşık bir "ekosistemin semptomu" olduğunu söylüyor.
Kalıcı bir çözüm için, sadece semptomu tedavi etmek yerine bu ekosistemi anlamayı söylemesi önemli.
Elma ağacı metaforu kullanarak, çatışmayı analiz eden Kaynak, yalnızca silahlı aktörlere odaklanmanın yetersiz olduğunu, altında uzun süredir oluşmuş ekosistemsel sorunlar bulunduğunu belirtiyor. Ülke içinde veya dışında hangi aktörün odaklandığına bakılmaksızın, çatışmayı besleyecek kültürel, ekonomik, ideolojik kaynaklar bulunduğunda sorun tekrar edecektir, diyor.
Kaynak’ın çözüm önerisi, Türkiye’nin geleceği için kimlik siyasetini aşan, birleştirici yeni bir ulusal "fikir" veya "vizyon" yaratılmasıdır. Bu vizyon çerçevesinde hakların, belirli bir grup üzerinden değil, herkes üzerinden tanımlanması gerektiği ifade ediliyor.
Arslan’ın ifade ettiği birlik temelli dünyaya ek olarak, yeni bir fikir ve durum üzerinden de gidilmesi gerektiğini söylüyor Kaynak.
Çatışmanın kök nedenleri ve kısa, orta, uzun vadeli çözüm önerileri
Bir anayasa hukuku uzmanı olarak Prof. Dr. Sevtap Yokuş Veznedaroğlu’nun sunumu da önemli tespitler içeriyor. Başarılı barış süreçlerinin ortak ilkelere dayandığını ve kalıcı bir barışın temelinin sağlam bir hukuki ve anayasal çerçeve olduğunu savunması önemli görünüyor.
Veznedaroğlu, uluslararası başarılmış örnekleri temel dinamikleriyle şöyle özetliyor:
- Kuzey İrlanda: “Sürecin titizlikle ilmek ilmek işlenmesi”,
- Güney Afrika: “Barış sürecinin yeni bir demokratik anayasa yapımıyla başarılı bir şekilde iç içe yürütülmesi ve Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu'nun kurulması”,
- Filipinler: “Bu örnekten çıkarılan temel ders, "üçüncü bir göz veya kolaylaştırıcıların kritik rolüdür”,
- Kolombiya: “Buradaki ders, liderliğin direncidir” olarak çözümlüyor.
Veznedaroğlu’nun, çatışmanın kök nedenlerinin belirlenmesi ve bunlara yönelik çözümlerin geliştirilmesinin şart olduğunu söylemesi çok haklı bir talep. Müzakerelerin sadece taraflar arasında kalmaması, sivil toplum ve mağdurların sürecin merkezine konulması gerektiğini söylemesi de hakeza öyle.
Veznedaroğlu Türkiye için de kısa, orta ve uzun vadeli öneriler sunuyor.
Buna göre kısa vadede “İnfaz Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle hasta tutukluların serbest bırakılması gibi güven artırıcı adımlar”, orta vadede “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 12 No’lu Protokolü’nün (ayrımcılığın genel yasağı) onaylanması ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin kaldırılması” ve son olarak da uzun vade için “Tam bir revizyon yerine hedefe yönelik anayasa değişiklikleri” öneriyor.
Veznedaroğlu’nun bir diğer çözüm önerisi ise kapsayıcı anayasa yapımında, bu anayasanın girişinde “geçmişe dair kabul” ifadelerinin yer alması, bölge halkının kimliğinin ve dil haklarının tanınması gerektiğini söylemesidir.
Siyasi uzlaşı ve kapsayıcılık çözümdür
Bütüncül bir barış sürecinin nasıl tasarlanması gerektiğine dair sunum yapan Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik’e göre ise barış süreçleri doğuştan uzun ve inişli çıkışlı; çünkü tam çözüm Guatemala’da pazarlıklara başlamadan anlaşma yapmaya 10 yıl, Kolombiya’da ise 32 yıl sürmüştür.
Çelik, barışın sadece savaşın yokluğu (negatif barış) olmadığını, aynı zamanda adaletin tesisi (pozitif barış) olduğunu söylüyor. Bunun için de meselenin sadece güvenlik boyutunu değil, aynı zamanda ekonomik, siyasi, sosyo-kültürel ve ilişkisel alanlardaki kök nedenlerini de ele alan bütüncül bir yaklaşım gerektiğini, sadece güvenlik eksenli bakışın başarısızlığa mahkûm olduğunun altını kalınca çiziyor.
Çelik’in, sonucu “siyasi uzlaşmanın” sağlayacağı tespiti de mühim.
(ÖA/TY)








